Hızırbey

Hızırbey Haber Portalı

23:23, 28 Mart 2024 Perşembe
NECÂTÜ'L-MELHÛF
NECÂTÜ'L-MELHÛF

NECÂTÜ'L-MELHÛF

Gam ve kederi gideren, rahat ve ferahlık içinde yaşamayı, dünya ve ahirette selâmet ve huzura kavuşmayı kolaylaştıran sebepleri beyân eder.


NECÂTÜ'L-MELHÛF

Mahzunların ve Şaşıranların Kurtuluşu

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Ve's-selâtü ve's-selâmü alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Bu risalemizde (Necâtü'l-Melhûf) adlı eserden aldığımız 4 kısımdan ibaret olan ve her Müslüman için lüzumlu bilgileri, mümkün olduğu kadar günümüzün diline çevirerek sunacağız. Cenâb-ı Hak, Tevfîkını refik buyurarak bu halis emelimizde muvaffak kılsın. Âmin. İnşâallah.

Birinci kısım: Geçim darlığını gideren, aile ve yuvayı bereketlendiren, geçime maddî ve ma'nevî kolaylıklar getiren vesilelerdir.

İkinci Kısım: Servet ve Zenginliğe gidişi kolaylaştıran, fukaralık ve sâir belâ ve musibetleri doğuran sebepleri açıklamaya aittir.

Üçüncü kısım: Borçlu müminlerin borçlarını kolaylıkla ödemelerine vesile olacak âyet, hadîs ve duaları beyân eder.

Dördüncü kısım: Gam ve kederi gideren, rahat ve ferahlık içinde yaşamayı, dünya ve ahirette selâmet ve huzura kavuşmayı kolaylaştıran sebepleri beyân eder.

BİRİNCİ KISIM:

Geçim zorluğunu ve ma'işet darlığını gideren sebeplerden biri, her gece devamlı olarak.                             (Sure-i Vakı’a‘yı) okumaktır.

Bu hususta Cenab-ı Peygamber Efendimiz (sav): (Men kare'e külle leyletin sûrete'l-Vâkı'ati lem tusîbhü fâkatün) Buyurmuşlardır.

 

Manası: "Her gece Sure-i Vakı’a’yı okuyana fukaralık isabet etmez." Demektir. Ashâb-ı Kiram arasında bu Sûre-i Celileyi her gece okumanın, rızık ve maişeti kolaylaştırdığı ve genişlettiği pek ziyâde şöhret bulmuştu.

Hazret-i Osman (r.a) Efendimiz, Abdullah İbn-i Mes'ûd (r.a) Hazretlerine.                                                   Çoluk çocuğunun maişetine medar olmak üzere bir miktar ihsanda bulunmak istemiş de. İbn-i Mes'ûd buna karşılık: "Biz her gece çoluk-çocuk "Sure-i Vakı'a’yı" okumağa devam ederiz. Hal böyle iken bizim fukaralığa duçar olacağımızdan korkuyor musunuz?" Cevabında bulunmuşlardır.

Bir diğer sebep de her sabah Yasin-i Şerifi okumağa devam etmektir.

Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (sav) bu Sure-i Celilenin fazilet ve tesiri hakkında. "Yasin limâ kurie lehû" buyurmuşlardır.

Meali: "Yasin-i Şerif, hangi niyet için okunursa onu husule getirir" demektir.

Gavs-ı Azam, Seyyid Abdü'l-Âzîz-i Debbâğ Hazretleri de: Tebareke Süresindeki (Ela ya'lemü men halaka ve hüve'l-latîfu'l-habîr)

Ayet-i Kerimesini devamlı okumak, fakırdan ve her türlü musibetten insanı korur demiştir.

Dünya ve âhiret saadet ve selâmetini temin eden sebeplerin en büyüklerinden biri de, beş vakit Namazı cemaatle kılmaktır. Cemaat ile namaz kılmayı terk edenler hakkında vârid olan tehditler pek çoktur.

Abdullah ibn-i Abbas (r.a) Hazretlerine: Filan kimse gündüzleri oruçlu, geceleri namazlıdır, lâkin cemaate devam etmez demişler de, cevaben "onu cehennemle müjdeleyin" buyurmuştur.

