Hazret (K.s) Her Müslüman’ın Kur’an Okumasının ve ilmihali bilmesinin ve ayrıca fıkıh ile ilgili meselelerin okunmasının önemi hakkında şöyle bir nasihat ta bulundular.
< Kur’an okuyun, İlmihal okuyun, Fıkıh okuyun. >
Kuran okumak, ibadetlerin en üstünüdür. Bilhassa namazda iken ayakta okunan Kuran, hepsinden faziletlidir. Kuran okurken şunlara dikkat etmek gerekir:
1 - Hürmetle okumalıdır.
2 - Yavaş okumalıdır.
3 - Okurken ağlamalıdır.
4 – Her ayetin hakkını vererek okumalıdır, (dikkat edip yanlış okunmamasına dikkat etmelidir.
5 - Güzel sesle okumağa gayret etmelidir, (Riya’dan uzak olmalıdır.) Yani Başkaları beni beğensin diye okumamalı Allah Rızası için okumaya gayret etmelidir.)
6- Okuduğunun büyüklüğünü bilmelidir. Kuran’ı kerim Arapçadır ama Allah’ın (c.c) kelâmıdır, bunu unutmadan okumaya çalışmalıdır.
7- Okurken kalbini hazır bulundurmalı, kalbini Kuran’ı kerim okumaya vermeli, Allah’ın (c.c) rızasından başka bir şey düşünmemeye çalışmalı yani gaflette olmamalıdır.
8- Kuran’ı kerim’i Allah'tan (c.c) dinliyor gibi dinlemektir. Çünkü Kuran’ı kerim Allah’ın (c.c) kelâmıdır.
Hazret (k.s) Kuran’ı Kerim okumakla ilgili olarak. Hadis-i Şerif’leri nakletti:
Peygamber Efendimiz (sav) bu önemli konuda şöyle buyurmuşlar:
"Ümmetimin en faziletli ibadeti, Kuran-ı Kerim okumaktır."
"Ben giderim ve size İki vaiz bırakırım, daima size nasihat ederler. Biri konuşarak söyler, diğeri susarak. Konuşan vaiz, Kuran'dır, susan ise ölümdür."
"Bir kimse Kuran-ı hatmettiği zaman, altmış bin melek onun için salâvat-ı şerife getirirler."
"Evlerinizde Kuran-ı çok okuyunuz. Muhakkak içinde Kuran okunmayan evin hayrı az, şerri çok olur. Ev sahibine de zorluk, darlık isabet eder."
"En hayırlınız Kuran-ı öğrenen ve öğretendir."
"İslam yolunda yaşlanmış ihtiyara, hükümlerine riayetten uzaklaşmayan Kuran hafızına hürmet ve ikram, adalet sahibi Devlet Reisini büyük tanıma, Allah (c.c) tebcil ve tazim etmek cümlesindendir."
"Bakara suresinin son iki ayetini, gece ve yatsı namazından sonra okuyana onlar yeter."
"Kuran ile hükmeden doğru ve hakikate mutabık olarak hareket etmiş olur. Onunla amel eden ecir kazanır ve bahtiyar olur."
"Bir kimse, Cenab-ı Hakka münacaât ve mükâlemeyi severse, kalb huzuru ile Kuran okusun"
"Lisandan çıkan sözlerin en faziletlisi, Kuran-ı Kerimdir.» Ümmetimin yapacağı ibadetlerin en faziletlisi, Kuran-ı yüzüne bakarak okumaktır."
"Allah, üç şeyde sükûtu sever. Kuran okurken, Cenaze ve Harpte."
"Dünyadaki sözlerin en faziletlisi, Kuran-ı Kerimdir. Güzel ses, Kuranın zinetidir."
Hazret (k.s) Sadatlarımız Kuran-ı Kerimi okuma ve okutma hakkında söyle buyurmuşlardır.Allah dostlarının en güzel hasletlerinden birisi Kuran-ı Kerimi okuma, okutma ve hükmü ile amel etmektir.
Hazret (k.s) Sadatlarımız Kuran-ı Kerim okumayla ilgili bir Menkıbe naklettiler:
Bir Kur'an mualliminden, çok genç bir delikanlı ders almaktaymış. Bu delikanlının benzinin cidden solgun olduğunu fark edenler, hocaya demişler ki: "Bu genç Kur'an okumak için bütün gece uyanık duruyor ve Kuran’ı bir gece zarfında hatmediyor." Bunun üzerine hoca sormuş:
-Oğlum, haber aldım ki, sen bütün gece uyanık duruyor ve Kuran’ı hatmediyormuşsun.
Delikanlı bu söylenenin doğru olduğunu bildirince, hoca:
- Oğlum, şu halde bütün gece zarfında Kur'an okurken beni önünde farz et ve namazda bana Kur'an okuyormuş gibi yap, fakat beni hiç hatırından çıkarma, demiş.
Genç talebe bu teklifi kabul etmiş ve sabah olunca aralarında şu konuşma geçmiş:
-Dediğimi yaptın mı?
— Evet efendim.
—Kuran’ı hatmedebildin mi?
- Hayır, yarısından fazlasını okuyamadım.
— Oğlum, o halde bu gece, Hz. Peygamberden Kuran’ı dinlemiş olan herhangi bir sahâbîyi düşünerek oku. Dikkatli ol, çünkü sahâbîler Kuran’ı bizzat Hazret-i Peygamberden dinlemiştir.Bu sebeple okurken sakın hata işleme.
Delikanlı "peki" dedikten sonra, o gece yine Kur'an okumuş, fakat bu sefer ancak dörtte birini okuyabildiğini hocasına söylemiş. Ertesi gece için de hocası onun bu sefer bizzat Hazret-i Peygamberi düşünerek okumasını tavsiye etmiş, genç adam da öyle yapmış, fakat Kuran’ın sadece bir cüz'ünü okuyabildiğini fark etmiş. Nihayet, hocası ona:
- Oğlum, bu gece de Allah'a Tevbe et ve kendini hazırla. Ve Allah'ın huzurunda Kur'an okuduğunu düşün. Demiş.
