Hazret (k.s) Şeyh Lütfi Kocaman: Doğum- 1939- Ölümü 2002- senesi Aralık 19- 20- ye bağlayan gece.
Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece- saat- 11- 12- arası.
ÖNEMLİ VE ZARURİ BİR AÇIKLAMA:
Hazret (k.s) Hazretlerinin Çok önemli Kısa nasihatları ve Çok anlamlı Menkıbe’ler.
Şeyh Lütfi Nurşini (k.s) Hazretleri’nin sohbetlerinde ve sözlerinde daima aslına bağlı kalınmış, kattiyetle tahrifat yapılmamıştır. Sadece daha iyi anlaşılması için bazı kelimelerin manasıda yanında zikredilmiş, bazı cümlelerin ifade ettiği mana içinde yazılmıştır.
Hazret (k.s) "ALLAH (C.C) VE RASÛLULLAH (S.A.V.)" Sevgisi ile ilgili konuları:
< MUHABBET ALLAH (C.C) AŞKI >
Şirk tehlikesi bulunan her türlü inanç ve Davranışlardan ve şehvete meylettiren dünya sevgisinden arınmak ve korunmak elbette lâzımdır. Nefsin. Arzusuna uyularak bozulan dünya ve dinî hayatımızı Tevbe ve istiğfar ile düzeltmek icap eder. Ey salik! Muhabbet, vakar ve ciddiyetini koruyarak Allah (c.c) Muhabbeti ile dolmaya çalış. Muhabbeti aşkın kadehinden kana, kana iç. O kadar iç ki, Allah’ın (c.c) sarhoşu ol. Sarhoşluğun seni Allah’la (c.c) beraber edinceye kadar. Ta ki, Allah’ın (c.c) şarabının muhabbetinden hâsıl olan sarhoşluk seni Allah’ın (c.c) Cemal’inde yok etsin. Hatta bade ve kadehini de. Cemal’inin nuru ve büyüklüğünün kemali kudsiyyetinden sana sunduğu tecelli ile. Allah’ın (c.c) muhabbetini kazanan kimse, Allah’ın (c.c) Muhabbetinin sarhoşluğu sebebiyle, ulaştığı tecellinin lezzetine o kadar dalar ki, ne muhabbetinin esasını bilir, ne içtiği aşk badesini ne içmeyi, ne kadehi, ne sarhoşluğu, ne de ayılmayı…
Muhabbet; Cenab-ı Hak’kın Celâl’inin kemali kudsiyyeti ve Cemalini (ululuğunun) nûraniyeti ile keşfolunan sevgilinin kalbine doğması ve yerleşmesidir. Muhabbetullah şarabı içmekten Maksat; Vasıfları vasıflarla, huyları huylarla, işleri işlerle, tecellileri tecellilerle, esmaları esmalarla, sıfatları sıfatlarla mezcetmek (karıştırmaktır.)
"Cenâb-ı Hak (c.c), kullarından kime Muhabbet verdi ise,"
O kulunun kalb gözünü genişletir. O’nun sunduğu içki, kalbin, kalıbın ve damarların yegâne içkisidir. İçini arıtıp, durultup arkadaşlığa ehil yapar. Her şahsın aşktan nasibi, kadehindeki bade kadardır. Kalbine ve kalıbına aşk badesi sunulan kimselerden bazılarına bu sunuluş vasıtasız olur. Böylelerinin sakisi (sunucusu) Allah’tır (c.c). Bazılarına; Melekler, Âlim ve Arifler ile Allah’u Teâlâ’ya yakınlığı olan kimseler vasıtasıyla sunulur. Bazı kimselere de bade ve kadehini görerek sarhoş olur. Böyle kimselerin artık hiçbir zevk ve iltifata ihtiyacı kalmaz.
Ey saliki aşk!
Manevî haz, şarap, ondan kana, kana içmek, Sarhoş olmak, içirilmek ve mest’ü hayran olmaktan maksadın, Marifetullâh’a ermekten başka bir şey olduğunu mu sanıyorsun? İyice bilinmelidir ki, aşk şarabı içmeye ve ondan hâsıl olan sevgiyi yaşamaya, ancak. Cenab-ı Hakkın (c.c) hususî surette seçtiği kulları nail olur.
Aşk badesinden içen salik, kadehini bazen suret olarak görür. Bazen o kadehten manayı seyreder, bazen de o kadehi ilim ve irfan olarak seyreder. Âşık’ın kadehinde sureti görmesi bedenin zevki, manayı görmesi kalbin ve aklın zevki, ilim ve irfanı görmesi de sırrın ve ruhun zevkidir. Müjdeler olsun aşk şarabından devamlı olarak içebilenlere…
Aşk, Allah-u Teâlâ’nın öyle bir ikramıdır ki, onu herkese değil, ancak dilediği kimselere sunar. Nice âşık kimseler bir araya gelirde, tek bir kadehten kana, kana içerler. Birçok kadehleri yalnız başına içen âşıklar da vardır. Bir âşığın nice sevdiği kimselere ayrı, ayrı kadehlerden ikram ettiği de olur. Aşk kadehinin miktarı ne kadarsa, badenin rengi ve çeşidi de o kadardır. Bir kadehten içen birçok dostlar, aynı aşk kadehini ayrı, ayrı zevklerle içerler.
Ebû Hasan Şâzeli (k.s.) Hz. Diyor ki: Aşk ve muhabbet, kulun kalbine her şey için Allah-u Teâlâ’dan bir şey almaktır. Muhabbet şarabını içen kimseyi ibadet ve taatların ifası için daha istekli bulursun. Aklın muhabbeti Marifetullâh’a mahsus olup, Ruh’un muhabbeti kendisini (Allah’tan (c.c) Sırrın muhabbeti ise Cemalini görmeye memur ve müştaktır. (Müştak: İştiyaklı, çok istekli.)