İslâm Dininin büyüklerinin, umumî olarak cemaat hakkında inançları budur. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (sav):

(Men sallâ salât el hamsi maa'l-cemâati felehû hamsetü eşyâe: El-evvelü, lâ yusîbuhu fakrün fi'd-dünyâ; ves-sânî yer-feullahü ânhü âzâbe'l-kabri; ves-sâlisü yu'tâ kitâbehû bi yemînihi; ver-râbi'u, yemürrü âle's-sırâtı ke'l-berkı'l-hâtifi; ve'l-hâmisü yüdhılüllahhü Teâlâ'l-Cennete bilâ hısâbın ve lâ azâbin.) Buyurmuşlardır.

Manası: "Beş vakit namazı cemaatle kılanlara beş türlü nimet vardır.

Birincisi: Dünyada Fakirlik yüzü görmezler.

İkincisi: Cenâb-ı Hak (c.c) onlardan kabir azabını kaldırır.

Üçüncüsü: Hesap gününde amellerinin defteri sağ taraflarından verilir.

Dördüncüsü: Sırat köprüsünden, gözleri kamaştıran yıldırım süratiyle cennete giderler.

Beşincisi: Cenâb-ı Hak onları hesapsız ve azapsız Cennetine koyar, demektir. Bu müjdelere göre, Beş vakit namazı cemaatle kılanlar Sâbıkîn ve Mukarrebînden olduklarına göre, Cennet ehlinin eşrafı olmaları lâzım gelir.

Rızık bolluğunu temin eden manevî sebeplerin en mühimlerinden biri de, İstiğfara devam etmektir. İstiğfarın fazileti hakkında vârid olan Kur'ân ayetleri ve Hâdis-i şeriflerden başka, Ümmetin Sâlih kişilerinin tecrübeleri de pek çoktur.

İstiğfar kuvvetiyle bir kaç gün zarfında, senelerce giderilmesi mümkün olmayan.  Belâ ve musibetler zail olur. Çünkü musibetler çok kere, isyan neticesidir.

(Ve mâkânallâhü muâzzi behüm ve hum yestağfırûn)

Ayet-i kerimesinin manası, İstiğfara devam edenlere Allahü Teâlâ Hazretleri âzâb edici. Değildir, demektir.

Hiç şüphesiz ki, rızık ve maişet darlığı, sefalet, gam, keder ve hüzün gibi her türlü musibet, bunları giderici olan, İstiğfar ile bertaraf edilir.

Cenab-ı Peygamber Efendimiz (sav) (Men lâzeme'l-istiğfâre caalallâhü lehû min külli hemmin ferecen ve min külli dıykın mahrecen ve razakahû min haysü lâyahtesib) buyurmuşlardır.

Manası: "İstiğfara devam edene Cenab-ı Hak, her kederden ferahlığa, her darlıktan bolluğa kavuşturan çareyi ihsan eder ve ummadığı bir taraftan onu rızıklandırır." Demektir.

Bereketi ve rızkı çeken ve kolaylaştıran sebeplerden biri de. İffet ve Namusunu muhafaza ve Sünnet-i Nebeviyyeyi ihya niyetiyle evlenmektir. Nitekim mal ve güzellik amacıyla evlenenler ekseriya bereketsizliğe düşerler.

Müslümanların çokluğunu göz önüne alan sevgili Peygamberimiz Efendimiz (sav)

(Men tezevvece İmreeten lem yürid bihâ illâ en yağuzza basarahû ve yühassıne fercehû ve yasıle rahımehû bârekallâhü lehû fîhâ ve bâreke lehâ fîhi) buyurmuşlardır.

Manası: "Gözünü yasaklara bakmaktan men ve fercini haramdan muhafaza ve akrabalarına yardım kasdıyla evlenene, Cenâb-ı Hak o kadını o erkeğe ve erkeği de o kadına mübarek kılsın." Demektir.

Cenâb-ı Peygamber Efendimizin (sav) dualarının kabulünde şüphe olmadığındandır ki, bu maksatlarla evlenen basiret ve imân sahiplerinin, evleneceği kadının sâdece ahlâk ve dindarlığını tahkıyk ile yetinerek, mal ve cemâlini bir tarafa bırakıp (Tevekkeltü alallah) diyerek, kendilerini damatlığa reva görmelidirler.

İnsanın rızık ve malı, Cenâb-ı Hak tarafından ihsan buyrulacağına göre, bu hususta zihin yormağa lüzum yoktur. Bilindiği gibi elde edilen her mal rızık olmaz.  Belki de bazısı emanet veya başka birinin rızkıdır.

