TAZİYE BAŞSAĞLIĞI DİLEMEK TE ÖLÇÜ
Taziyet; Vefat etmiş bir kimsenin hayattaki yakınlarına "Başınız sağ olsun" şeklinde dilekte ve sabır tavsiyesinde bulunmaktır.Bu, İslami bir vazife ve insanî bir davranıştır. Bunu yerine getirirken cenazenin yakınlarının ve onlara taziyede bulunacak kimselerin dikkat etmesi gereken bazı ölçüler bulunmaktadır.Bu medenî vazifeyi yerine getirirken İslâmî ölçüleri dikkate almak, Hakk'ın katında makbul ve halkın yanında sevgili olmamıza vesile olur.
Bu ölçüleri şöyle sıralayabiliriz:
a-Vefat eden kimsenin yakını bulunan şahıs, üç günü geçmemek üzere evinde oturup başsağlığı dileğini arz etmeye gelenleri kabul edip onların samimi tavsiyelerine uyarak sabır göstermelidir. Bu vazife ancak bir defa yapılır ve bu zaman içerisinde ifa edilirŞayet cenazenin yakını bulunan şahıs taşrada ise, ancak o zaman üç günden sonra da başsağlığı dilenebilir. Başınız sağ olsun, dileği Müstehab bulunmaktadır.
b- Bu vazifenin kabristanda veya cenaze evinin önünde yapılması, Bidat’tır. Bu sebeple de oralarda yapılması mekruh görülmektedir (Büyük İslam İlmihali)
c-Taziyet sırasında "Allah’u Teâlâ sizlere sabrı cemil, Ecr-i cezil ve uzun ömürler ihsan etsin" şeklinde duada bulunmak da güzel görülmüştür.
d- Cenaze çıkan evde birinci, üçüncü veya yedinci günlerde ziyafet tertibi mekruh görülmektedir. Bu ifadeyi daha net bir hale getirmek isteriz. Vefat eden şahsın yakınlarının o hafta içinde yemek ziyafeti yapmaları sünnete aykırıdırBu gibi yanlış uygulamaları yapmamalı, yapılan muhitlerde ziyafete katılmamalıdır.Bunda ki gaye acılı aileye yemek hususunda da yük olamamak içindir. Zira ailenin bu acılı günlerinde yemek ya da başka şeylerle meşgul olmaları ağır gelir.
Bunun doğru olan ve sünnete uygun bulunan şekli; Komşuların ve uzak akrabadan bulunan kimselerin yemek hazırlayıp cenaze evine getirmeleri ve onların acılarını paylaşarak yemek yemeleri hususunda ısrarda bulunmalarıdır.
Peygamber Efendimiz (sav), Cafer’in (r.a.) şehîd olduğu günde. Onun hane halkı için yemek hazırlamalarını kendi ehli beytine emretmiş bulunmaktadır. Hadis-i şerifin mealini bilgi ve belge teşkil etmesi bakımından arz edelim: "Cafer'in ev halkı için yemek hazırlayınız. Zira onların başına kendilerini meşgul eden (elim bir hadise) gelmiş bulunmaktadır"
Kaynak: http://www.akabem.com/taziye.php
CENAZE İLE İLGİLİ HATALAR
Dünyasını değiştiren Müslümanlara karşı, hayatta bulunanların yapması gereken bir takım görevler vardır. Bunların bir kısmı hakkiyle bilinmediği için, tatbikat esnasında halk arasında bazı hatalar yapılmaktadır. Bu hatalar İslami hududu aşmakta ve bidat’lara ulaşabilmektedir.Bu hataları şöyle sıralayabiliriz:
1. Su Salâsı:
Bazı yerlerde; Cenaze, yıkanmak üzere teneşirin üzerine konulduğunda Salâ vermek âdeti vardır. Saadet asrında ve onu takip eden zamanlarda görülmeyen ve İslami eserlerde bulunmayan bu adet bidat’tır. Esasen cenaze yıkanmadıkça, onun yanında Kur'an okunmaya bile müsaade yoktur. Kuran-ı kerim okumak arzu eden, başka bir odaya geçerek bu isteğini yerine getirebilir.