Allah’ın (c.c) izniyle Kul, aşkını arttırmak istedikçe, artırılır. Erişmek istediği zevklerden daha fazlası kendisine verilir. Bu suretle salikte nice keşifler ve fetihler meydana gelir. Yakınlık yaygısı üzerine oturtulan bu salike, Allah’a (c.c) yakınlık elbisesi giydirilir ve üzeri donatılır. O kimse bundan sonra ilim ve hikmetlerin yenisini ve hakikatlerin bakirini yakalar. (Bakirini: Kimsenin el süremediği)
Ehl-i Hakikat demişlerdir ki: Muhabbetullah zevkine eren âşık kullar, Allah-u Teâlâ’nın gelinleridir. Allah’ın (c.c) mahremine aldığı gelinlerini günahkârlar bulup göremez.
Bir gün Ebû Hasan şâzelî (k.s) Hazretlerine deniliyor ki: Ey Allah’ın dostu! Sizler muhabbeti iyi tanıyorsunuz. Lütfen şu sorulara cevap verirmisiniz:
1- Muhabbetin şarabı nedir?
2- Aşk badesini sunan kimdir?
3- Zevk nedir?
4- Bade nedir?
5- Kanmak, sarhoş olmak nedir?
6- Ayılmak nedir?
Büyük veli sorulara şöyle cevap verir.
1- Şarap, sevgilinin cemalinde parlayan nurdur.
2- Kadeh, kalbin ağzına sevgilinin aşkını ulaştırmaktır.
3- Aşk badesini veli ve Salih kullarına sunan Allah’u Teâlâ’dır.
4- Kendisine aşk, aşk badesi sunulan kimse, bir iki nefes alıp verecek kadar zamanda, Cemalinin perdesi aralanır, görünme hâsıl olur da tekrar perdelenirse, bu kimse (Hakkın) Cemalini (yüzünü) tekrar görme ve zevki ile her an tutuşur. İşte salikin zevki budur. (Fakat bu zevk kâmil bir zevk değildir.)
5- Salik içirilen şarabın sarhoşluğu ile bir müddet müşahede de kalmışsa, o salik hakikaten aşk şarabını kana, kana içmiştir.
6- Eğer salik, her an o badeyi içiyorsa ve vücudunun her zerresi, hatta iliklerine kadar Cemalinin görünüşüyle dolmuşsa, o kimse Reyyândır. (Hakikaten aşktan alacağını almış, dolmuş ve doymuş bir kimsedir.)
Bir kimse içtiği aşk şarabının tesiri ile duymaz, işitmez ve görmez hale gelmiş de, ne kendi söylediğini biliyor ne de söyleneni duyuyor ise, o kimse hakikaten sarhoştur. Kadehleri birbiri peşine boşaltan bir sarhoş… Bu haldeki salikte her kadeh ayrı bir hâl, ayrı bir neşe ayrı bir çekiciliktir. Bu durumda salik devamlı huzur devamlı ibadet halindedir. Bu makamda, mukadderatın zahmet ve meşakkatli imtihanına rağmen, sabır ve sükûnet gösterir, birtakım tecellileri perdesiz temaşa eder. Gerçekten ayrılık ve uyanıklık bu hâlin arkasından gelir. Orada salikin nazarı alabildiğine genişler. İrfan bilgisi artar da ilmin bütün hikmetlerine vâkıf olur. Manevî hayatındaki geceyi, bu makamda tevhid ay’ı (ışığı) ile aydınlatır, gündüze çevrilen hakikî kalb güneşi ile nur’a boğar.
Cenab-ı Hak’kın Kur’ân-ı Kerimde buyurduğu gibi: «İşte Onlar Allah’tan yana olanlardır. İyi bilin ki, saadete erecek olanlar, Allah’tan yana olanlardır.» (Mücadele suresi- Ayet- 22)
Ebû Hasan Şâzeli (k.s) Hazretleri şöyle buyuruyorlar: Bir kimse Allah-ı (c.c) sever ve sevdiklerini de Allah (c.c) için severse, o kimsenin veliliği tamamdır. Seven kimse, gerçekte sevgilisinden başka kalbinde sultan bulunmayan kimsedir, seven, sevgilisinin arzusundan başka bir arzu ya da kalbinde yer vermez sevgilisine vereceği sermayesi canıdır. Bu duruma gelen salikin velayeti sübuta erer. Kendisi ne yapılacak ikramda Allah’ın (c.c) likasıdır. (Cemaline nailiyettir.) (Sübut: Sabit oluş, kesinleşme.)
Bu hususu şu Ayeti kerimeden daha iyi anlıyoruz. Cenab-ı Hak (c.c) buyuruyor ki: «De ki: «Ey Yahudi olanlar, eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah'ın velileri (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz (bunu çekinmeden yapın).» (Cuma suresi- Ayet- 6)
Allah’u Teâlâ’ya dostluk iddiasında bulunan bir veli, kendisine O’nun için ölmesi icap ettiğinde derhal canını seve, seve verir. Allah (c.c), kendisinden başka kimseyi sevmeyenleri sever. Aynı zamanda nefsanî arzularını değil, cemalini seven ve isteyenleri ister ve sever. Gerçek muhabbetin zevkine eren kimse, Allah’tan (c.c) başkasını sevemez.
Aşağıda zikri gelecek kimseleri Allah (c.c.) için sevmekte Allah (c.c) sevgisinden başka bir şey değildir. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz. Sıdık-ı Ekber (r.a), Ömer’ül Faruk (r.a), Osman’ı Zinnureyn, Aliyyül Murtaza (k.r.v) Sahabe, Tabiin, Veliler, (Hak Teâlâ onların hepsinden razı olsun) Allah’ın (c.c.) vesile olan Âlimler, Seyitler ve Salihleri, Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun.
İmandan sonra; Zıttı ile var olan on emirden muhabbete lâyık olanı ayırmak yaşamak icap eder. Bunlar da:
Sünnetle bid’at, hidayetle dalalet, ibadetle mâsiyet, adaletle haksızlık, hak ile batıl. Bunlardan sevilenler ve sevilmeyenler bir birinin zıttı olarak ayrılabilmektedir.