Ertesi gün, hoca, talebesinin gelmesini beklemiş, fakat gelen olmamış. Durumu öğrenmek üzere gönderdiği bir adam, gencin hasta yattığı haberini getirince, üstad bizzat giderek talebesini ziyaret etmiş ve onu ağlarken bulmuş. Genç adam hocasına:
-Hocam, Allah size çok sevaplar ihsan eylesin. Ben şimdiye kadar Kuran’ı yalan yanlış okuduğumu, ancak bu son gece fark ettim. Çünkü Fatiha suresini açıp okumak istediğim zaman "Ancak sana ibadet ederiz" ayetine gelince, kendi nefsime bir baktım ve Cenâb-ı Hakk'ı bu ayetle tasdik ettiğimi göremedim. Bu sebeple de "Ancak sana ibadet ederiz" (İyyâke na'büdü) demekten, (yani bu ayeti okumaktan) utandım. Mütemadiyen "Malikî yevmiddîn" ayetine kadar gelip bir türlü "İyyâke na'büdü" ayetini okuyamadım. Böylece rükûa vardığım zaman, artık tan yeri ağarmıştı." Demiş.
İbnü'l-Arabî'nin rivayetine göre: bu delikanlı bir saat sonra ruhunu teslim etmiş. Bir müddet sonra da üstad, bu gencin kabrini ziyarete gittiği zaman, mezardan şu sesin geldiğini işitmiş:
- Ey üstadım, ben diri (olan Allah'ın) indinde diriyim.Allah beni herhangi bir bakımdan hesâba çekmedi.
Hazret (k.s) Her Müslüman’ın İlmihalini Öğrenmesi’nin Önemi Hakkında Çok Önemli Açıklamalarda bulundu:
Peygamber Efendimiz (sav) Hadis-i Şerif’inde şöyle buyurmaktadır: "Her Müslüman erkek ve kadına ilim tahsili farzdır."
Bundan maksat sadece fen, fizik, coğrafya, matematik, kimya değildir. Her Müslüman kadın ve erkeğe farzdır buyrulurken hangisi değildir yine bütün tefsirleri bütün Hadisleri bütün fıkıhları bileceksin şeklinde bir farz insanlara yönelmiş de değildir. Çünkü insanlar bunun altından kalkacak güçte, zekâda, vakitte, fırsatta değildir o halde buradaki farziyetin işaret ettiği konu nedir? İlmihaldir. İlmihal nedir? Hal:Türkçedir. Şu an demektir. İlim nedir: Bilmektir. İlmihal ne demektir: Durumunu bilmektir, şimdi yatsının vakti girdiği şu an itibariyle yatsıyı kılmak nedir? Kılmamış olanlara farzdır ama belki şu anda o farzı yet üzerine binmese de ilerleyen saatler açısından yatsının vakti çıkmasına az kaldığında herkesin başına farzı yet binecektir tabii. Sadatlarımızın çok güzel sözü vardır burada: Ben namazı atlattım yani kılmadım diyenlere ne buyuruyor: Sen namazı atlatmadın namaz seni cehenneme atlattı yani bu ne demek. Bu şu demek: Namaz senin kafanda ölüm kuşu nasıl döner, döner, döner vakti geldiğinde konarsa. Bunun gibi namazda vakti içerisinde başında döner, döner, döner vaktinin son anına gelince bir abdestlik bir zaman kaldığında üstüne mesuliyet ve ceza olarak biner ve dolayısıyla Namaz insana ne der: Namaz insana şöyle hitap eder: Ya beni al ya cezamı al. Yani beni tatbik et mesuliyetinden kurtul, ya da farz namazlar açısından konuşuyoruz.Yani diyelim Yatsı namazının dört rekât farzını konuşuyoruz. Öbür sünnetlerde bir azap söz konusu olmaya bilir. Ya beni al ya cezamı al. Cezan ne kadardır: Bir vakit farz namazın cezası seksen sene cehennemde yanmaktır. Seksen sene cehennemde yanmayı göze alıyorsan kılma. Yoksa namazını kıl. Şimdi bu namazın vakti girmiştir ama vakti müsait olduğu sürece insan üzerine binmemiştir. Vakitte pay kaldığı sürece kafanın üzerinde o hüküm, o mesuliyet dolanır. Ne zaman son vaktine girdimi o Müslüman’ın üzerine kazaya kalmış olarak ve cezası şu olarak hüküm gelir. Kaza ederse, sonradan tövbe ederse, af olması umulur İnşâallah. Bu itibarla hiç kazada etmiyorsa zaten tamamen ateşi hak eder. Yine bununla beraber Allah’u Teâlâ’nın dilemesine bağlıdır. Bütün günahları (şirkin dışındakileri, Yani (Allah’a (c.c) eş koşanlar hariç.) İsterse azap eder, isterse af eder o ayrı bir şey şimdi burada anlatmak istediğimiz nedir? İlmihal farzdır ne demek ilmihal: İçinde bulunduğumuz durumun bilgisi. Yani buluğa ermemiş bir çocuğa (Akıl baliğ olmayan çocuğa) oruç farz değildir ama bu sene buluğa ermiştir, önümüzdeki ramazan ona farz olacak. İşte o zaman o farzı yet ona gelmeden evvel oruçla ilgili bilgileri öğrenmesi farz olur. Oruç nasıl tutulur neyle bozulur şartı nedir, niyeti nasıldır, bunun gibi şimdi namaz vakti girmiştir şu anda meselâ akşamdan evvel yatsıdan evvel buluğa ermemiş bir insana akşamın farzı yeti üzerine binmez. Diyelim alıştırmak açısından yedi yaşında alıştırın, on yaşında hafif okşayın meselesi var ama farzı yet buluğla biner.
Çünkü Hadis-i şerifte ne buyruluyor:
"Üç kişiden kalem kaldırıldı." Kalem kaldırıldı ne demek haklarında ceza yazılmaz. Bunları anlatırken Rasulullah Efendimiz (sav) ne diyor: 1- Uyuyan uyanıncaya kadar.
2- Sabi buluğa erinceye kadar. Buluğa ermeden sabi hükmündedir, buluğa erinceye kadar sabiden bu ceza düşmüştür.
3- Baygınlık geçiren kişi ayılmadıkça ondanda ceza kaldırılmıştır.