Aile ve ev bereketini muhafaza eden sebeplerden biri de, yemeğe başlamadan önce ve unuttuğu takdirde yemek arasında veya sonunda besmele çekmektir.

Hazret-i Huzeyfe (r.a) dan rivayettir. "Cenâb-ı Peygamber Efendimize (sav) bir yemekte beraber bulunduğumuz vakit, Efendimiz başlamadan önce hiç birimiz başlamazdık. Bir gün İslami edeplerden bilgisi olmayan bir köylü, Peygamber Efendimizin (sav) başlamasını beklemeden ve Besmele de çekmeden elini uzatınca. Peygamber Efendimiz (sav) hemen elini tuttu. Başka bir çocuk da elini uzattı; onun da elini tuttu" ve buyurdu ki,  "Besmele ile başlanmayan yemeğe şeytanın müdahalesine mâni kalmayacağından, şeytan yemeğe elini uzatabilir. Yemeğimizden yiyebilmek için bu köylüyü ve bu çocuğu bilhassa getirdi. Ben de onun bu hilesine mâni olmak için ellerini tuttum. Nefsim kudret elinde olan Allah hakkı için, ben onların elini tuttuğum zaman şeytanın eli de beraberdi." Bu hadis-i şerifi, İmam-ı Müslim ve Ebû Dâvûd rivayet ettiklerinden, sahih hadiselerdendir. İmanı kuvvetli olan basiret sahipleri birçok tecrübelerine dayanarak aile ve hane bereketlerini gözleriyle görmüş gibi itikat ederler.

Her şeyi madde ile ölçen bir takım bilgin taslağı veya filozof meşrepli kimselerin bu gibi Şer’i esasları inkâr ve tahrif etmeğe yeltenmeleri mutlak cahilliklerinin neticesidir. Onlar ne derlerse desinler biz Müslüman olarak, maneviyat ve tabiatüstü âlemin varlığına inandığımızdan bu hususta tereddüt etmeyiz.

Filozoflar tabiatüstü âlemi bazen kabul bazen de inkâr ederler ve kendilerini hayret. Ve tereddütten kurtaramazlar. Kuvvetli iman sahibi Müslüman, Şeriat-i Muhammediyye'ye imanı sayesinde bir dağ gibi sarsılmadan tereddüt ve hayrete düşmekten kendini kurtarır.

Yemeklerin bereketini artıran sebeplerden biri de, edeb ile büyüklerin yemeğe başlamasını bekleyerek sırayla ve kendi önünden yemektir.

Âlemin terbiyecisi olan Peygamber Efendimiz (sav) Hazretleri: "Bereket taamın ortasına iner; önlerinizden yiyin, ortaya uzanmayın" emr-i şerifinde.                 Bulunmuşlardır.

Hane bereketini artıran diğer bir sebep de sirkedir. Âlemlerin sırlarına vâkıf olan Peygamber Efendimiz (sav) "Sirke ne güzel katıktır. Ey Allah’ım, sirkeye bereket ihsan et. Sirke, benden evvel bütün büyük peygamberlerin kullandıkları bir katıktır. Sirke bulunan evde fukaralık olmaz." Buyurmuşlardır. Bu duanın sebebi de yetmiş Peygamber-i Zişan (a.s) mın sirkeye bereket ile dua etmiş olmalarıdır.

Yemeğe bereket veren manevî sebeplerden biri de, toplu halde yemek yemektir. Bazı Eshâb-ı Kiram: "Ya Rasûlullah, yemek yiyoruz. Lâkin doymuyoruz" diye hallerini arz ettiler. Peygamber Efendimiz (sav) de: "Yemeklerinizi yerken toplu olarak mı yersiniz? Yoksa ayrı, ayrı mı yersiniz?" diye sordular. Onlar da: "Ayrı, ayrı yiyoruz" deyince: "Toplu halde yiyin ki yemeklerinize bereket gelsin" buyurdular.

Cömertliği ve bereketi öğretmek için Peygamber Efendimiz (sav) diğer bir Hadîs-i şerif de: "Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeter", diye işaret buyurmuşlardır.