Her şahısta ayrı, ayrı iki sıfat iki vasıf vardır. Senin vazifen o vasıfların ayrı, ayrı hakkını vermektir. (Yani; Şahsın durumuna göre Hubbı Fillah- Allah (c.c.) için sevmek ve Buğzu Fillah- Allah (c.c.) için buğz etmek esasına riayet etmektir.) Buna riayet ettiği takdirde on şeyden Allah (c.c.) için olan muhabbetin meydana çıkar.
Bu on şey de, meselâ:
Sende nefis ve dünya sevgisinden eser var mı, yok mu? Buna dikkat et. Varsa bu sevgini Allah (c.c) Rasûlullah (sav) ve sana sadık bulunan din kardeşlerinin sevgisi ile değiştir. Esasında sevgin, büyük Şeyhlere hidayet vesilesi bulunan büyük Âlimlere bunlardan hayatta olanlara veya daha önceden vefat etmiş bulunanlara olursa, bu sevgi Allah (c.c) sevgisine vesile olacağı için makbul ve muteberdir.
Eğer sevdiğinde, ona taallûk eden şu beş şeyden birisini bulursan, o zaman ilim ve gerçeğe müracaatta bulun. Bu beş şeyde, muhabbetini Allah’ın (c.c.) dostluğuna vesile olacaklarla takviye et. Bu beş şey, Vacip, Mekruh, Haram ve Mubahtır. Sen bunlardan sana lâzım ve muhabbetine lâyık olanları alırsın.
Ebû Hasan Şâzeli (k.s.) Hz. Diyor ki: Muhabbet, sevgiden hâsıl olup kalbe gelen bir sırdır. Muhabbet ehli, kalbinde sevgisi bulunandan başkası ile ilgisini keser.
Yine diyor ki: Ey aşka susamış salik! Gerçeğin sevgisi olan, gerçek sevgiliden başkasına olan sevgi haramdır birlik sırrına ermene manidir.
Yine buyuruyorlar: Sevgilinin, başkalarını sevmeyi istemeyişi sevginin varlığının işaretidir. (Her şeyin doğru ve isabetlisini, en iyi bilen ancak Allah’tır (c.c). Vesselâm.
< SEVMEK > (MUHABBET ETMEK)
Cenab-ı Hakk Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurur: «(Resulüm!) De ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın, Allah Gafur’dur, Rahim’dir.» (Al-i İmran- 31)
Âyet-i Kerim’ede, icmalen bize şöyle demektedir. “Allah’a (c.c) imanınız varsa, elbette Allah’ı (c.c) seveceksiniz. Madem Allah’ı (c.c) seversiniz. Allah’ın (c.c) sevdiği tarzı seveceksiniz. Ve o sevdiği tarz ise Allah’ın sevdiği zata benzemektir. O’na ittiba etmektedir. Ne vakit ona ittiba ederseniz Allah da sizi sevecek.” İnsanın en mühim maksadı kâinata gönderiliş gayesi, Allah’ı (c.c) bilmek, tanımak ve sevmektir.
Cenab-ı Hakkın (c.c) Cemal, Kemâl ve ihsanatına karşı, kulun muhabbeti vardır. Bu muhabbet kâinat büyüklüğünde de olabilir zerre kadar da olabilir. Eğer insan kendisine verilen muhabbet duygusunu fani olan dünyaya, paraya, evlada, makama hülasa geçici olan şeylere verirse, muhabbet eleme, hüzne ve sükût-u hayale dönüşür acılaşır. Eğer o muhabbet Baki’yi hakikiye verilirse o zaman ebediyet kazanır. Kâinattaki her bir Cemal, Kemal ve ihsanatın cilveleri olan şeylerin asıllarını, Cennette bulacağını bütün sevdiklerinin orada bulanacağını bilmesiyle lezzet alır. En büyük lezzeti ve muhabbeti ise, Cemallullah’ı görmekle elde eder. Çünkü dünya hayatının bin günü, Cennet hayatının bir gününe, Cennet hayatının bin günü, Allah’ı (c.c) bir an görmenin değerinde değildir.
Öyleyse insan; Muhabbet duygusunu, fani şeylere değil, baki neticeler verecek şeylere vermelidir. Muhabbetullah, sünnet-i seniyyeye ittiba-ı gerektirir. Çünkü Allah’ı (c.c) sevmek O’nun rızasını yapmaktır. Rızası ise en mükemmel bir surette Rasûlullah’ın (sav) hareket ve davranışlarına tezahür etmektedir. Rasûlullah’ın (sav) sünnetine uymak bahtiyarlıktır.
Cenab-ı Hakk Kuran’ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurur: «De ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın, Allah Gafur dur, Rahim’ dir.» (Al-i İmran- 31)
Allah Resulü (sav) ise muhabbet hakkında şöyle buyurmaktadır: "Allah (c.c) ve Resulünü (s.av), her şeyinden çok sevmeyenin İmanı sağlam, değildir."
Azrail (a.s) İbrahim’in (a.s) canını almaya geldi. İbrahim (a.s) dostun dostunun canını aldığını hiç gördün mü? Dedi. Vahiy gelip: Dostun dosta kavuşmak istemediğini hiç gördün mü? Buyuruldu. İbrahim (a.s) bunu duyunca: "Şimdi canımı al buna razıyım, dedi."
Peygamber Efendimiz (sav) Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuşlar:
"Ya Rabbi bana Kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni Senin sevgine yaklaştıracakların sevgisine ihsan eyle ve Kendi sevgini bana, hararetten, susuzluktan yananların soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl."Hş.
"Kıyamette herkes sevdiği ile beraber olur." Hş.
Dünyadan bana üç şey sevdirildi: "Kadınlar, Güzel koku ve Gözümün nuru Namaz."Hş.
"Ruhların birbiri ile tanışıklığı, yakınlığı ve uzaklığı tanımamazlığı ile aslında aşina olurlarsa, birbirine ülfete ederler." Hş.