2. Cenazenin Kefenine Ahitname Koymak:
Bir takım kimseler; Ölünün mümin olduğunu ifade eden ibareleri ve mübarek kelimeleri onun kefenine veya alnın yazmakta yahut yazılmış bulunan bir kâğıdı kefenin içine koymaktadırlar. Bunu yapmakta fayda olacağını ifade eden bazı beyanlar bulunmakta ise de, muteber eserler hassasiyetle mahzurunu işaret etmektedirler.
3. Cenazenin Bekletilmesi:
Vefat eden bir kimsenin; Başka bir şehirde bulunan yakınlarının yetişmesi için, ölünün yıkanması ve gömülmesi ile alakalı dini vazife saatlerce, bazen bir gün bile geciktirilmektedir. Dinin emirlerinin tehiri pahasına, bir kimsenin gelmesini beklemek, İslami esaslarla bağdaşmayacak bir davranıştır.
4. Cenazenin Tezkiyesi:
Bazen cenaze evinde; Bazen musallada, vazifeli kimse tarafından "Merhumu nasıl bilirsiniz?" diye sorulduğu görülmektedir. Bu meselenin dayanağını bilmeyen bazı kimseler, bu uygulamanın doğru olmayacağına dair, çeşitli beyan ve sırf akla dayalı muhakemeler yürütmektedirler.
Buhârî ve Müslim'in ittifakla Enes b. Malik'ten rivayet ettikleri bir hadis-i şerif bu hususun meşruiyetine ışık tutmaktadır. Bir cemaat cenaze ile birlikte Resul-i Ekrem (sav)'in bulunduğu yerden geçiyordu.Ashâb-ı kiram, ölen kimseyi iyilikleriyle övdüler. Peygamber Efendimiz (sav) "Vacip oldu." Buyurdu. Daha sonra başka bir cenaze alayı daha geçti. Onu da fenalıklarıyla andılar. Peygamber Efendimiz (sav) yine "Vacip oldu." Buyurdular. Bunun üzerine Hazret-i Ömer (r.a):"Ne vacip oldu?" Dedi. Resul-i Ekrem Efendimiz (sav):
"Şu hayırla övdüğünüz kimseye cennet vacip oldu; Kötülüğü ile andığınız kimseye de cehennem vacip oldu. Siz yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz." Buyurdu.
Bu hadis-i şerifteki müjdeden anlaşılıyor ki, ölen kimsenin istifadesi için, cemaatin cenaze lehine iyi şehadette bulunmasını temin maksadıyla, malum olan soru sorula gelmiştir. Bunun dini esaslara uyduğuna şüphe yoksa da her önüne gelen. Kendine göre bir tatbik şekli tutturmuştur. Şunu hatırlatmak isteriz ki "Burada şehadet ettiğiniz gibi, ahirette de şehadet edermisiniz?" Sözüne lüzum yoktur. Vazifeli kimsenin "Bu kardeşinizi nasıl bilirsiniz?" Demesi kâfidir.
Hazır olan cemaat; O kimsenin hayatta iken takip ettiği yol ve takındığı tavır itibariyle ekseri halini iyi olarak biliyorsa "İyi biliriz." Demelidir. Onun bazı hata ve günahının bulunması sebebiyle. "İyi biliriz." Sözünü yalan şahitliğine benzetmek doğru değildir. Zira bu söz, "Her şeyini iyi biliriz, tamamen iyi bir kimse olarak biliriz" manasına gelmez.
Şayet ölen kimsenin her işi çirkin ve ekseri ahvali fena ise ilgili tarafından sorulduğunda, kötü bir şehadette bulunmamalı ve sadece "Allah kusurlarını affetsin" duasını yapmalıdır. Yüce Rabbimizin rahmeti bol, mağfireti geniştir.