Şimdi adam baygındır akşam namazı gelmiş geçmiştir adam ayılmamıştır. Akşamı kaçırdın diye ceza söz konusu değildir. Adam ikindinden sonra ağır bir uykuya dalmıştır ama o arada tabii tembih etmesi lâzımdı beni uyandırın, beni uyarın demesi lâzımdı veya cep telefonunu kurmuştur, saati kurmuştur çalmıştır, durmuştur o uyanamamıştır. Ağır bir uykudur, baygınlığa yakın bir uykular oluyor bazen. Dolayısıyla uyanamamıştır. Bundan ceza o namazı geçirdiği şeklindeki ceza kalkmıştır. Bunun gibi. Yani birde akşamdan buluğa ermemiş olana o ceza gelmemiştir. Ne zaman ki yatsıda buluğa erse ne oluyor yatsıda ona farzı yet başlıyor. Şimdi ilmihal ne demek ilmihal, halini bilecek. Ne demek halini bilecek. Şu anda ben buluğa ermekle namaz bana farz oldu. Oruca da kaç ay var ben orucu ne yapabilirim birkaç ay sonrada öğrenebilirim. Çünkü neden oruç ayı aya bağlı bir ibadettir. Henüz önümde bir ay var. Onu, oruç farzı yetine kadar öğrenebilirim diyebilir. Ama namaz şu an üzerine farz olduğu için hemen kılması gerekiyor. Yatsının vakti geçmeden ilk olarak farz olan namazı ve bununla ilgili bilgiyi öğrenmiş olması gerekir. Durumunun bilgisi şu andaki gereken farzın yapılması için edası ve ifası için ne bilgiler gerekliyse onları okuması hocaya sorması veya kitaptan okuması gerekir. İlmihal farzdır. Tabiî ki buyrulmuyor ki: Bütün ilimleri öğrenmek farzdır. O zaman sen müfessir gibi her ayetin tefsirini bilmen lâzım. Muhaddis gibi her Hadis-i bilmen lâzım. Herkesin bunu bilmesi imkânsızdır, ama kendiyle ilgili ilmi bilmesi imkân dâhilindedir ve farzdır.
Bir Ayette şöyle buyrulduğu gibi: Allah (c.c) kullarına vermediğini sormaz, gücünün üstünde de bir teklifte bulunmaz gücünün üstünde bir yük yüklemez.
Şimdi size Kuran’daki bütün ayetlerin tefsirini bilmeniz farzdır dense idi takat getiremeyecektiniz. Cenabı Allah (c.c) bizlere ne kadar kolay bir din göndermiş. Ne kadar Hamd ve şükretsek azdır. Şimdi namaz sana farzsa namazla ilgili bilgiyi öğrenmen de farz. Meselâ şu anda hac sana farz değil, gidecek halin yok haccı öğrensen zaten unutacaksın. Bu tatbikat ister. Tabii ki zamanında farzı yet üzerimize bindiğinde yol imkânları ve hacca gidebilme şartları yerine geldiğinde o zaman hacla ilgili bilgileri öğrenirsin. Bunlar ayrı şeyler ama şu anda namaz farzsa namazın bilgisi şart. İlmihalin başında ne gelir: İtikat. Yani inanç. İnancın fakiri, zengini, amiri, memuru, günü, vakti, saati, ayı yok şu anda ölsen hangi itikat üzerine öleceksin. Ehli Sünnet üzere bu itikat’ı öğrenmen lâzım (KUR’AN VE SÜNNET BİLGİLERİ). Bu gece uyuyup uyanamayabilirsin hangi inançla ölürsen Allah’ın (c.c.) huzuruna öyle çıkarsın. Ehli Sünnet dışı bir inanç aklında, fikrinde, kalbinde yer bulmamalıdır. Bunun hiç affı, yok mazereti yok. Evvelâ Ehli Sünnet İtikadını bileceksin, ondan sonra işte ilmihalde dediğim gibi hangi amel sana farz ise durumun neyi gerektiriyorsa onları öğreneceksin. Şartlı ameller var. Bir de namaz gibi herkesin yapması gereken ameller var, bunları bileceksin dolayısıyla bunları bilmeden yapılan ibadetler ham sofuluk olur hem de yanlış olur, şartlarına uygunsuz olur, fakat kıyamete yakın bunlar çoğalacak buyuruyor Rasulullah (s.a.v) Efendimiz. Buyurduğu gibimidir? Yani şu anda ben size imandan sonraki en büyük ameli yani namazı temel alarak konuşuyorum ki o namaz bir Müslüman yatalak hasta olsa eli, ayağı, bütün azaları felç olsa dahi aklı, başında yani aklı erdiği müddetçe namaz üzerinden düşmez. Kılmak mecburiyetindedir, namaza hiçbir mani yoktur. İmayla abdest alıp, imayla namaz kılmak mecburiyetindedir. ( Ama aklı gitmiş ise ermiyor ise hiç bir şey bilmiyor ve kimseyi tanımıyor ise o zaman namaz mesuliyetinden düşer.) Bunun şartlarını bilen bu husustaki ilmihalin haline vakıf olan kaç kişidir, hepimiz namazla mükellefiz, hepimize namaz farzdır bunun şartları vardır. İçinde, dışında, Hadesten taharet, necasetten taharet meselesinde, helâda yapılması gereken işlerlerde, kurulama meselesinde, bekleme meselesinde, akıntının kesilmesi meselesinde. Çoğu insan zaten yolda kalıyor, tuvaletten çıkamıyor ki camiye girsin, orda bitiriyor işi. Ameli fasit oluyor, ondan sonra geliyor kurulanmadan, beklemeden, etmeden abdest alıyor, zaten orda bitti onun işi, onun namazı olur mu? Namaz üzerimize farz, bunu bile bilmiyorsun nasıl olacak şimdi. Tabiî ki Rasulullah’ın (s.a.v) Efendimizin buyurduğu gibi namaz kılan çoksa da bilen az olacak. Namaz kılıyorsun ve namazın ahkâmını bilmiyorsun nasıl olur bu. Namaz seni ilgilendirmiyor mu? İlgilendiriyor. Nasıl oluyor kıraatı bilmiyorsun (Yani surelerin okunuş tarzını) namazın şartlarından biri nedir? Kırattır. Kıraat. Ne demek: Okuyuştur. Biliyorum diyorsun ve innatayna okuyorum, kulfüvalla okuyor ki böyle bir şey yok. Eşhedüyü bilmiyorsun be adam iman kelimesini bilmiyorsun bir Eşhedüyü doğru telaffuz edemiyorsun he yi ha yapıyorsun (İman kelimesi bu çok önemli) ama bunlar manayı bozuyor. Ben bunlara mecbur muyum deme mecbursun, sana bütün kuranı öğren hafız ol denmedi ki. Hafız olsan güzel olur, o ayrı bir şey. Benim dilim dönmüyor, düzelteceksin sen dilini, tabii diz çökeceksin hocanın karşısına oturacaksın namaz için ne lâzım.Suphaneke’yi, Fatiha’yı, zammı sure olarak, kısa surelerden öğrenmeye başlayabilirsin. İki tane sure olsun namazın kabul olacak kadar öğrenmek lâzımdır. Hiç değilse farzını yerine getirecek kadar bir sure öğren, her rekâtta onu okusan bile. Meselâ Kevser suresini veya İhlâs suresini bari doğru oku.