"Allah’ı (c.c) bütün kalbiyle seven bir kimseyi görmek isterseniz, Huzeyfe’nin kölesi Salim’e bakınız." Hş.
"Ya Rabbi! Senden Seni görmek şevkini ve zatına bakmak lezzetini istiyorum." Hş.
Allah’u Teâlâ (c.c) Hadis-i Kutsi de buyuruyor ki; "iyi kimselerin beni görmek için olan şevkleri, arzuları uzadı. Ben onları, onların beni istemelerinden daha çok istiyorum."Hk.
"Dünyaya muhabbet, her hatanın başıdır."Hş.
"Bir kimse hangi kavmi severse Cenab-ı Hak onu sevdiği kavim zümresinde haşr eder."H.ş.
"Muhabbet, Marifetin esasıdır. İffet gerçeğe ermenin alâmetidir. Gerçeğe ermenin sermayesi de Takvadır."Hş.
"Her kim sevdiğini Allah (c.c) rızası için sever, buğz ettiğini Allah (c.c) rızasını gözeterek buğz ederse, verdiğini Allah (c.c) rızasını gözeterek verir, vermediğini de Allah (c.c) rızasını gözeterek vermezse, kâmil imanı elde etmiş olur."Hş.
"Allah (c.c) için sevişen iki kardeş, buluştukları zaman, biri diğerini yıkayan iki el gibidirler. Ne zaman iki mümin bir araya gelirse, Allah (c.c) birini, diğerinden faydalandırır."Hş.
"Allah (c.c) için sevişen iki kişinin Allah (c.c) katında en sevimlisi, arkadaşını daha çok sevendir."Hş.
"Şüphesiz Allah (c.c) katında en sevgili olanınız, insanları seven ve sevilendir. Allah (c.c) katında en sevimsiz olanınız da kovuculuk yapan ve kardeşler arasını açandır."Hş
Hazret (k.s) bu sohbetinde Allah (c.c) ve Rasûlullah (sav) sevgisinden bahsettiler.
Bir sahabe Rasûlullah’a (sav) sizi çok seviyorum dedi. "O zaman fakirliğe hazır ol." Bir sahabe geliyor, ya Rasûlullah (sav) ben Allah’ı (c.c) çok seviyorum dedi. " O zaman belâ ve musibetlere hazır ol." Buyurdular.
Hazret (k.s) yukarıdaki Hadisi Şerifi naklettikten sonra sohbetine şöyle devam ettiler.
Hakiki aşk insan ruhunun, Allah’a (c.c) karşı bir özlemidir. Aşk Muhabbetin, yani sevginin ileri derecesidir.
Kuran’ı kerim de aşk sözü yer almasa da anlam olarak geçer. «İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını «eş ve ortak» tutanlar vardır ki, onlar (bu eş ve ortakları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgisi ise, daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, hiç tartışmasız bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.» Buyrulur. (Bakara- 165)
«Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.» Buyurur. (Maide- 54)
Tasavvuf ehli sadatlarda pek meşhur olan ve Kutsi Hadis olarak kabul edilen bir söz vardır. «Ben gizli bir hazine idim, Beni bilsinler, tanısınlar diye mahlûkatı yarattım.» Buyurur.
Bu Kutsi Hadis’e göre sevgi başlangıçta. Allah’tan (c.c) zuhur etmiş ve bütün kâinatın yaratılmasına sebep olmuştur. Fakat her yaratığın aşkı kendi istidat (kabiliyet) ve zevkine göredir. Tasavvufta söz konusu olan ise tamamıyla ulvi ve ilahi aşktır. Aslında aşkın izahı zordur. Meselâ; Hararetin rengi yoktur, ancak odun, kömür gibi bir cisimde görülünce renk kazanır. Aşkta bunun gibi renksizdir. Ancak bir vücutla ilgisi olduktan sonra renk kazanır, belirli hale gelir. Bu bakımdan aşkı kelime ve sözle anlatmak izah etmek zordur, çünkü aşk tasavvufa göre yaşanır. Ve aşk konusunda Hz. Mevlana ya (k.s) “ Aşk nedir?” Diye sorulunca. “ Benim gibi ol da gör” demiştir.
Hz. Mevlâna (k.s) Hazretleri, İnsafla kabul et ki aşk ne güzel bir iştir
Kötülüğün sebebi maksadı bilmeyiştir.
Sen tutup şehvetine aşk adını koymuşsun
Hâlbuki şehvet başka aşk başka anlayıştır.
İşte Tasavvuf’ta Aşkın önemli olması ve en kestirme yol olması bu yüzdendir. Hak aşığı olan kimsenin gözünde Allah’tan (c.c) başka hiçbir şeyin değeri olmayacaktır. Hakiki aşk mutlak var olan Allah’ı (c.c) sevmektir, Allah’tan (c.c) başka her şeyden geçmektir. Hakiki aşka eren kimse kendi nefsinden geçmiş ve Allah’tan (c.c) gayrı her şeyi bırakmış. < Fena Fillah’a > ermiştir. Aşk denince Muhabbetten yani sevgiden başlamak gerekir. Aşk sevginin ileri derecesidir. Allah (c.c) sevgisi ile ilgili ayetlerin yanı sıra hadislerde vardır. Allah (c.c) ve Resulünü (sav) her şeyden çok sevmek suretiyle iman lezzetine kavuşabileceğini Sadatlarımız beyan buyurmuşlardır.
Fenafillâh: Dünyayı. Kalben. Terk edip. Tamamen Allah’a (c.c) yönelmek.
Fenâfirresûl: Kendi isteklerini terkedip peygamberde fani olmak.
Fenâfişşeyh: Şeyhinde fani olmak.
Hazret (k.s) sohbetine Mevlâna Halid’i Bağdadi (k.s) Hazretlerinin tavsiyeleriyle bu önemli konuya açıklık getirdiler.
