İSLAM DİNİ
İslam dini, Allah’ın, son peygamberi Hz. Muhammed (A.S.M.) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği en son ve en mükemmel dindir. İslam’ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir. İslam dinini kabul eden kimseye Müslüman denir. İslam’ın en son ve Allah katında yegane muteber din olduğu, Kuran-ı Kerimde şu şekilde belirtilir:
«Bu gün sizin dininizi sizin için . kemale erdirdim. Sizin üzerinizdeki nimetimi lütuflarımı tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim yalnız İslam’dan razı ve ondan hoşnut oldum.» (Maide:3)
«Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan seçtiği dini kabul edilmeyecektir ve o, ahirette hüsrana büyük zarara uğrayanlardan olacaktır.» (Al-i İmran 85)
«Allah katında yegane hak din islamdır .» (Ali imran: 19 )
İslam’ın Dışındaki Dinlerin Geçerliliği Neden Kalkmış?
Tarihin çeşitli devirlerinde insanlara ayrı, ayrı peygamberler ve dinler yollayan Allah Tealã, son din olarak onlara İslam’ı ve son Peygamber olarak da Hz. Muhammed’i (A.S.M) göndermiştir. İslam’ın gelmesiyle Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi eski dinlerin hükmü sona ermiştir. Bu, tıpkı, yeni bir kanun çıkınca, eski kanunun hükmünün yürürlükten kalkması gibidir. Allah’ın son dini ve kanunu İslam gelince, eski dinlerin ve ilahi kanunların geçerliliği son bulmuştur. İslam dışında kalan dinlerin yürürlükten kalkmasını gerektiren başlıca sebepler şunlardır.
1 - Her şeyden evvel eski dinler, yalnızca belli bir zamana ve belli bir muhitin insanlarına hitap ediyorlardı. İslam ise, top yekûn bütün insanlığa seslenmektedir. Daveti umumi ve mesajı cihanşümul dür.
2 - Eski dinler, sadece kendi zamanlarının insanlarını muhatap almışlardı. O zaman insanlarının seciyeleri kaba ve mizaçları vahşete yakındı. İlimde, medeniyette, fikir, ve anlayışta geri idiler. Ulaşım ve haberleşme imkanları, iptidai bir haldeydi. Her bölgenin kültürü, inancı, örf ve adetleri farklı farklıydı. Karşılıklı fikir ve kültür alışverişi de oldukça zayıftı. Bu yüzden, her muhite ayrı ayrı peygamberler gelmesi, başka başka dinler gönderilmesi zarureti vardı. Zaman geçip insanlık ilim, fikir, kültür ve medeniyet yönünden büyük gelişmeler kaydedince, eski mahalli dinler artık insanların ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak da insanlara en son din olan İslamiyet’i gönderdi.
İslam dini, 1400 yıl evvelki dünyanın insanından, bugünün ve yarının modern insanına kadar gelip geçen bütün insanlığa hitap, edebilme özelliğinde olan bir dindir. Bu bakımdan, kıyamete kadar hükmü baki ve geçerlidir.
3 - Eski dinlerin, zamanla içlerine hurafeler, batıl inançlar karışmıştır. Allah’ın birliğine iman esası, yani tevhid inancı kaybolmuştur. İslam ise, halã ilk günkü tazelik ve saflığı ile, bozulmadan durmaktadır.
Netice olarak diyebiliriz ki :
İslam’ın dışında kalan dinler, geceleyin bir sokağı aydınlatan bir fener ve sokak lambası gibidir. İslam ise, bütün dünyayı aydınlatan güneş hükmündedir. Güneş doğduktan sonra, artık sokak fenerine hiç ihtiyaç kalır mı? Güneşin yanında sokak lambasının aydınlığının sözü olur mu?
İslam dinini sair dinlerden ayıran belli başlı özellikleri vardır. Bunlar;
1 - İslamiyet, her asra ve her insana hitap eder, getirdiği esaslar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap verir.
İslam’ın bu cihanşümul özelliğine Kuran’da şu şekilde işaret olunur.