Onun için Bu Hadis-i Şerif yerindedir bu Hadis-i Şerif doğru buyuruyor, kıyametin alâmetidir. Bu görüntü cemaatin bu durumu kıyamet alâmetleridir. Neden? Bunlar namaz kılan insanlardır ama namazla ilgili fıkıh bilgisi eksik olan insanlardır. Bu olmaz, bu bize yakışmaz ama maalesef durum budur. Şimdi namaz kılanların oranına bakarsak yüzde beş kılıyor yüzde on kılıyor o ayrı bir konu tabi ki ekseriyet kılmayanlardır bey namazlardır. Onu konuşmuyoruz. Kılanlar için konuşuyoruz kaç kişi bilerek kılıyor kaç kişi bilgisiz kılıyor bunun hesabını yaptığımızda. Hadis-i Şerif’e göre ibadet yapan çok, fıkhını bilen az olacak. Kıyamete yakın durum bu olacak, kıyamet alametlerini açıkladık, bu zamanda hiç olmazsa biz bu durumda olmayalım.
Yağmur çok yağacak, nebat az olacak o bizi ilgilendirmiyor çünkü yağmuru biz yağdırmıyoruz, mahsulü biz bitirmiyoruz. O ayrı bir konu oda tabi bizim yaptığımız ameller neticesinde Rabbimizin (c.c.) amelimize karşılık cezası olabilir. O ayrı bir meseledir. O biraz toplumsal oluyor ama biz ferdi olarak konuştuğumuz da kendimizi bu zandan, bu kınamadan çıkarabiliriz. Nefsimiz itibariyle çoluk çocuğumuz itibariyle ne yapalım.Bismillah diyelim Sadatlarımızın buyurduğu gibi doksan yaşında olsan bile doğru öğrenmeye Besmeleden başla. Bu yolda yaşarsan bu yolda ölürsün. İlim tahsilinde her gün biraz dilini düzeltmeye çalış bir bilene, bir hoca efendiye git, belki de yanlış okuyup da mana bozuluyordur, kendini bir kontrolden geçir. Ne var bunda. Ben bu yaştan sonra utanırım, zaten bir tutam sakalım var kafamdaki sarık Halep müftüsü gibi millet beni görünce ayağa kalkıyor hocam, hocam diyor bende gidip adama beni biraz okut dediğim zaman rezil olmak var. Ama Müslüman ahirette daha büyük rezaletler var ahirette daha büyük belâlar var, utanmaktan dolayı ilim tahsil etmeyenlere büyük azaplar var. Hadis-i Şeriflerde utanmaktan dolayı yaşım geçmiş, başım geçmiş, tipim müsait değil, şeklim müsait değil, ayıptır falan diye düşünenlere Allah’ın (c.c.) dinini öğrenmeyenlere büyük tehditler var. Biz bunlardan uzak olalım, kendimizi uzak tutalım, ilim tahsilinde yaşarken ölelim İnşâallah...
Allah Resulü (sav) bu konuda şöyle buyuruyor: "O yolda ölüm gelip kendisini bulanlar cennette Peygamberlerle bir derece oynar."
Cennette Peygamberlerle arasında tek bir derece farkı var. Sen bu makama göz dik, utanmayı ve arlanmayı bırak otur besmeleden başla biraz harflerini düzelt, bilinçli kıl, namazın fıkıhını bil tabii ki en büyük mesele namaz olduğu için ve günde beş vakit tekrarlandığı için hepimize farz, birde telafisi çok zor. Yani insan şimdi yanlış kıldı, ondan sonra doğruyu öğrendi geri dönüp de bunların hepsini kaza etmesi meselesi nasıl olacak buna ömür mü yetecek.
İmam-ı Azam Efendimiz (k.s.) rivayet ediliyor mektubat’ında var: “Abdeste, namaz da on iki bin fıkıh meselesi var bunların sekiz binine cevap verebilirim. Yani geri kalanını araştırabilirim. Abdestteki meselede ayak parmakları hilallenecek elde, ayakta parmak aralarına su girmesi için özelliklede ayakta daha çok oluyor yani iyice hilallenmediği zaman kuru yer kalma ihtimali ekseriyetle oluyor o çok büyük azap, çok büyük tehlike. Su girmeyen yerlere ateş girecek cehennem ateşi mutlaka değecek oralara. Onun için ökçeler, topuklarda su arkaya gitmediği zaman vay o ökçelerin ateşten neler çekeceğine buyurdu.” Bu hususta Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e. Dikkat edeceksiniz.
Bir abdest alanlar var ben ağzıma, burnuma verene kadar adam ayağından çıktı gidiyor. Yani abdesti bitirdi. Nasıl beceriyor bu kadar çabuk almayı nasıl oluyor bilmiyorum. Ben çok vesveseli bir adam değilim, ağır aksakta bir adam değilim, normal alıyorum. Ben ağzımda, burnumda iken, adam abdest aldı bitirdi. Ben iki rekât namazı daha bitirmeden, adam dört rekât namazı bitiriyor ve gidiyor. Sanki ben hatimle mi kıldım, bende Kevser suresiyle kıldım nasıl oluyor aynı anda bu kadar fark olur mu? Atlattı işte. Bazı imamlar bile atlatıyor, bir Fatihayı hesap et sesli okurken kaç dakika, sessiz okurken kaç dakika hesap et. Namazın içinde saate bakma ben misal veriyorum. Bu konuda Sadatlarımız şöyle buyuruyor: Aşır okurken veya kuranı Kerimden sureleri açıktan okurken millet duyarken çok dikkatli ve güzel okuyorsunuz. İçinizden sessiz okuduğunuz zaman niye dikkat etmiyorsunuz, açıktan okuduğunuz gibi dikkatli okumuyorsunuz. Daha dikkatli okumanız lâzım Allah’ı (c.c.) görür gibi okuyup, ibadet etmek lâzım fıkıh bu, din bu. Öbür türlü olur mu? Ayakta fatihayı sesli okurken bir dakika, iki dakika sürüyor birde sessiz okurken hiç dikkat edilmiyor. Dolayısıyla yani bilmek meselesi ayrı uygulamak, tatbikat meselesi ayrı, ilim ayrı, amel ayrı ama Rabbim İnşâallah bildiğiyle amel edenlerden eylesin. Tabi ki amelsiz bir ilim meyvesiz ağaç gibi neye yarar, tabii ki sobaya cehenneme odun olur. Amelsiz ilim aksine çok tehlikelidir. Amel var, ibadet var, fakat ne yok, ilim yok bilgisizce yapılıyor.
Bir Âyeti Kerimede buyrulduğu gibi: Çalışmış yorulmuş, boşuna yorulmuş, ahirette hiçbir ameli kabule şayan değil. Tabii bununda şartları var. Görülen şartları var, kalble ilgili şartları var şart çok, bunları öğrenmek lâzımdır.