Nakşibendîliğin hakikati; Bütün vakitlerde ve hallerde, ister namazda, ister Kur’an okurken, yemekte, içmekte, zikir anında, bir işle meşgul olurken, cemaat içinde, tek başına kalındığında, başkasıyla konuşurken ve sükût ettiğinde, bütün hareketlerinde, neşeli veya üzüntülü ve sevinçli anlarında, zikir ve fikri ile devamlı Allah’ın (c.c) huzurunda bulunmaktır.
Hiçbir halinde Allah’tan (c.c); Gafil olmayıp kalbi ile onun huzurunda olduğunu düşünüp. Allah’u Teâlâ’nın (c.c) kendisiyle beraber olduğunu mülahaza etmektir. Salik, günahlardan vazgeçmeli, taatları yerine getirmeli. Yani Allah’u Teâlâ’nın (c.c) emir ve yasaklarını yerine getirmeli. Bütün işlerinde kudretin ve bütün söz ve fiillerin Allah’ın (c.c) yardımıyla olacağına itikat etmelidir. Vaktini boşa geçirerek kaybetmemelidir.
Sadatlarımızın şu öneneli sözlerini de unutmamalıyız. Zahiri rızka nail olmak; Azaların çalışması iledir. Batıni rızka nail olmak ise; Kalbin çalışması ile mümkün olur. Kalbin çalışması kalbten tamamen dünyayı atmak suretiyle Allah (c.c) sevgisini kalbte bulundurmaktır, bu ancak Allah’ı (c.c) zikretmekle olur. Çünkü ruhların gıdası Allah’ın (c.c) zikri iledir.
Cenabı Hak (c.c) Kuran’ı Kerim’de şöyle buyuruyor: «Yine o inkâr edenler diyorlar ki: «Peygambere Rabbi tarafından bir mucize verilmeli değil miydi?» De ki: «Allah dilediğini bu tür iddiaları sebebiyle saptırır. Kendisine yöneleni de hidayete erdirir. İşte onlar iman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle, O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.» (Rad- 27)
Rasûlullah (sav) Efendimiz; Bizlere beyan edilmesi gereken her şeyi beyan etti, tebliğ vazifesini eda etti, ümmete nasihat etti ve bizleri Allah’a (c.c) emanet etti. Böylece şimdilik bizlere bedenen ve maddeten veda etti ancak ruhen aramızdadır.
Şu Hadis-i Şeriflerle bizlere yol göstermeye devam etmektedir. Onun için bu sohbetler, vaazlar Rasûlullah (s.a.v) Efendimizdendir.
Allah’u Teâlâ (c.c.) Rasûlullah (s.a.v) Efendimize şöyle buyuruyor. "Kuranı sana indirdik ki insanlara ne indirildiğini onlara açıklayasın"
Hazret (k.s) Mahşerde Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şefaat etmesi ile ilgili. Hadis-i Şerif’ini naklettiler:
Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den kaydettikleri bir rivayet şöyledir:
Biz bir davette Rasûlullah (sav) Efendimiz ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budundan bir parça ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: "Ben Kıyamet günü âdemoğlunun Efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyormusunuz? Açıklayayım: Allah (c.c) o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:
"İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" Demeye başlarlar. Birbirlerine:
"Babanız Âdem var!" Derler ve ona gelerek: "Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti). Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?" Derler. Âdem Âleyhisselâm da:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. (Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter). Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nuh Âleyhisselâm’a gidin!" Diyecek. İnsanlar Nuh Âleyhisselâm’a gelecekler:
"Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (Abden Şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" Diyecekler. Nuh Âleyhisselâm da şöyle diyecek:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine, (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim Âleyhisselâm’a gidin!" Diyecek. İnsanlar İbrahim Âleyhisselâm’a gelecekler:
"Ey İbrahim! Sen Allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne Halilisin, bize Rabbin nezdinde Şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim Âleyhisselâm onlara:
"Rabbim. Bugün. Çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben üç kere yalan söyledim!" Deyip, bu yalanlarını birer, birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek:
Hz. İbrahim Âleyhisselâm’ın kıssasıyla ilgili bir rivayette şu ziyade var: (Hz. İbrahim, (insanlar, şefaat etmesi için kendine geldikleri zaman, Allah'a şefaat talebinde bulunmasına mani olan üç hata olarak yıldızlar hakkında sarf ettiği. «İşte. Bu Rabbim.» (Enam- 76) sözünü, atalarının putları hakkında sarf ettiği. «Belki de bu (putları kırma) işini onların en büyüğü yapmıştır.» (Enbiya- 63) Sözünü ve bir de: «Ben gerçekten hastayım.» (Saffat- 89) sözünü zikretti.
"Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa Âleyhisselâm’a gidin!" İnsanlar, Hz. Musa Âleyhisselâm’a gelecekler ve:
"Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni, risâletiyle ve hususi kelâmıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" Diyecekler. Hz. Musa da:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile Emir olunmadığım bir cana kıydım. (...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa Âleyhisselâm’a gidin!" diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve:
"Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" Diyecekler! Hz. İsa Âleyhisselâm da:
"Bugün. Rabbim. Çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" Diyecek. Hz. İsa (a.s) şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin. (Bir başka rivayette:) "(Beni, Allah'tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter!") Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'a gidin!" Diyecek. İnsanlar Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'a gelecekler. Bir diğer rivayette: "Bana gelirler!" Denmiştir. Ve:
"Ey Muhammed (sav)! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş- gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler.
Bunun üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medhu senaları benim için açacak. (Ben onlarla Rabbime medhu senalarda bulunacağım). Sonra:
"Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine:
"Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" Denilecek."
Rasûlullah Efendimiz (sav) sonra şöyle buyurdular:
"Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır."
Not: Hadisteki diğer Peygamberlerin kendimi düşünüyorum sözleri ancak mahşer gününde olacaktır. Sonra onlara da şefaat izni verilecektir.
Hazret (k.s) bu sohbetinde "İMAN" konusundan bahsettiler.