«Ey Muhammed Biz seni BÜTÜN İNSANLARA yalnızca müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik.» (Sebe: 28)
«Ey Muhammed De ki: Ey insanlar ben Allah’ın HEPİNİZ İÇİN GÖNDERDİĞİ Peygamberim.» (A’raf: 158)
2- İslamiyet kolaylıklar dinidir.
İslam’da insanlara yapamayacakları veya yaparken zorluk çekecekleri işler yüklenmemiştir. Kuran-ı Kerim’de İslam’ın kolaylık prensipleri şu şekilde ifade edilir.
«Allah insana ancak gücünün yeteceği işle mükellef tutar...» (Bakara, 285)
«Allah sizin için kolaylık göstermek diler. zorluk çıkarmak istemez.» (Bakara:185)
Kuran’da İslam’ın kolaylıklar dini olduğu bu şekilde açıklanırken Peygamberimiz de, bu hususta hadis-i şeriflerinde şu prensipleri vaaz etmişlerdir.
«Ben ancak alemlere rahmet olarak gönderildim. Azab için, zorluk vermek için gônderilmedim.»
«Allah Teãlã beni sıkıntı ve zahmet verici ve bunu arzu edici olarak göndermedi. Fakat Allah beni muallim (öğretici, bildirici) ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.»
«Dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır. Muhakkak ki din bir kolaylıktır.»
«Ben size neyi yasak ettiysem ondan çekinin; size neyi , emretti isem ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın. Sizden evvelki ümmetleri ancak meselelerinin ve Peygamberlerine karşı ihtilaflarının çokluğu helak etmiştir.»
«Amelden gücünüzün yettiği kadarını yapın. Siz ibadetten bezmedikçe Allah da sevab vermekten bıkmaz.»
«Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz.»
Hz. Aişe Validemiz, Resulullah Efendimizin bu hususla ilgili tatbikatını şu şekilde beyan etmişlerdir:
«Resulüllah (A.S.M) iki şey arasında dilediğini tercihte serbest bırakıldı mı, günah olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını alırdı. Eğer iş günahsa ondan halkın en uzak bulunanı Resülullah olurdu.»
Bu hadis-i şerifler, İslam dininin ne derece uygulanması kolay hükümler ihtiva ettiğini göstermektedir. Cihanşümül ve kıyamete kadar payidar oluşunda, bu kolaylık anlayışının büyük yeri vardır.
Dinimizin kolaylık dini olduğuna dair tatbikattan bazı misaller:
Dinimizde namaz kılmak için su ile abdest almak mecburiyeti vardır. Ancak su bulunamadığı veya su çok soğuk olup hastalanma ihtimali olduğu hallerde, toprakla teyemmüm yapılır.
Dinimiz yolculara; yorgunluk, zaman darlığı gibi sebeplerle 4 rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılmak kolaylığını getirmiştir.
Namazda ayakta durmak (kıyam) farzdır. Ancak ayakta duracak gücü olmayanlar, oturarak namaz kılarlar.
Hastalara ve yolculara Ramazanda oruç tutmak zor gelebilir. Bu sebeple dinimiz onları Ramazanda oruç tutup tutmamakta serbest bırakmıştır. Tutmazlarsa hiçbir mahzuru olmaz. İyileşince veya seyahatten dönünce, oruçlarını kaza ederler.
Hac yolunda hastalık, harp, v.s. gibi bir sebeple emniyetsizlik varsa, hacca gitmesi mecburi olan Müslümanlar, yoldaki tehlike kalkana kadar haclarını tehir ederler.
3 –İslamiyet’in bütün hükümleri makuldür. Akla zıt düşen, mantığa ters gelen hiçbir meselesi yoktur.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en ônemli özelliği aklıdır. İnsan onun vasıtasıyla gördükleri üzerinde düşünür, iyiyi kötüden ayırır, doğru ile yanlış arasında bir seçim yapar. Bu sebeple Kuran-ı
Kerimde 70 kadar ayette akıldan ve akıl sahiplerinden bahsedilir.
Allah'ın emirleri doğrudan doğruya akla yöneltilir. Sık sık «Hiç duymuyorlar mı?», «Akıl etmiyorlar mı?». denilir.