İhlâs: “Yaptığını Allah (c.c.) için yapmak” ilim bunlar, din bunlar. Onun için kıyamete yakın ne olacak ibadet yapan nispeten çok olsa da, fıkıhı bilen az olacak. İnşâallah biz o azlardan olalım. Onun için adamın biri Allah’a (c.c.) dua ederken Yarabbi beni azlardan eyle dediği zaman. Hz. Ömer (r.a) Efendimiz anlayamamış bu duanın manasını da sormuş ona: Ne demek istiyorsun demiş. Ya Ömer bilmiyormusun Allah’u Teâlâ (c.c.) buyuruyor: “İnsanların çoğu bilmezler.”
Çoğu bilmeyince bilenler ne oluyor azınlıkta kalıyor, bende diyorum ki Yarabbi beni o azlardan yap Hz. Ömer’de (r.a) da şaşırdı bu duaya tabi dedi. Tabii ki Hz. Ömer (r.a) bilmediğinden değil tevazusundan tabii çok bilgili olduğu halde herkes Ömer’den âlim çıktı dedi yani benden iyi biliyor, bak ben anlayamadım buradaki inceliği. Tabii ki tevazu gösterdi yoksa anlamadığı bir şey değil. Ama demek ki Allah’a (c.c.) dualarımız ne şekilde olsun: "Yarabbi bizi dinini bilen, bilerek amel eden o azlara ilhak eyle, o azlardan eyle, o cahil, gafil, ekseriyetlerden bizi uzak eyle, muhafaza eyle." Âmin. İnşâallah.
Ekseriyetin hali, gidişatı, merakları, tahsilleri ortadadır, insanlar neler peşindedir. Şu saatleri, nereler de geçirmektedir, nefeslerini ne işlerde tüketmektedir. Bak milletin kafaları nerelerde, itikadı, ameli, farzı, vacibi bilmiyor. Bugün ölsem kabir de ne soracaklar bana bilmiyor. Millet böyle yaşıyor, millet nereye gidiyorsa, bizde oraya gidiyoruz diyorlar.
Sadatlarımızdan birisi bu zamanın hocasının birine sormuş: Hoca efendi ne bu hal giyiminiz, şekliniz, sakalınız hiç imama benzemiyor, niye böyle diye sormuş:
Hoca da cevaben: Efendim biz de uyduk sürüye millet böyle gidiyor bizde gidiyoruz demiş. Ve Sadatımız da şu veciz cevabı vermiş: Ben senin gibi olamazsam, seni benim gibi yaparım diye kâfirlerin sözü vardır. Demek ki bunu da sizleri de böyle yapmakla başarmışlar, buna başarı denmez. Allah’u Teâlâ’nın rızasına uygun değil ama kendileri mümkün değil, bu dine, bu amele giremiyorlar bu sefer bari bu işin önderlerini ayartalım diyorlar. Diye hocaya cevap vermiş.
Allah’u Teâlâ (c.c) Bizleri Sadatların yolundan, sohbetlerinden ayırmasın ve o büyük zatların kendi cemaatlerine dâhil etsin ve Ehli Sünnet vel Cemaat yolunda daim etsin, bu cemaatlerden ayırmasın, bizi bize bırakmasın, razı olduğu kullarıyla hemhal etsin, razı olduğu ameli işletsin, bizleri şeytan ve nefsimize esir etmesin, şuur versin. Hakkı, hak bilen, batılı, batıl bilenlerden etsin. Sadatların hatırına cümle Muhammet ümmetiyle beraber hepimizi affı mağfiret etsin. Âmin. İnşâallah.
Hazret (k.s.) sohbetine şöyle devam ettiler: Dünyada aldatıcı sebepler çoğalmıştır, yaldızlı ziynetler, boyalı şeyler çoktur.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor: "Yaşadığınız dünya hayatı tatlıdır, yeşildir, tazedir, güzeldir, lezzetlidir ama nasıl yeşilliklerin çabuk geçtiği gibi bir ilkbaharlık canı olduğu gibi, hemen yazın sonuna doğru o yeşillik çöp olduğu gibi, saman olduğu gibi dünyada çabucak geçicidir."
Allah (c.c.) bizleri halife seçmiştir. Yeryüzünün halifeleri yaptı bizleri. Yani: Sizin durduğunuz yerde sizden evvel birileri vardı onlar gitti yerine siz geldiniz. Daha önce Osmanlı vardı onlarda gitti siz buralara yerleştiniz Allah (c.c.) bizleri halef, selef yaptı. Yani onları götürdü bizi getirdi, bunlardan ve bu durumlardan ibret almamız lâzımdır. Demek ki bizde kalıcı değiliz, bizde gideceğiz. Hesap vardır, onu düşünmemiz lâzımdır. Allah’ın (c.c.) rızasına uygun yaşayıp çalışmamız lâzımdır. Dünyaya aldanmayalım. Dünyada fanidir, faniye bağlanmayalım, yarın ahirette pişmanlık fayda vermez.
Her Müslüman’ın; Başta Kuran öğrenip okuması ve en önemlisi başkalarına da öğretmesi gerekir. Din ilmine önem verelim fıkıh ilmine önem verelim. Özellikle ilmihal bilgilerine, farz olan konulara çok ciddiyet verelim. Abdest, gusül, namaz bunlar hepimiz için her an tatbik edilecek farzlar, oruç zamanı oruçla, hac zamanı, hacca gidecek, hacla ilgili farzını, vacibini öğrenmekte üzerimize farzdır. Biz bu dünya da yaptığımız günahlardan pişman olalım, tövbelerimize sadık olalım. Allah (c.c.) bizleri kendi yolunda ve Rasulullah (s.a.v) Efendimizin yolunda daim etsin. Âmin. İnşâallah.
Hazret (k.s) "Şeriat, Tarikat, Hakikat" arasındaki bağlantıdan bahsettiler.
Tarikat, şeriatın mutaba’sıdır, özüdür. Tarikat, şeriatın kaymağıdır. Tarikatta, şeriata muhalif bir şey görülürse? Müridler tarafından şeriata muhalif bir şeyler söylenirse? İnanma. Tarikatta, şeriata aykırı hiçbir şey yoktur. Şeriatsız Tarikat olmaz.
ŞERİAT: Hz. Peygamber Efendimizin (sav) getirdiği kitap ve sünnettir ki, müminlere Hakk yolunu gösterir. Fıkıh kitapları, içtihat yolu ile bu iki kaynaktan çıkarılmıştır. Âlimlerin söz birliği ile tespit ettikleri dini hükümler bu iki esasa yani kitap ve sünnete dayanmaktadır. Şeriat, Allah’ın (c.c) emriyle Rasûlullah Efendimizin (sav) getirdiği sünnetlere denir.