Haneye bereket veren sebeplerden biri de, kab, tabak ve tencereleri güzelce sıyırıp, yemeği israf etmemek ve tabaklarda artıkları bırakıp çöplerin içine atmamaktır. Peygamber Efendimiz (sav): "Yemek bittikten sonra tabaklarınızı güzelce sıyırınız. Ta’ki hiç bir tane veya kırıntı kalmasın. Çünkü bereketin, yemeğin hangi kısmında olduğunu bilemezsiniz." İrşadında bulunmuşlardır. Hatta o zamanın âdetlerine göre tamamen el parmaklarıyla yemeğe bulaşması zaruri olduğundan bereketin zayi olmaması için parmaklarınızı yalayın diye tavsiye buyurmuşlardır.

Gerçi bugün artık yemekler, Çatal kaşık gibi araçlarla yenmekte ise de sünnet-i seniyyeye uymak için elleriyle yiyenlerde bulunacağından bu peygamber emrini belirtmekte fayda gördük.

Bugünün insanlarına belki bu parmak yalama işi pek hoş görünmezse de. Hakikî Müslüman’ın yemekten evvel ve yemekten sonra ellerini yıkaması bir Sünnet-i Seniyye. Olduğu unutulmamalıdır. Böyle olunca bu günün insanının en önce hatırına gelen sıhhî tehlike kendiliğinden ortadan kalkmış olur.

Yemeklerin israfı konusunda bugünün Müslüman’ına düşen çok büyük vazifeler vardır. Başta ekmek israfı gelir. Sofraya konan ekmekler aile efradı tarafından küçük parçalara bölünerek yendiği için birçok parçacıkların yenmeden kalması, bundan başka bayatlayan ekmeklerin, büyük parça halinde de olsa, yenmeyerek çöplere atılması, kalan yemeklerin de bayatladı diye çöplere dökülmesi, zamanımızda çok görülen hallerdendir.

Aile reisleri yani ana ve baba, sofrada ekmek kırıntısı artırıp bırakmanın, İslamiyet’in reddettiği israf faslına girdiğini, bunu yapanların günah işlediklerini, bu nimetleri bizlere bol, bol veren.  Allah’u Teâlâ’ya karşı nankörlük ettiklerini çocuklara güzel bir dille anlatıp öğretseler, ailenin ve evin bereketini temin etmiş olurlardı. Ne yazık ki, bu hususta, Hıristiyanların çocuklarına verdikleri terbiye, bizleri imrendirecek durumdadır.

Bir gün bir Alman’ın tabağındaki son pirinç danelerini de birer, birer çatalla toplayıp yediğini görmüştüm de kendimi tutamayıp sormuştum. Bir kaç dane pirinçten ne olacak, onlar da tabakta kalıversin demiştim. Cevaben dedi ki: "Alman milleti seksen milyondur. Eğer her Alman, tabağında on pirinç danesi bıraksa, bir öğün yemekte 800 milyon pirinç danesi çöplere atılmış olur. Bu da demektir ki, bir öğün yemekte 8000 ton pirinç çöplere atılır."

Onların millî terbiyesi tamamen iktisadî temellere göre ayarlanmıştır. Fakat bizim ki ise; Dinî ve aynı zamanda da iktisadîdir. Lâkin zamanımızda ne yazık ki bu terbiyeyi de diğer millî ve dinî ahlâk ve terbiyelerimiz gibi ihmal etmiş bulunuyoruz.

Yukarda söylenenlere uygun bir Hâdis-i şerif’inde, Peygamber Efendimiz (sav): "Evinin hayır ve bereketini artırmak isteyen kimse yemekten evvel ve sonra ellerini güzelce yıkasın." Buyurmuşlardır.

Hane bereketini artıran sebeplerden biri de, misafiri çok sevmek ve yemek yedirmektir. En ince işlerin sırlarını bilen Peygamber Efendimiz (sav) Hazretleri:

(El-hayrü esre'u ile'l-Beyt'illlezî yü'kelü fîhi min'eş-şefrati ilâ senâm'il-ba'îri.) Buyurmuşlardır.

Manası: "Hayır ve bereket, içinde yemek yenilen haneye, yüzülmekte olan. Devenin hörgücüne giren kasabın bıçağından daha çabuk girer" demektir. Malûm olduğu veçhile devenin hörgücü tamamıyla yağ parçası olduğundan, bıçağın onu kesmesi diğer uzuvları kesmesine nispetle çok daha kolay olacağından ona kıyas edilmiştir.