Kaynak: Günümüz Meselelerine açıklamalı Fetvalar,
Mehmet Emre, Eskişehir, Balıkesir-Bilecik Eski Müftüsü
MEVLİD OKUMA VE OKUTMA:
Mevlidi şerif bilindiği gibi Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimize hürmeten yazılmış bir noktada Peygamberimizi bize en güzel yönleriyle tanıtmaya çalışan bir şiirdirSüleyman Çelebiye kadar birçok Mevlid eserleri yazılmıştır.Fakat hiç biri onunki kadar meşhur olmamıştır.
Mevlid merasimi ilk defa Gulatı Şianın hâkim olduğu Fatımi devletinde görülmüştür. Fatımiler Resul-i Ekrem Efendimizin (sav) doğum gecesi dışında Hz. Ali'nin (k.r.v) ve ehli Beytin doğum günlerinde de merasim yapmayı adet edinmişlerdir.
Ehl-i Sünnetin Müctehid imamları mevlidin bidat olduğu hususunda fikir birliğindedirler. Ibni Abidin, Mevlid, müzik ve eğlenceden başka bir şey değildir diyor.
Mevlid, ölülerin arkasından bir ibadet maksadıyla veya onu kurtarıcı bir reçete olarak sunulmaktadır. Bir kere Mevlid ne Kuran’da, ne de Sünnet’te mevcuttur. Peygamber Efendimizden (sav) yıllarca sonra yazılmış bir eserdir.Peygamber Efendimizi (sav) methetmek gayesiyle yazılmıştır. Kişi elbette Mevlit okutabilir, okuyabilir. Ancak kişi bunu bir din olarak görmemelidir.
Günümüzde mevlidin nasıl okutulduğu veya niçin okutulduğu ortadadır. Tek gaye vardır, o da Mevlid okutmakla geçmiş ölülerin ruhlarını yad etmek onları kabir azabından kurtarabilmek onlara karşı görevlerini yerine getirdiklerini zannetmek. Hâlbuki işte burada doğru düşünmemiz lâzım.
İmam Şerani (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: "Son zamanlarda zuhur eden büyük bidat’lardan biri de, ibadet diye üzerine düştükleri Mevlid cemiyetleridir."
İbn-i Abidin (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: "Ölüleri hayırla yâd etmek vaciptir. Ama onların arkasından 7, 40 ve 52. geceler bidat’tır. Muayyen gün ve gecelerde evlerde Mevlid okutmak o mümin ölüye işkence etmek hükmündedir.
Sonuç olarak; Mevlid, Peygamber Efendimizin (sav) halini ve kemalini dile getiren bir manzume olarak, orada Kur'an-ı Kerim okunmaya ve Salavat-ı şerife getirmeye vesile olabilmektedir.
Ama Mevlidi bir ibadet gibi yapmak hoş bir şey değildir. Hele bugünkü okunuş şekliyle Mevlid, kazanç vesilesi ve meslek haline getirilmiş ve pazarlıkla okunur olmuştur.
Ömründe bir defacık olsun namaz kılmamış, İslam diniyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir insana bile Mevlid okutulmakta ve bu manzumeyi okuyacak olanlar, çok kere, bu teklife razı olmaktadırlar. Allah (c.c) bize basiret versin. Biz uyansak, mesele kökünden hal olacaktır. Sarmaşık, sırık bulmazsa boy gösteremez. İslam'a aykırı olan davranışlara sırıklık yapmamalı ki bu gibi işler boy vermesin.
AĞIT YAKMAK:
Ölü ardından söylenen, ölüyü yücelten ve belli bir makam ile terennüm edilen şiir. Ayrıca ölen kişinin fazilet ve kahramanlığından söz edilerek ağlamak anlamına kullanılmaktadır. Ağıt yakmak insanın acı ve elemini dile getiren bir duygunun ifadesi olduğu için hemen, hemen bütün toplumlarda görülen bir alışkanlıktır.