ŞERİAT: Bir adam abdest alırken biri gelip bir tokat vurur, abdest alan kalkar döner tokat vuran adama bir tokatta o vurur ve böylelikle kendince kısasa kısas uygular.
TARİKAT: Şeriatın emir ve hükümlerini fiilen yaşayarak Allah ve Resûlüne gönülden sevgi ile tam bağlılık, ayrıca Evliyaullahın tavsiye ettiği rabıta, zikir, murakabe, huzur gibi usul ve adabı tatbik etmek, Rasûlullah’a kalben ve fiilen tam bağlılık, Allah ve Resûlünün emrine gerçek manada teslim olmaktır.
Tarikat: Güzel ve temiz ahlâk ile ahlâklanmak, kötü çirkin huy ve özelliklerden sıyrılmaktır. İlim ezberlemek için değil, amel etmek içindir. İnsanların çoğu ilim ezberliyor amel etmiyor. Selefi Salihin böyle değildi. Peygamber Efendimizin (sav) sözü ile amel etmek isteyen kişi kâmil bir mürşidin yolunda seyri sülük etmesi gerekir. Dünyanın süsünden yüz çevirmek, insanların meyl ettiği geçici lezzetlerden korunmak halk ile beraber Hakk’a yönelmektir. Amaç Hakk’ın rızasını kazanmak için nefisleri temizleyip güzel ahlak sahibi olmaya çalışmak. Kısaca Allah’ın (c.c) ve Resulünün (sav) ahlâkı ile ahlâklanmaktan ibarettir.
TARİKAT: Yine yukarıdaki hadise tekrarlanır. Bu defa abdest alan adam vurana döner bir bakar ve abdest almaya devam eder. Çünkü vurduranı bilir, kime vurdurdu diye bakar.
HAKİKAT: Her yerde ve her şeyde gerçeği ve ilahi kudreti görebilmek, olayları Hakk’tan bilerek tabii karşılamaktır. Hakikat, Şeriat ve Tarikat mucibince amelin neticesi hâsıl olur.Farzlara ve Sünneti seniyyeye ittiba ederek huzuru kalb ile zikredince görüş ve davranışlar değişir. Salik her şeyde Allah’ın (c.c) Kudret ve Tecellilerini seyretmeye başlar. Öfke ve heyecandan kurtulur, sakin bir hayata ve derin bir görüşe kavuşur.
HAKİKAT: Yine ilk baştaki olay meydana gelir, bu defa abdest alan adam dönüp bakmaz ve ilgilenmez, çünkü vurduranı ve vuranı Allah’ın izniyle bilir.
Şeriat: Ehli bütün Müslümanları kardeş bilir.
Tarikat: Erbabı bu kardeşliği fiilen yaşar ve tatbik eder, hiçbir mümin kardeşini incitmez, hiçbir kimseyi aldatmaz, herkesin yardımına koşar.
Hakikat: Ehli ise her şeyi Hakk’tan bilerek kendini incitseler bile onları incitmez.Düşmanlarının hidayeti için dua ve niyaz eder, insanlara şefkat gözü ile bakar. Bütün mahlûkata şefkat eder. Her şeyde Hakk’ı görür. Kendi aleyhinde olsa Hakk’tan şaşmaz. Kendi nefsi için sevdiği her şeyi başkaları için de sever.
ŞERİAT ZAHİRDİR. TARİKAT BÂTINDIR; Allah (c.c) herkese akıl vermiştir, onun bunun dediğine neden inanıyorsunuz? Kendi aklınızla doğruyu bulun. Allah (c.c) bize iman şuuru versin ihlâs versin. Âmin. İnşâallah.
BÂTIN: 1. Allah’u Teâlâ’nın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). His (duyu) organları ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akıl ile anlaşılamayan.
Allah’u Teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
«O, Evveldir Ahirdir, Zahirdir, Bâtındır. O, her şeyi bilendir.» (Hadîd sûresi- 3)
2. Kalb ve Rûh, iç âlem, gönül. İmâm-ı Rabbânî (k.s) bu önenli konuyu şöyle açıklamışlar: Bütün âzâları (organları) İslâmiyet'in emirlerini yapmakla süsledikten sonra, bâtına teveccüh etmeli (yönelmeli), böylece yapılan ameli, ibâdeti gafletten, Allah’u Teâlâ’yı unutarak yapmaktan uzak tutmalıdır. Bu dünyâda, amel, ibâdet lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Bâtının ilerlemesi, Zâhirin (görünüşün, bedenin) İslâmiyet'e uymasına bağlıdır. O hâlde bu dünyâda her zaman, Zâhir de Bâtın da İslâmiyet'e muhtaçtır. Bedenin işi İslâmiyet'e uymak, Bâtının işi de, İslâmiyet'in (ona uymanın) meyvelerini toplamaktır. Öyle yaşayınız ki, etrâfınızda bulunanların Bâtınları toparlansın.
Hazret (k.s) bu sohbetinde Tarikat konusunu şöyle açıkladılar:
Tarikat: Arapça yol manasına gelen bir kelimedir.
Tarikat: İnanç, ibadet ve muamelat hakkında Şeriat’tan ayrı bir sisteme bağlı değildir
Tarikat: Kulu Allah’a (c.c) ulaştıran irfan (manevi bilgi), aşk, cezbe, zevk ve neşve (terakki, ilerleme) yoludur. Mezhep ilim yolu, Tarikat irfan yoludur. Yine Tarikat ise Tasavvufidir. Sünni, fıkıh ve kelâm âlimleri bazı görüşlerinde farklı oldukları gibi, Tarikatların da bazı usul ve adabında farklılıklar vardır. Ölçü şeriattır, şeriatı yaşamak şartıyla, Rasulullah Efendimizin (sav) sünnetinden ayrılmadan yaşanıyorsa. Bu bir parçalanma ve zıtlaşma değil, tek olan hakikatin şu veya bu şekilde ifade edilmesidir. Vesselâm dedi.