Rızkı genişleten manevî sebeplerden biri de, Cenâb-ı Hakka kalbini bağlayıp her iş de ve her halde doğruluğu elden bırakmamaktır. Âlemin terbiyecisi olan Peygamber Efendimiz (sav) bir Hâdis-i Kutsi’de:

 

(Yekûlü Rabbüküm y'ebne âdeme, teferreğ li-ibâdetî; emleü kalbeke ğınen ve emleü yedeyke rızkan y'ebne Âdeme lâ tebâad minnî emleü yedeyke şuğulen)

Manası: "Ey Âdemoğlu, İbadet’ime vakit ayır ki kalbini zenginlik (kanaatle), ellerini rızıkla. Doldurayım." Buyurmuşlardır.

Şeriat dilinde ibadete vakit ayırmak sadece namaz, oruç ve Kur'an okumak demek değildir. Bunlarla beraber ticaret, sanat, ziraat velhasıl ailesinin maişetini temin edecek bir işle uğraşmak da makbul bir ibadettir. Yoksa yalnız namaz kılıp, Kur'an okumakla gününü geçirip boş vakitlerini de havâiyyat ve tenbellikle heba etmek Müslümanlığın gaye ve esaslarına uymayan şeylerdir.

Allah (c.c) indinde de, Resulü (sav) katında da, hatta kullar arasında da, makbul olan budur.    Meşru' ve helâlinden kazanılan ve ailesinin ihtiyaçlarını temin için sarf edilen emekler de ibadettir.

Allah’a (c.c) iyi kul olabilmenin şartları arasında doğruluk (yalandan uzak olmak).  İyi ahlâk (ahlâk-ı hamide), iyi niyet (Hüsn-ü niyet), çalışkanlık (tenbellik etmemek) de hep Namaz, Oruç, Zekât, Hac gibi farz ibadetlerle yan yana gelmektedir.

Rızkı genişleten sebeplerden biri de, ihtiyaç ve zaruret hâlinde yalnız.  Cenâb-ı Hakka boyun büküp, ondan istemektir. Kuldan istemek, Cenâb-ı Hakkı ihmal demektir ki bu, kulun imanının zayıflığına delâlet eder.

Peygamberimiz Efendimiz (sav):

(Men nezelet bihî fâkatün fe enzelehâ binnâsi lem tüsed-dü fâkatühû ve men nezelet bihî fâkatün fe enzelehâ billâhi fe yûşikullâhü lehû bi rızkın âcilin ev âcilin) buyurmuşlardır.

Manası: "Her kime fukaralık isabet eder de insanlardan yardım ister ve onlara boyun bükerse,  fukaralığı zail olmaz. Ve her kime fukaralık gelir de Allah’a (c.c) yalvarır ve rahmetini umarak beklerse, Cenâb-ı Hak yakın zamanda veya hemen ona bir rızık ihsan eder." Demektir.

Peygamber Efendimiz (sav), Diğer bir Hadis-i şerif’te:

(Men câ'a ev ihtâce fe ketemehü'n-nâse efdâ bihî ilallahi Teâlâ kâne hakkan alallâhi en yüfteha lehû kûte senetin min halâlin.) Buyurmuşlardır.

Manası: "Kim aç kalır veya muhtaç olur da insanlardan gizler.  Cenâb-ı Hakka kalbini bağlayıp, yalnız ondan yardım beklerse, ona helâlindan bir senelik rızk ihsan etmek Cenâb-ı Hakka borç gibi olur." Demektir.

Rızkı kolaylaştıran sebeplerden biri de, Allah’u Teâlâ Hazretlerine mütevekkil olmaktır. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (sav):

(Lev tevekkeltüm alâllâhi hakka't-tevekküli lerezekaküm kemâ yerzuku't-tayre, tağdû hımâsan ve terûhu şibâ'an) buyurmuşlardır.

Manası: "Eğer siz, Cenâb-ı Hakka hakkıyla tevekkül etmiş olsanız, kuşları merzuk ettiği gibi sizi de merzuk ederdi. Kuşlar sabah aç giderler; akşam tok olarak dönerler." Demektir.

Bereketi olmayan mallardan biri de, cebir ve ikrah ile ve bilhassa yemin ettirerek ve sıkboğaz ederek elde edilen mallardır. Süfliliği her şeyden ziyade ayıp sayan yaratıkların en kâmili Peygamber Efendimiz (sav):

(Lâ tahlifû fi'l-Mes'eleti fe vallahi lâ yeselünî ahadün minküm şey'en fe tuhricü lehû mes'eletühû minnî şey'en ve ene lehû kârihün fe yübârekü lehû fimâ a'taytühû) Buyurmuşlardır.