Dinimizde mükellefiyet için akıl esas olduğundan, aklı olmayanlar yaptıklarından sorumlu tutulmamışlardır.
Hz. Peygambere inanmayan insanlar, «Bize mucizeler göster de Allah'ına inanalım, peygamber olduğunu kabul edelim» dediklerinde, Allah Teala onların bu tekliflerini beğenmemiş; varlığına inanmak için onları mucize istemeye değil, yerlere ve göklere ibretle bakıp düşünmeye çağırmıştır. Kuran-ı Kerimde bu hususta:
«Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara faydalı olan şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen akıl sahipleri için deliller vardır» (Bakare, 164) buyurulmuştur.
Sahabenin ileri gelenlerinden Hz. Enes, Resulüllah Efendimizin yanında bir kimseden bahsederken onu medhetmişti. Resulüllah (A.S.M) sordu :
- Onun aklı nasıldır? Hz. Enes :
- Ya Resulüllah, onun ibadeti, ahlakı, fazileti, edebi iyidir, deyince Allah Resulu yine:
- Onun aklı nasıldır? diye sorusunu tekrarladı. Hz. Enes de:
- Ey Allah’ın Resulu, biz bu adamın ibadetlerinden, faziletletrinden, çeşitli hayırlarından bahsediyoruz; siz ise, aklından soruyorsunuz, dedi. Resululllah Efendimiz bunun üzerine;
- Ahmak olan abid, cehli sebebiyle şeytana aldanarak fasık bir kimsenin günahından daha büyük günahlara maruz kalabilir . İnsanların Allah'a yakınlıkları, ancak akılları kadardır. Buyurdular.
Maverdi'nin ‘Edebü'd-Dünya ve'd-Din’ adlı eserinde zikredilen bu hadis, İslam’da akla verilen önemi göstermesi bakımından son derece ibretli ve düşündürücüdür.
- Akılla ilgili diğer bazı hadisler de şöyledir:
«Aklı olmayanın dini yoktur .»
«Allah akılsız (aklını kullanamayan) mü'mini sevmez.»
GERÇEK AKILLI KİMDİR?
Hz. Ebu Bekir, bir gün evinden dışarı çıkmıştı. Yolda Resulullah’a (S.A.V.) :
- Ya Resulallah! Sen ne ile gönderildin? dedi. Resulullah(S.A.V.) :
- Akıl ile gönderildim, buyurdular.
- Bizim akıllı olmamız nasıl olur?
- Kim Allah’u Teala’nın helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kabul ederse, o kimse akıllıdır. Bundan sonra Allah’u Teala'nın emirlerini yapıp yasaklarından sakınma hususunda gayret gösterirse, ona abid denir.
«Kişinin aklı doğru olmadıkça, dini doğru olmaz...»
«Cennet 100 derecedir. 99 derecesi akıl sahipleri için, bir derece de diğer insanlar için...»
«Ya Ali! İnsanlar çeşitli iyiliklerle Allah'a yaklaşırken, sen de aklınla yaklaş.»
«Allah Teala akıldan daha kıymetli ve şerefli bir varlık yaratmamıştır.»
4- İslamiyet, insanlar arasında her devirde görülen sınıf farklılıklarını, eşitsizlikleri, imtiyazları kaldırmış, asıl ve kök bakımından aralarında hiçbir ayrıcalık olmadığı esasını getirmiştir.
Kuran-ı Kerim'de şöyle buyurulur: «Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık.» (Hucura.t, 13)
Peygamberimiz de şöyle buyurmuşlardır:
«İnsanlar Adem’in oğullarıdır. Adem'i de Allah topraktan yaratmıştır.»
İslamiyet, bununla, bütün insanların aynı ana-babadan geldiklerini; hiç kimsenin doğuştan üstünlük iddiasında bulunamayacağını ortaya koymuştur.