İman nimetinin kıymetini bilmiyoruz. Allah’u Teâlâ kendi lütfuyla bizi Müslüman yaptı. Yusuf İslam kendi çabasıyla araştırdı ve buldu. Müslümanlık tadını almamış. Dünya bir sinemadır, bir oyuncaktır. Dünyanın ne olduğunu bilemedik. Biz dünyaya ibadet, kulluk için gönderildik. Sünnette uy, günahtan kaçın, namazınıza dikkat edin, sağa-sola bakmayın. İmam-ı Rabbani’nin (k.s) defterinden ismini sildirmemeye çalış, Nakşibendî ol. Günahlarınla Rasûlullah’ı (s.a.v) rahatsız etme. Münafık’ların alameti sabah ve ikindi namazlarını kazaya bırakır. Namazın günahı zinanın günahından büyüktür. Niye namazın ki büyüktür? Namaz imandan sonra İslam’ın ikinci şartıdır. Kulluğunu ispat etmektir, nefsini ezmektir, insanda ki gururu yok etmek. İçinde namaz olmasa, iman kâmil olmuyor. Hacc ta aynıdır, ama zenginlere farz, fakirlere yoktur.
Tevhitten sonra namaz gelir. Zekâtta zenginlere oruçta; Hasta olanlara yoktur. Farzı, farz. Vacibi vacip. Sünneti sünnet, müekked’i müekked bilerek kıl. Rasûlullah (s.a.v) müekkedi terk etmemiş. Nafileyi ara-sıra terk etmiş. Duha, Evvabin, Teheccüd namazlarını kılın. Teheccüd çok mühimdir. Fecir atmadan kılınız. Nafile ibadetlerin ara-sıra terk etmek hoş olur, adet olmasın.
MÜEKKED SÜNNET: Kuvvetli sünnet. Peygamber Efendimiz’in (sav) devamlı yaptıkları, pek az terk ettikleri sünnetleri. İbn-i Abidin (k.s) Hazretleri bu konuda şöyle buyurmuşlar: Sabah namazının sünneti, öğlenin dört rekâtlık ilk sünneti ve iki rekât son sünneti akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rekât sünneti ile ezan okumak, kamet getirmek, cemaate devam etmek, abdest alırken misvak kullanmak müekked sünnetlerdendir. Müekked sünnetlerin en kuvvetlisi sabah namazının sünnetidir. Müekked sünnetler İslâm dinînin şiarıdır, yani bu dine mahsustur. Başka dinlerde yokturlar.
Enver Şah Keşmiri (k.s) Hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:
Müekked sünnetleri inkâr eden imansız olur. Bir özürle terk eden sevabından mahrum olur. Özürsüz terk eden azarlanır.
Hazret (k.s) Hazretlerinin Rasûlullah (sav) Efendimizin dört halifesi hakkında sohbeti:
Hz. Ebubekir Sıddık (r.a); Rikkat ve merhameti.
Hz. Ömer (r.a); Şiddet ve adaleti.
Hz. Osman (r.a); Hayâ ve edebi (bakın hayâ ve edep ne kadar mühim.)
Hz. Ali (krv); Akıl ve hikmeti temsil eder. Ve bu dört büyük sahabi insanoğlunu tamamlar.
(Rikkat: Acıma, incelik, yufka yüreklilik, yumuşaklık.)
(Merhamet: Acıma.)
(Hikmet: Herkesin. Bilmediği gizli. Sebep. Kâinattaki. Ve yaratılıştaki. İlahi gaye.)
(Vekar: Ciddi olmak,) (Vekar; Allah’ın (c.c) nimetlerini muhafazadır.)
(Kibir: Kendini bir şey zannetme.)
Hazret (k.s) bu sohbetinde çok önemli açıklamada bulundular:
Allah’ın (c.c) düşmanlarını dost edinmeyiniz. Allah’ın (c.c) düşmanı bizimde düşmanımızdır. Düşmanınızla oturup kalkmayın. Muhabbet beslemeyin. Yoksa onlar gibi olursunuz. Allah’ın (c.c) sevdiği kulları ile beraber olun.
Âdemoğlunun vazifesi sol omzunda bulunan meleği tamamen emekliye ayırması gerekir. Bunun yanında sağ omzunda bulunan meleği de emekliye ayıracaksın. Çünkü soldaki meleği emekliye ayırmakla hiçbir günah işlemeyeceksin. Sağdaki meleği emekliye ayırmakla yapmış olduğun amelleri öyle gizli bir şekilde yapacaksın ki sağdaki meleğin hiç haberi olmayacak. Sadece Allah (c.c) katında bilinecek Allah (c.c) bilecek. Zaten Nakşibendîler de gizlilik esastır.
Hazret (k.s) bu sohbetinde Hac ve Dünya Konusundan bahsetti.
Bazı insanlar vardır, hacca gidip geldikten sonra dünya meşakkatine daha çok dalarlar. Dünya’ya sarılırlar. Allah (c.c) ve Resulü (sav) dünyayı sevmezler. Allah (c.c) ve Resulü’ne (sav) yaklaşmak için de dünyayı terk etmek gerekir. Dünya mevzuları hakkında fazla konuşmak iyi değildir. Ancak iş hususunda istişare gayesiyle konuşulabilir. İslami kitap okumak ve bu kitaplar hakkında konuşmak Allah’ı (c.c) zikretmektir. Dünya ve ahireti beraber istemek, bu ikisi bir arada olmaz. Allah (c.c) ne istersen onu veriyor. Dünya isteyene dünya, ahireti isteyene ahireti verir.
Hazret (k.s) bu sohbetini şöyle tamamladı: Bir müridin şeyhinin evinde abdest alması adapsızlıktır ve ayrıca müridin biri maşuğuna (şeyhinin) bir bakışına buharayla semerkantı veririm demiş. Buna karşılık şeyh Sadi Şirazi (k.s) Hz. maşuğun bir bakışına iki dünyayı veririm demiş. (Dünya ve ahiret)
KONU: EZAN, NAMAZ, DUA İLE İLGİLİ KONULAR
Hazret (k.s) Dedesi Abdurrahmân-i Tağî Hazretlerinin (k.s) sohbetini naklettiler:
Ezanın manasını ve ezan işitildiği zaman nasıl düşünmek gerektiğini anlattı:
Allahuekber; Allah ibadet ve taata ihtiyacı olmaktan yücedir.