Hazret (k.s) bu sohbetinde bizlere Tasavvufun mahiyetini açıkladılar:
Tasavvuf başlı başına bir ilimdir, bu ilmi bilmemiz lâzımdır, tasavvuf her ne kadar yaşanmakla anlaşılsa da en güzeli bu ilmi bilerek yaşamaktır. Mürşidi kâmiller. Bu konuda Rasulullah Efendimize (sav) olan sevgileri ve sünnete tam mutabaatları sebebiyle o makama ulaşmışlardır.Tasavvuf, Rasulullah Efendimizin (sav) yolunda insanı daha çabuk hedefe ulaştırır. Bilindiği gibi,insan denen üstün varlık, üstünlükten mana; (Eşrefi mahlûk oluşu, yani mahlûkatın eşrefi,) insan madde ile mana, bedenle ruh karışımından ibaret bir bütündür. İnsanı diğer canlılardan ayıran, üstün kılan tarafı başta aklı, ruhu ve manevi varlığıdır. Beden yok olucu, ruh ise kalıcıdır, ebedidir. İnsanın bu dünyadaki ve öteki dünyadaki saadeti madde ile manası kalbi ile kalıbı arasındaki dengeye, uyum ve ahenge bağlıdır. Bu dengenin bozulması; Daha çok maddenin ve bedene bağlı güçlerin, yani aşırı ihtirasların, kibirlerin, gururların çekememezliklerin, bencillik duygularının azgınlaşması, insan varlığında hakimiyet kurması şeklinde olmaktadır. “Bu bakımdan mananın madde karşısında ezilmemesi için özel bir gayret gösterilmesi, ve ruhun kollanması gerekir.” İşte insandaki; Ruh, Kalb, Gönül veya kısaca Mana dediğimiz bu cevherin diri ve canlı tutulması için gösterilen gayret ve çalışma yolunun adına “Tasavvuf” diyoruz.
Hazret (k.s) bu güzel açıklamayı yaptıktan sonra sohbetine şöyle devam ettiler: İslam dini insan içindir ve insana göredir. Bir bakıma İslamla insan ikizdir. Dolayısıyla, insanın maddi ve manevi ihtiyaçları en iyi şekilde İslam dininde dikkate alınmıştır. İnsanın maddesi ve manası olduğu gibi, dininde zahiri ve batını vardır. Dinin tam olarak anlaşılması ve yaşanması, onu zahiri ve batını ile birlikte ele almakla olur. Bunu en iyi şekilde anlayan ve yaşayan şüphesiz başta Hz. Peygamber Efendimiz (sav) olmuştur. Bu sebeple tasavvuf isim ve kelime olarak değilse bile, anlayış ve yaşayış olarak. Hz. Peygamber Efendimizle (sav) başlar.
O Halde "Tasavvuf" Nedir?:
"Tasavvufun ne olduğu, bizzat yaşanarak anlaşılabilir."
Bununla beraber bu yolun mensupları olan Sadatlarımız tarafından şöyle anlatılmıştır:"Tasavvufun evveli ilim, ortası amel, nihayeti ise ihsandır." (Allah’ı (c.c) görür gibi ibadet etmek)
Tasavvuf; Allah’ı (c.c) bilme ve bulma yoludur. Tasavvuf; Maddeden Manaya yükselmektir.Tasavvuf; Zahirden Batına intikaldir. (Batın; Gizli sırlara ulaşmak.) Tasavvuf; Gönül derdini tedavi etmektir. Tasavvuf; Başlangıcı Allah’ı (c.c) bilmek, sonu ise Allah’ta (c.c) yok olmaktır.
Tasavvuf’ta şu önemli hususa dikkat edilmesi lâzım gerektiğini Sadatlarımız işaret etmişlerdir;"Tasavvuf Hakk’ın seni senden gidermesi, kendisi ile dirilmesidir." Yani kişinin zaaflarından, benliğin den ve beşeriyetinden sıyrılarak üstün bir yaşayışa, ilahi bir kişiliğe yükselmesi, kendisinden fani Hakk’ta yok olmasıdır.
Tasavvuf; İlahi ahlâkla ahlâklanmak demektir. Tasavvuf; Bencillikten kurtulup, kendinden çok başkalarını düşünmektir. Buyurmuşlar.
Hazret (k.s) Mevlâna Halid-i Bağdad-i (k.s) "Tasavvuf İlmi" konusunda şöyle buyurmuşlar:
Nefsin tezkiyesi, Kalbin ıslahı, Ahlâkın güzelleştirilmesi, Hırs (aç gözlülük). Kibir. Ucub (kendini beğenme). Riya. Haset (çekememezlik). Dünya şöhreti ve rütbelerini sevmek gibi kötü sıfatlardan kurtulmak, güzel ahlâk ile süslenmek. Niyetlerini tashih etmek, gerek ibadetlerde, gerekse muamelatta, niyetini Allah (c.c) için halis kılmak, ibadetleri ile Allah’a (c.c) yaklaşmak ve rızasını tahsil etmek bütün amellerinde ve her halinde Allah’ın (c.c) kontrolü altında bulunduğunu düşünmek ve ona göre hareket etmekten bahsetmektir. (Tashih: Düzeltme.) Aynı şekilde söylediğimiz amellerden; Amellere karışan hastalıklardan, nefsin paylarından, hilelerinden ve onların tasfiyesinden de malumat vermektedir. Keza nefse gelen hatıraların, Rabbani, Meleki, nefsi ve şeytani olup olmadığını bilmek, nefsin ayıp ve kusurlarına muttali olabilmek bu ilmin konularındandır. (Tasfiye:Saflaştırma, arındırma.)
Allah (c.c) yoluna ve kalbin ıslahına çağıranların az olduğu beldelerde. Öyle korkunç bir boşluğa vakıf olacaksınız ki, o boşluğu ne ilmin ne feylesofça derin düşünmenin, nede zekâ çokluğunun dolduramadığını göreceksin. Maddeye bağlılık, ruhi bir çöküntü, ilacı çok zor bulunan en mühim cemiyet hastalıklarındandır.
Hazret (k.s) Sadatlarımızdan Sırrı Sakati (k.s) Hazretlerinin kıssasından bahsettiler:
Sırrı Sakati (k.s) Hazretleri şöyle buyurmuşlar:
Bir kere “Elhamdülillah” dediğim için otuz yıldır Allah’a (c.c) tövbe ve istiğfar ediyorum, der.
Nasıl olur, insan Allah’a (c.c) şükrettiği için tövbe mi edermiş diye sorulunca:
Vaktiyle Bağdat çarşısında büyük bir yangın çıkmıştı, pek çok hasar vardı. Herkes sokaklara fırlamış, mal derdindeydi. Birisi bana
Müjde, senin dükkan kurtuldu, dedi. Bende “Elhamdülillah” dedim. Sevinmiştim. Fakat biraz sonra kendimden utandım. Öylesine bir ana, baba gününde, başkalarının zararını düşünüp, acıyıp, üzülmem gerekirken yalnız kendimi düşünerek, “Elhamdülillah” Dediğim için otuz yıldır tövbe ve istiğfar ediyorum. Dedi.