Manası: "Bir şey istediğiniz vakit yemin etmeyin; Allah hakkı için içinizden biriniz benden bir şey ister de yemin sebebi ile onu koparırsa, vermiş olduğum şeyde ona bereket olmaz" demektir.

Fakat Cenâb-ı Hakkın şevkiyle, kendi kendine gelen helâl malı reddetmek kötü belki de. Kibirden sayılır. Meğerki almasında Şer’i bir mâni' bulunsun.

Cenâb-ı Hakkın bu türlü gönderdiği malı mütevâzi'âne kabul etmeli ve bunu Hak’tan bilerek gönderene de dua etmelidir. Bu mal bereketli olduktan başka kabul edenin sevabı da gönderenin sevabından aşağı değildir.

Ahlâkların en güzeli ile ahlâklanmış Peygamber Efendimiz (sav):

(inne hâze'l-mâle hâzıratün, hulvetün; fe men â'taynâhü şey'en bi tıybi nefsin minnâ ve husni ta'metin minhü min gayri şerehi nefsin bûrike lehû fîhi; ve men â'taynâhü minhü şey'en bi ğayri tıybi nefsin minnâ ve husni ta'metin minhü ve şerehi nefsin kâne ğayre mübârekin lehû fîhi.)                         Buyurmuşlardır.

Manası: "Bu dünya malları beşer tabiatı icabı güzel ve tatlıdır. Her kim haris olmayarak edeb ve terbiye dairesinde bizden ister de biz de gönül hoşluğuyla ona verirsek, aldığı şeyde ona bereket hâsıl olur. Her kim haris olarak edeb dışı bir şey ister de biz de gönüllü olmayarak ona istediğini verirsek o şeyde ona bereket olmaz." Demektir.

Peygamber Efendimiz (sav), Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde:

(Me-llezî yu'tâ bi siatin bi a'zame ecran min-ellezi yakbelü izâ kâne muhtâcen.) Buyurmuşlardır.

Manası: "Mal çokluğu sebebiyle, verenin sevabı, ihtiyaç yüzünden kabul edenin sevabından daha büyük değildir," demektir.

Hane ve aile bereketini artıran sebeplerden biri de, oruç tutmak istendiği zaman sahura kalkmaktır. Müslümanların bu cihetten kusurları, çoktur. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (sav):

(Es-sahûrü küllühû bereketün, fe lâ tede'ûhü ve lev en yetecerra'a ahadeküm cür'aten min mâin; feinnallâhe ve melâiketehû yusallûne âle'l-müsahhırîne) buyurmuşlardır.

Manası: "Sahur yemeğinin tamamı berekettir. Velev ki bir yudum su olsun için de sahuru terk etmeyin. Cenâb-ı Hak ve melekleri sahur yiyenlere salâvat getirirler." Demektedir.

Fakr ve ihtiyaç belasını gideren sebeplerden biri de, hac ve Umreyi beraberce yapmaktır. Peygamber Efendimiz (sav):

(Tâbiû beyne'l-haccı ve'l-Umreti; fe innehümâ yenfiyâni'l-fakre ve'z-Zünûbe ke mâ yenfi'1-kîrü habese'l-hadîdi vez'zehebi ve'lfıddati ve leyse li'1-hacceti'l-mebrûreti sevabün ille'l-Cennetü) Buyurmuşlardır.

Manası: "Haccı yaptığınız vakit Umreyi de daima hacdan evvel veya sonra yapmağa çalışın. Körüklenen ateşin, demir, altın ve gümüşün pasını aldığı gibi, bir arada yapılan hac ve umre de, fakrı ve günahları giderir. Makbul bir haccın sevabı ancak cennettir." Demektir.

Bir hac mevsiminde sevdiğimiz bir kardeşle beraberdik; İbadet aşkı ve hulûsu çok olan bu zat, durmadan umre tavafı ve sa'yi yapmak da idi. Bunları yaparken de eminim ki, fakirlikten kurtulup bir servete kavuşmak cihetini düşünmüyordu. Fakat memleketine döner dönmez hiç ummadığı bir yerden ve ehemmiyetsiz bir sebeple oldukça mühim sayılabilecek bir servete kavuştuğunu bizzat gördüm.

Şüphesiz ki her ibadette ihlâs şart olduğundan, dünya malı kasdıyla işlenen ameller makbul olmadığı gibi, büyük bir ihtimalle tesiri de görülmez.