İslamiyet, insanları bir tarağın dişleri gibi hukuk önünde birbirine eşit kabul etmiştir. Soy, renk ve dil farkına hiç önem vermemiş; insana kıymet kazandıran, sair insanlardan üstün kılan hususun yalnızca kalbindeki Allah korkusu ve iman derecesi olduğunu belirtmiştir. Peygamber Efendimiz bu hususu, şu şekilde ifade buyurmuşlardır:
«Ey insanlar! Unutmayınız ki Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arab'ın Arab olmayana, Arab olmayanın Arab'a, Allah korkusu ölçüsünden başka hiçbir üstünlüğü yoktur.»
Böylece dinimiz, herkesi hukukta eşit saymış, insanlar arasındaki dünyevi üstünlüklere, gelip geçici etiketlere önem vermemiş, dış görünüşten ziyade insanın iç görünüşüne bakmıştır.
5 - İslamiyet, ruh ile madde, dünya ile ahiret arasında tam bir denge kurmuştur. Yahudilik beden zevklerini ve maddi faydalan ön planda tutar. Mensuplarını hırsla dünyaya bağlanmağa sevk eder. Hıristiyanlık ve Hind dinleri ise, sadece ruhu geliştirmeye, vücuda eziyetler çektirerek nefsin arzullarını zayıflatmaya, dünya hayatım boşlamaya önem verirler. Buna karşılık İslamiyet, ruh ile beden, dünya ile ahiret arasında tam bir denge kurmuş; ne bedene, ne de ruha ızdırap çektirmeyi esas almıştır. İkisine de aynı ölçüde değer vermiş; her birinin ihtiyaçlarım ayn ayn karşılamayı kabul etmiştir.
Kuranı Kerim 'de, «Allahım, bize dünyada iyilik, ahirette de iyilik ver» ayeti, İslam daki dünya ve ahiret dengesini en iyi şekilde belirtmektedir.
İslam, ne dünyaya fazla değer vererek ahiretin, nede ahirete ağırlık vererek dünyanın terk edilmesine izin verir...
Ahiretin dünyada kazanılacağını söyleyerek. «hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için» çalışılmasını ister...
6 – İslam da ruhban sınıfı yoktur. Herkes dinini gücü nisbetinde kendi öğrenmek zorundadır. İbadetleri ifa için, kul ile yaratıcı arasında aracılık yapacak, günahları affettirecek imtiyazlı bir sınıfa yer yoktur.
7 - İslam, bütün manasıyla ahlak ve fazilet dini olduğu gibi, en yüksek mertebede ilim ve hakikatin koruyucusudur. İslamiyette din ile ilim ikizdir.
İSLAM KOLAYLIKLAR DİNİDİR:
İslam’ın kolaylıklar dini olduğunu gösteren, Asr-ı Saadette cereyan etmiş pek çok vakıa vardır. Onlardan bazılarını burada zikredeceğiz.
Enes bin Malik Hazretleri anlatmaktadır .
Nebi (S..A.V.) bir gün mescide girdi. içeri girer girmez de gözüne mescidin iki direği arasına çekilmiş bir ip ilişti.
- Bu ip nedir? diye sordu. Sahabiler.
- Bu Zeyneb’in ipidir. Zeyneb, nafile namaz kılarken ayakta durmaktan yorulunca, bu ipe tutunuyor, dediler. Peygamber (S.A.V .) :
- Hayır (ibadette böyle güçlük ihtiyar olunmaz;) Bu ipi çözünüz. Sizden biriniz zinde ve neşeli oldukça namazını ayakta kılsın. Yorulunca da hemen otursun, ve namazını oturduğu halde tamamlasın. buyurdu.
Ebu Mes'ud el-Ensari'den :
Resulullah'a (S.A.V.) biri gelip :
- Ya Resulullah. Filanca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, neredeyse namazı terketmeyi ister hale geliyorum, dedi. Peygamber (S.A.V) derhal cemaata hitaben bir konuşma yaptılar. Onu hiçbir hitabesinde o günkü kadar öfkeli görmemiştim. Buyurdular ki :
- Ey insanlar. Sizler nefret ettiricilermisiniz?
«Her kim halka namaz kıldırırsa hafif tutsun. Çünkü cemaatin içinde hasta, zayıf, hacet sahibi olanlar bulunabilir...»