Bazen ölenin; Başucunda toplanan kadınlar tek, tek saç-baş, yaka-paça yırtıp ağıt söyleyip ağlarlar bazen de cenaze* kalktıktan sonra ölenin eşya ve elbisesi ortaya konup, kadınlar etrafında toplanıp, şiddetle ağlayarak üst ve başlarını yırtar, saçlarını yolar ve durmadan dövünür, elleriyle yüz ve vücutlarına vururlar. Bu davranışlar ölü mezara götürülürken de yapılırdı.
Eski din ve toplum anlayışlarına yeni bir bakış açısı getiren İslâm dini. Her hususta olduğu gibi cenazenin kaldırılması, defni ve definden sonraki durumlarına kendine has usul ve çözümler getirmiş ve ölüm ile karşılaşıldığında, insanın ızdırabını nasıl ve hangi ölçü ve prensiplerde ifade edebileceğini belirlemiştir.
Öncelikle insanı yaratan ve onu sevdiklerine veren Cenâb-ı Allah’tır (c.c). Ölümle de insanın ruhunu kabzeden yine Allah (c.c) olduğuna göre, Allah'a (c.c) inanan bir mümin böyle bir musibet karşısında cahili bir takım duygu ve alışkanlıklarını yok etmesini bilmelidir.Hz. Peygamber Efendimiz (sav) her hususta olduğu gibi ölüm karşısında da müminlere sabırlı olmalarını tavsiye etmiştir.
Resulullah Efendimizin (sav) kızı Hz. Zeyneb’in can çekişen çocuğunun ölmek üzere olduğunu babasına bildirince Hz. Peygamber Efendimiz (sav) kızına şu haberi göndermişti:
"Allah'ın aldığı da verdiği de kendinindir. Onun katında her şey belli bir ecele bağlıdır. Sabret ve sevabını Allah'tan bekle."
Resulullah Efendimiz (sav) ile birlikte oğlu İbrahim'in sütannesi olan Ebû Seyf Berra' b. Evs'in zevcesinin evine gittik. Resulullah Efendimiz (sav), oğlu İbrahim'i kucağına aldı, öptü, kokladı. İkinci kez o eve gittiğimizde İbrahim can çekişiyordu. Nihayet ruhunu teslim etti. Resulullah Efendimizin (sav) iki gözü yaş dökmeye başladı.Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf "Ya Resulullah! Halk musibet anında sabretmeyebilir, fakat sen de mi?" Diye hayretini ifade etti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber Efendimiz (sav): "Ey Avf'ın oğlu! Bu durum, bir babanın çocuğuna karşı beslediği rikkat ve şefkattir.Yoksa sabır ve tevekkülü* zedeleyen bir haykırış ve ağıt yakma değildir." Buyurdu.
Sonra Resulullah'ın bu gözyaşlarını diğer damlaların izlediği görüldü. Bunun üzerine de Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:
"Göz ağlar ve kalb mahzun olur. Biz, Rabbimiz'in razı olacağı sözden başka bir kelime ile kederimizi ifade etmeyiz. Ey İbrahim, senin ayrılığınla çok mahzun ve kederliyiz." (Buhârî, Cenâiz, 44; Ebû Davud, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 53, 60; Ahmed b. Hanbel, III, 193)
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz şöyle buyurdu:
"Ümmetimde, cahiliyet işlerinden olup, terk etmedikleri dört şey vardır:
1- Geçmişleriyle övünmek.
2- Kişilerin neseplerine ta'n etmek.
3- Yıldızlardan yağmur beklemek.
4- Ölünün Ardından Bağırıp Çağırmak. ------------------------------------------------------
Rasûlullah Efendimiz (sav) Hâdis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor: "Bağırıp çağıran, ölmeden önce tövbe etmezse kıyamet günü üzerinde katrandan bir gömlek ve yırtık bir deri olduğu halde kalkar."