Eşhedü enla ilahe ilallah; Allah’dan başka ibadete lâyık kimse yoktur.
Eşhedü enne muhamme'den rasulullah; Peygamberlerin dediği haktır ki namaz farzdır. Kula kıldığı namazın sevabı vardır. Bırakınca ise acıklı bir azap ve büyük mahrumiyet vardır.
Hayyalessalah; Namaza gel ki o büyük sevaba kavuşasın.
Hayyalelfelah; Namaza gel ki acıklı azaptan kurtulasın.
Ezanın bu kısmında şöyle demek gerekir. (La Havle) taata gücüm yok (Velâ kuvvete) azaptan kurtulmak için takatim yok.
(İllahbillah) ancak Allah‘ın (c.c) yardımıyla olur.
Allahuekber; Allah ibadet ve taata ihtiyacı olmaktan yücedir.
Allahuekber; Allah ibadet ve taata ihtiyacı olmaktan yücedir.
Lailahe illallah; İbadete layık olan Allah’tır. (c.c) O seni azaptan kurtaracaktır.
Hazret (k.s) "Ezan ve Ezan Duası" Hakkında bilgi verdiler:
EZAN DUASI:
Sallallahu Teâlâ aleyhi Vessellem,
Allahümme Rabbena Rabbe hezihiddavetit tãmme vessalatil gaimeh E’ti seyyidine Muhammedinil vesılete Vel fazilete Vedderecati rafia İlahi ve ba’sü makamen mahmudillezi ve addeh (İnneke lâ tuhlifül miad) Bi rahmetike ya erhamerrahimin.
Ezan okununca okunan duada Makam-ı Mahmut geçiyor. Onun manası: “Yarabbi, Rasûlullah’ı (s.a.v) Makam-ı Mahmut’a ulaştır” diye geçer. Manası, yüksek makamdır. Rasûlullah (s.a.v) oraya ulaşınca bütün ümmetine şefaat etme izni verilecek. İnşâallah o makamdadır. Rasûlullah (s.a.v) o makama ulaşmak için mücadele etmiş, yememiş, fazla rahatlık istememiştir.
HAYYEALES-SALÂH-HAYYEALEL-FELÂH:
Ezan ve ikamet okunurken söylenen "Haydin namaza" ve "Haydin kurtuluşa" manasına müminleri kurtuluşa, saadete sebep olan namaza çağıran iki mübarek söz.
Alâüddîn Haskefî ve İbn-i Abidin (k.s) bu konuda şöyle buyurmuşlar: Sünnete uygun olarak okunan ezanı duyan kimsenin, işittiğini yavaşça söylemesi sünnettir. Yalnız, "Hayyeales-salâh" ve "Hayyealel-felâh" kelimelerini duyunca bunları söylemeyip; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" demelidir. Ezandan sonra salâvat getirmeli ve sonra ezan duasını okumalıdır.
Ezan okurken Hayyeales-salâh derken vücûdu kıbleden biraz sağa, Hayyealel-felâh derken de biraz sola çevirmelidir.
EZAN: Bildirmek. Namaz vakitlerini bildirmek, Müslümanları namaza davet etmek (çağırmak) için yüksek bir yerde belli olan Arabca kelimeleri sırası ile okumak.
Peygamber (sav) Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuşlar: "Her kim yeni doğan Çocuğun Sağ kulağına Ezan, Sol Kulağına da İkamet okursa. Ümmü sıbyan denilen havale hastalığından korunmuş olur." (Hâdis-i şerif-İhya)
Ezan okumak, hicretin birinci senesinde Medine’de başladı. Eshâb-ı kiramdan Peygamber Efendimizin (sav) mübarek arkadaşlarından.
İbn-i Abidin (k.s) bu konuda şöyle buyurmuşlar:
Abdullah bin Zeyd bin Sa'lebe ve Hazret-i Ömer (r.a) rüyada ezan okunmasını görüp. Peygamber Efendimize bildirdiler. Peygamberimiz (sav); "İnşâallah hak, gerçek bir rüyadır. O kelimeleri Bilâl'e öğretin okusun" buyurdu.
Ezanın tercümesini okumak, ezan olmaz. Manası anlaşılsa da başka dillerle okunmaz.
Ezan, cami, fıkıh kitapları gibi İslâmiyet'in kıymet verdiği şeyleri aşağılamak küfürdür.
Peygamber (sav) Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuşlar:
"Ezan sesini duyduğunuzda müezzinin (ezan okuyan kimsenin) dediği gibi siz de söyleyin." (Hâdis-i şerif-Buhârî) Ezan-ı Cavk: Bir kaç müezzinin bir ezanı birlikte okumaları. İbn-i Abidin (k.s) bu konuda şöyle buyurmuşlar: Ezan-ı Cavk’ta, müezzinlerin bir arada okudukları yanık, hazin sesler uzaktan işitildiğinde, kalblere ve ruhlara tesir etmekte, insanları vecde getirmekte, manevî coşkunluk vermektedir. Asırlardan beri yapıldığı için İslâm âdeti olmuştur.
Hazret (k.s) Hazretlerinin "Ezan Duası (Makam-ı Mahmut)" hakkındaki sohbeti:
Ezan okununca okunan duada Makam-ı Mahmut geçiyor. Onun manası “Yarabbi, Rasûlullah’ı (s.a.v) Makam-ı Mahmut’a ulaştır” diye geçer. Manası, yüksek makamdır. Rasûlullah (s.a.v) oraya ulaşınca bütün ümmetine şefaat etme izni verilecek. İnşâallah o makamdadır. Rasûlullah (s.a.v) o makama ulaşmak için mücadele etmiş, yememiş, fazla rahatlık istememiş.