Görüldüğü gibi Peygamberimiz hiçbir zaman, insanları dinden uzaklaştıracak, soğutacak, nefret ettirecek davranışlara kızdığı kadar başka hiçbir şeye öfkelenmemiştir. Müminin vazifesi, İslam'ı insanlara daima, güzel göstermek, onları dine ısındırıp sevdirmek, kolaylaştırmak, güçleştirmemektir .
Utbe bin Amir anlatmaktadır .
Kız kardeşi (Ümmü Hibban) Beytullah'ı yaya olarak ziyaret etmeyi
adamış, fakat sonradan buna güç yetiremeyeceğini hissedince, meselenin Resulüllah Efendimizden sorulmasını bana emretmişti. Ben Hazret-i Resülullah'a sorduğumda, cevaben:
- (İptida) yaya yürüsün, (sonra) bineğinin sırtına binip gitsin. buyurdu...)
Hazret-i Enes'den (R.A.) :
- Nebiy-yi Ekrem (S.A.V.) iki oğlunun arasında, onlar tarafından taşınarak yürütülen bir ihtiyar kimse gördü. 'Bunun zoru nedir? Niye bir bineğe binmiyor?' diye sordu. Oğulları cevaben :
- Ya Resulullah Babamız yaya olarak Kabe'ye gitmeyi nezretmiştir. Bunun için böyle yürütüyoruz, dediler. Resulüllah Efendimiz :
- Şüphesiz ki Allah, bu ihtiyarın nefsini azablandırmakla yaptığı ibadetten müstağnidir, buyurdu ve ona, bineğine binerek Kabe'yi ziyarete, gitmesini emretti.»
Abdullah bin Mesud'dan :
Resulullah (S.A.V .):vaaz hususunda, bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saat kollardı.
Cabir bin Abdullah anlatmaktadır.
Resulullah bir seferde idi derken üzeri gölgelendirilmiş olduğu halde yanında insanlar toplanmış bir adam gördü ve “Onun nesi var” diye sordu. “Oruçlu bir adam” dediler. Resulullah (S.A.V.) bunun üzerine :
- Seferde oruç tutmak halis bir iyilik ve fazilet değildir. Allah'ın sizin lehinize yapmış olduğu ruhsatlardan ayrılmayınız. buyurdu.
CEMİYETİ TERKETMEK FAZİLET DEĞİLDİR
Asr-ı Saadette adamın biri dağda bulduğu suyu bol, toprağı verimli ıssız bir mağarada kendi başına inzivaya çekilip cemiyetin kötülüklerinden, fitne ve dedikodularından kurtulmayı düşünür.
Ancak kararını bir de Resulullah Efendimize açmak, Q'nun, bu konudaki görüşünü almak ister. Huzura gelerek der ki :
- Ya Resulullah, ben bir mağara buldum: içinde suyu, önünde toprağı var. Orada inzivaya çekilerek kendimi tamamen dünyevi şeylerden tecrid etmeyi; uhrevi işlere, ibadet ve taata vermeyi düşünüyorum, Bu hususta siz ne dersiniz?
Adamın cemiyet hayatını terkedip, ibadet için mağarada inzivaya çekilme fikrine Allah Resulü şu ibretli cevabı verir.
- Ben, Yahudilikle, Hiristiyanlıkla, gönderilmedim. (Yani cemiyetten kaçma fikri onlara aittir.) Ben dosdoğru olan İslam'la gönderildim. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, mağarada tek başına gündüz akşama kadar nafile ibadetlerle meşgul olmaktansa, cemiyet içinde Sabah, yahut akşam, Allah için azıcık yol yürümek, (islam'a hizmet için zahmet çekmek) dünyadan ve dünya içindeki her şeyden kat kat hayırlıdır.
Ve sözlerine şunu da ilave eder;
- Cemaat içinde safta yer almanız da, inzivadaki 60 sene ibadet, ve namazdan hayırlıdır...
Cemiyeti terk ederek inzivaya çekilmek isteyene, Allah Resulünün -verdiği bu karşılık, din düşmanlarının İslamiyet’in insanları cemiyetten el etek çektirdiği yolundaki menfi propagandalarına güzel bir cevap teşkil etmektedir.
(Mehmet Dikmen İslamda Fazilet Yarış’ından)