"İki ses dünya ve ahirette lânetlenmiştirNimet zamanı. Çalgı çalmak. Musibet zamanı. İnlemek.
"Kadınlar: "Ya Resulullah, cahiliyet döneminde bazıları bizimle beraber ölülerimize ağlaştılar. Şimdi biz de onların ölülerine ağlamayalım mı?"
Rasûlullah Efendimiz (sav): "İslâm'da ölünün arkasından bağırarak ağlaşmak haramdır." Buyurdu.
Rasûlullah Efendimiz (sav): "Ölüye akrabalarının ağlaması onun azabını arttırır." Buyurduğu bilinmektedir. (Buhârî, Cenâiz, 32; Meğâzi, 8; Müslim, Cenâiz, 16, 17 vd.; Ebu Davud, Cenâiz 54)
ÖLÜNÜN ARDINDAN YAS TUTMAK:
Ölü arkasından yas tutma; kadının, ölen yakınları için, kocası izin verdiği müddetçe üç gün yas tutması caizdir. Üç günden fazla yas tutması ise haramdır.
Ancak ölen, kendi kocası ise iddet boyunca yas tutması gerekir. İddet müddeti ise. Dört ay on gündür.
Ümmü Atiyye (r.a.)'den rivayete göre, Hz. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur. "Kadın üç günden fazla ölüye yas tutamaz. Ancak ölen kendi kocası ise, dört ay on gün yas tutar. Yas elbisesi hariç boyalı (nakışlı elbise giymez, sürme çekmez, koku sürünmez, kına yakmaz, yıkanma dışında taranmaz. Hayızdan temizlenip yıkandığında ise güzel koku sürülü bir bez parçasını kullanması caizdir."
Yas tutmak; Kadının, süsleneceği süslerden sürme, ipek koku ve kına gibi şeylerden vazgeçmesidir. Yas tutmak yalnız kocanın hakkına vefa etmek ve hakkını gözetmek için iddet boyunca kadına aittir.
İslâm âlimlerinin bu hadislerden hareketle vardıkları sonuç şudur: Bir kimse ölüm musibetiyle karşılaşınca mutlaka kederlenir.Fakat sadece sessiz ağlayarak bağırıp çağırmadan, yüzüne gözüne vurmadan, elbisesini yırtmadan ah ve feryat etmeden kederini açığa vurmasında bir sakınca yoktur. Fakat böyle bir anda müslümanın kendinden geçip âdeta Allah'ın (c.c) verdiği bu canı almakla ona isyan edercesine ah ve figan ederek, üstünü başını yırtıp yüzünü gözünü tırmalaması asla caiz değildir.
İbn Mâce, Ebû Ümâme'den rivayet edilen bir hadisi şöyle kaydetmektedir: "Ölüm karşısında ölü için yüzünü tırmalayan, yakasını yırtan ve Mahv ve helâkini isteyen kadına Allah gazab eder." (İbn Mâce, Cenâiz 52). (Mahv: Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma.
Bu duruma göre ölüye ah ve figan ederek, elbisesini yırtıp, bağırıp çağırarak ağlamak. Haramdır.
Kaynak: Şamil. İslam. Ansiklopedisi. <<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
Rasûlullah Efendimiz’in (sav) Duası:
«Ya Rabbi bana kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni senin sevgine. Yaklaştıracakların sevgisini ihsan eyle ve kendi sevgini bana, hararetten, susuzluktan yananların soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl.» Hadis-i şerif.
Rabbim; Bizi ve bütün ümmeti Muhammed'i kendisinden isteyen ve dileğine nail olan, nimetlere kavuşan ve kavuştukları nimetlere şükürden ayrılmayan, sağlam bir iman ile Zikreden bir kalb Ve hayatını sünneti seniyye ile rızayı ilahi ye göre sürdüren, son nefesinde iman ile ruhunu teslim eden kullarından eylesin. Âmin. İnşâallah.