Bereketi artıran sebeplerden biri de, Bakara Suresini çok okumaktır. Cenâb-ı Peygamber (sav) Efendimiz Hazretleri:

(Ikreû Sûrete'l-Bakareti; fe inne âhzehâ bereketün ve terkehâ hasretün ve la testetî'uhâ el-batâletü) Buyurmuşlardır.

Manası: "Sure-i Bakarayı okuyun. Onu okumak bereket, terki de pişmanlıktır. Onu okumaktan sizi alıkoyan tembelliktir." Demektir.

Zaruret ve fakirlik belâsını gideren sebeplerden biri ve belki de en büyüğü.

(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) Zikr-i şerifine devam etmektir.

Manası: Maddî ve manevî bilcümle musibet ve zararlardan kurtulmak ve bütün istekleri elde etmeğe kuvvet kazanmak, ancak Allah’u Teâlâ Hazretlerinin yardımıyla olur, demektir. Peygamber Efendimiz (sav)

(Eksirû min kavli lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi;fe innehâ min Kenzi'l-Cenneti) buyurmuşlardır.

Manası: "(Lâ havle ve lâ kuvvete) Kavl-i şerifini çok okuyun. Çünkü o Cennet hazinelerinden bir hazinedir" demektir.

(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi, ve lâ Mencee minallâhi illâ ileyhi)

Manası: "Güç ve kuvvet ancak Allah sayesindedir. Onun azabından kurtuluş yine O'na dönmekledir" demektir.

İmam Makhûl: "Bu zikre devam edenden Cenâb-ı Hak yetmiş türlü mazarrat ve belâyı defeder. Bunların en ehveni fukaralıktır." Buyurmuşlardır.

Diğer bir Hâdis-i şerif’te

(Men en'amallâhü aleyhi ni'meten fe erâde bekâehâ fe'l-yüksir min kavli lâ havle ve Lâ kuvvete illâ billahi) buyurmuşlardır.

Manası: "Cenâb-ı Hak bir kimseye nimet ihsan eder de o kimse de nimetin bekasını dilerse, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi) zikrine çokça devam etsin", demektir.

Diğer bir Hâdis-i şerife

(Men kâle lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi miete merretin fî küllî yevmin lem yüsibhü fakrün ebeden) buyurmuşlardır.

Manası: "Her gün yüz kere (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi) zikr-i şerifini kim okursa bütün hayatında fukaralık yüzü görmez," demektir.

Hane ve aile bereketini artıran sebeplerden biri de, evine girip çıkarken ev halkına selâm vermektir. Âlemin terbiyecisi Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (sav), Hazret-i Enes'e (r.a) hitaben

(Yâ büneyye! İzâ dahalte âlâ ehlike fe sellim, fetekûnü bereketen aleyke ve âlâ ehli beytike.)    Buyurmuşlardır.

Manası: "Ey oğulcağızım, ailenin yanına vardığın vakit selâm ver ki, sana ve ailene bereket olsun," demektir. Evden çıkarken de selâm vermek lâzımdır. Unutmamalıdır ki, Nafile ve sünnet namazlarını evde kılıp da farzı cami’de kılmak ve işrâk (kuşluk) Namazına devam etmek. Kuran’ı çok okumak, rızkı genişleten ve bereketlendiren mühim sebeplerdendir.

Kaynak: Yazan. Mehmed Osman: Derleyen ve Sadeleştiren: Mehmed Zahid Kotku:

<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<

Rasûlullah Efendimiz’in (sav) Duası:

«Ya Rabbi bana kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni senin sevgine.          Yaklaştıracakların sevgisini ihsan eyle ve kendi sevgini bana, hararetten, susuzluktan yananların soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl.» Hadis-i şerif.

Şair bu gerçeği ne güzel ifade eder:
"Gönül sarayından Allah'tan (c.c) gayrı ne varsa hepsini çıkar. Zira hane mamur olmadan Allah (c.c) Kalb sarayına teşrif etmez."

Rabbim bizi ve bütün ümmeti Muhammed'i kendisinden isteyen ve dileğine nail olan, nimetlere kavuşan ve kavuştukları nimetlere şükürden ayrılmayan, sağlam bir iman ile Zikreden bir kalb Ve hayatını sünneti seniyyeye ile rızayı ilahi ye göre sürdüren, son nefesinde iman ile ruhunu teslim eden kullarından eylesin. Âmin. İnşâallah