Hazret (k.s) Ezan Sesinin İnsanları Etkilememesinden bahsetti ve bir Menkıbe naklettiler:
Hazret (k.s) akşam ezanı okunduğunda ezanı dinledi ve sonra ezanı okuyanlarda, dinleyenlerde etkilenmiyorlar diyerek. Bir Menkıbe anlattı.
Bir zamanlar bir demircinin dükkânı, camiye yakın bir yerdeymiş. Bir gün caminin müezzini ezanı okuduktan sonra camiden çıkıp demircinin dükkânının yanından geçerken demirci müezzine bağırmış. Ne diye minareye çıkıp bağırıyorsun demiş. Müezzin kızarak ne bağırması ben ezan okudum deyince:
Demirci yalan ediyorsun, bağırıp duruyordun demiş. Aralarında tartışma uzayınca demirci sen ezan okusaydın benim bu örsüm erirdi demiş. Müezzinde madem sen çıkda ezan oku, bakalım senin örsün eriyecek mi? demiş. Bunun üzerine demirci minareye çıkıp ezan okumaya başlamış ve örsü erimeye başlamış.
Bu olayı gören müezzin mahcup olup tamam sen haklıymışsın ben yalan ediyormuşum diye kabullenmiş. Ancak demirci yine kızgın, kızgın Hayır bende yalan ediyorum eğer yalan etmeseydim Allah’u Ekber dediğimde minareyle beraber toz haline gelmem gerekirdi, ben de yalan ettim demiş. Hazret (k.s) sohbetin sonunda insanlar Allah’u Ekberin manasını düşünüp anlamıyorlar dedi.
Hazret (k.s) bu sohbetinde Temizlik Konusundan bahsettiler:
Namaz kılmayanların elleri bile pistir. Namaz kılanların elleri Teberrüktür çünkü onlar abdestlidir. Abdest suyu şifadır. Temizlik bizim için önemlidir. Paçalarımız kısa olmalıdır. Uzun paçalar gurur ve kibire yol açar.
Cenneti kazanmanın yolu üç ‘tür:
1. Abdestli bulun. 2. Gafil bulunma. 3. Haramdan kaçın.
Mal ve evlat fitnedir. Allah’ı (c.c.) sevmek esastır. (Teberrük: Bereket umma.)
Hazret (k.s) bu sohbetinde "NAMAZIN" öneminden bahsettiler:
Namaz Allah (c.c) ile münacattır. (Konuşmaktır.) Allah (c.c) günde beş vakit kendisiyle münacatı istiyor. Namaz vakti geldiğinde işimizi bırakıp seccademizde Allah (c.c) ile münacat etmeliyiz. Bir vakit namazı geçirmek, ahirette seksen bin sene yanmaya bedeldir. Bir vakit namazı geçiren (vaktinde kılmayan) tarikattan düşer. (Menfaat göremez hale gelir.) Namaz Kelime-i şahadet getirip İslam dinini kabul ettikten sonra ikinci vazifesidir. Çok önemlidir. Namazı geçirip (kılmayıp yatmak) münafıklığın alametidir. Rasûlullah (sav) Efendimiz namaz dinin direğidir, kim ki namazını kılarsa dinini yapmış olur, kim ki namazını terk ederse dinini yıkmış olur. Buyurmuştur. Namaz çok önemlidir, önem vermemiz lâzımdır, namazsız tarikat olmaz. Vesselâm.
Hazret (k.s) bu sohbetinde "Namaz Dua ve Salâvat" Hakkında bahsettiler:
Hazret (k.s) bu sohbetinde Namazla ilgili bir Ayet okuyarak Mealini verdi.
«Cenabı Allah (c.c) Namaz insanı kötülüklerden alıkor.» Buyuruyor. Evet namaz insanı korur ancak huşuyla, kalb çalışırsa, öyle bir teslimiyetle kılınan Namaz insanı korur diyor. Ancak gafletle kılınan Namazın böyle bu yönde bir faydası olmaz. Gece dua edin. Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Allah’tan (c.c.) mağfiret ve zenginlik isteyin. Dualarınızın başında ve sonunda Salâvatı Şerifeyi söyleyin.
ALLAH (c.c.) iki salâvat arasındaki dualarınızı da salâvatları reddetmeyeceğinden kabul buyuracaktır. Rasûlullah (s.v.s.) bir Hadisinde “Rabbena, Atina.” Buyurmuş hem dünyada hem de Ahirette iyilikler istemiş. Önceliği dünyaya vermiş çünkü dünya dünyada kazanılır Ahirette dünyada kazanılır. Bizler dünyada güzel yani faydalı, hayırlı zenginlik istemeliyiz’ki insanlara faydalı olalım. Cenabı ALLAH (c.c.) cümle Muhammet ümmetiyle beraber rızasına uygun çalışmayı, rızasına uygun kazanmayı, rızasına uygun harcamayı, rızasına uygun dağıtmayı nasip etsin. Âmin
Hazret (k.s) bu sohbetinde Namaz’ın öneminden bahsettiler.
Azizim, şeytan nefsi kandırır, ikisi bir olur. Allah’ın (c.c) korkuluklarla çevirdiği haram koruluğuna (haramlara) girmeye çalışırlar. Eğer biz günahkârsak, günah işliyorsak bizim kıldığımız namaz, namaz değildir. Çünkü namaz bizi günahlardan uzaklaştırır. Namaz Allah’la (c.c) konuşmaktır.
Bizim kıldığımız namazda, dünya işlerini düşünüyoruz. Sultanlar sultanı, padişahlar padişahı, Allah (c.c) ile münacatımızın böyle olmaması gerekir. Tarikat’ta bu bir terbiyesizlik ve adapsızlıktır. Namaz cihattan önemlidir. Namaz olmadan cihat olmaz, hiç bir hayrı yoktur. Çünkü namaz dinin ikinci emridir. “La ilahe İlallah, Muhammeden Rasûlullah’tan” sonra. Namaz gelir, en büyük cihat namazdır. Çünkü nefisle cihattır, nefsi emareyle cihattır. Namaz kıldık cihat’ta yaptık mı sevabımız -10.000- kat artar.