Hazret (k.s) Sadatlarımızın "Tasavvuf ve Tarikat" hakkındaki açıklamalarından bahsettiler:
Sadatlarımızın büyükleri şöyle buyurmuşlar:
"Tasavvuf, yar olup bar olmamaktır.
Gül-i gül zar olup har olmamaktır".
Yani: Her kese dost olmak, kimseye yük olmamak, gül bahçesinin gülü olmak, diken olmamaktır.
"Fakat bu çok defa yanlış anlaşıldığı şekilde pasif bir hayat tarzı demek değildir." Tasavvuf:Maddeden ziyade Manaya önem verir dedik doğrudur. Ama bu, hiçbir zaman Dünyayı, maddeyi ihmal anlamına gelmez şu anlam vardır; Dünya ve dünyanın içindekileri Kalbe sokmamaktır. Kalbde dünyanın bulunmaması kalbde yalnız ve yalnız Allah (c.c) sevgisi ve aşkı olması lâzımdır. Dünya sevgilerinin cepte olması gerekir.
Hazret (k.s) bu konuyla ilgili Konya Mevlâna Celâleddin Rûmi’nin (k.s) mesnevisinden bahsettiler:
Mesnevide şöyle geçiyor; Geminin yüzmesi için su lâzımdır fakat geminin içine dolacak olursa onu batırır, der. Bu misalde gemi insandır, insanın dünyadaki hayatıdır. Deniz, yani su ise her türlü maddi vasıtalardır. Gemiden beklenen şey onun yüzmesidir ve bunun için de mutlaka su lâzımdır ama o suya da bir sınır gereklidir. Su, geminin içine girerse, yani dünya sevgisi, mal hırsı insanın kalbini doldurursa, onun için bir mabut haline gelirse onun manen batmasına yani helâkine yol açar. Buyurmuşlar.
İşte bu durumları dengeleyen tasavvuftur yani tasavvufu öğrenip bilinçli bir şekilde yaşamakla dengelenir. Vesselâm.
BİR BEYT:
İlim, ilim bilmektir,
İlim kendini bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır.
Hazret (k.s) "Tasavvuf " hakkındaki açıklamalarına şöyle devam ettiler:
Neticede "Tasavvuf": Allah’ı (c.c) görür gibi kulluk etmek, biz Allah’ı (c.c) görmesek bile, Allah’ın (c.c) bizi gördüğünü bilmek, daima Allah’la (c.c) olmak, Allah’ı (c.c) hatırlamak ve anmak ve kendini Allah’ta (c.c) yok etmek lâzımdır.
Tasavvufun kaynağı, Her şeyden önce Kuran-a ve Hazreti Peygamber’in (sav) yaşayışına dayanır. Bunun en önemli delillerinden biri tarikat silsilelerinin Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a). Veya Hz. Ali Kerremallahu Veche (r.a) vasıtasıyla Hz. Peygamberimize (sav) ulaşmış olmasıdır. Böyle bir bağlantı olmasaydı, Tasavvuf zaman içinde kaybolup giderdi.
Manevi bir zincirle Hz. Peygamber Efendimize (sav) ulaşmasından başka. Tasavvufun şöyle özellikleri de vardır:
"Tasavvuf;" Bir Mürşidi Kâmil’den öğrenilir. Bu bakımdan sadece kitaplardan okumakla elde edilecek bir ilim değildir. Kişi kitapları okuyarak, filozof, edebiyatçı, fıkıh âlimi olabilir. Fakat sofi, derviş, şeyh, mürit, olamaz. Akıl üstü bir ilimdir. Bu bakımdan birçok tarifleri yapılmıştır. Tarif çokluğu bir belirsizlik ve çelişki teşkil etmez. Sayısı binleri bulan bu tarifler çeşitli seviyelerden, Tasavvufun farklı cephelerini izah eder. "Tasavvuf" Nakli bir ilim olmayıp yaşanılan müşahede edilen bir ahlâk ilmidir. Bu ahlâk tamamıyla Kur’an ve Peygamber ahlâkıdır.
Tasavvuf’la, "Tarikat’la" Allah’a (c.c) ulaştırıcı bir manevi yola Sülûk edilir. Bu yollar pek çok olup büyük mürşidi kamiller tarafından tespit edilmiş belli kaidelere sahiptir. Bu yola girmeden dikkat edilecek husus ise şeriata ve ehli sünnet akidesini yaşayan hakiki manadaki mürşidi kamilleri aramak suretiyle bulup teslim olmak lâzımdır. Şeriatı öğrenip tam yaşamak lâzımdır ve ayrıca esas olan sünnete tam Mutabaat’tır. (Sülûk: Bir yola girmek, manen yükselmek.)
Hazret (k.s) bu konudaki sohbetlerine şöyle devam ettiler.
Azizim. Şeriat, Tarikat, Hakikat, hepsi aynıdır yani beraberdir. Biri olmadan diğeri olmaz. Tarikat; Şeriatı, yaşamaya gayret göstermek için yoldur. Tarikat; Din değildir. Yani şeriatsız tarikat olmaz, tarikatsızda hakikate erişmek olmaz, hepsi beraberdir, iç içedir, temel şeriattır.
Şeriatı iyi bilip öğrenmek lâzımdır. Nefis şeriatı kabul etmediği için, (şehevi arzu ve isteklerden dolayı) tarikat yolu ile terbiye edilip şeriatı kabul edip yaşamasını sağlar.
Şeriat; Allah’ın (c.c) bütün emirlerine uymak haram kıldıklarından sakınmak ve öncelikle namaz kılmak. Haramlardan. Uzak olmak. Nazara yani namahreme bakmamak, Rasulullah (sav) Efendimizin sünnetlerine tam Mutabaat ile yerine getirmektir. İşte bunlar nefse çok zor gelir. Nefis haramı ister bizde ondan kurtulmak için Allah’ın (c.c), Rasulullah’ın (sav) ve Sadatların (k.s) dediklerini harfiyen yerine getirmeliyiz, işte tarikat budur.
Tarikat Makam, mevki sevdası için değil yalnızca Allah’ın (c.c) rızasını kazanmak içindir, Allah (c.c) çok büyüktür, rızasını kazanması da güçtür çok çalışmak gerekir, gevşek olmamak gerekir. En önemlisi de Allah’ın (c.c) rızası rahatlıkta değil zorluktadır. Cennet pahalı cehennem ucuzdur. Allah’u Teâlâ (c.c) cümle Muhammed ümmetiyle beraber, Sadatların (k.s) hatırına affı mağfiret etsin. Bizi bize bırakmasın, razı olacağı ameli işletsin. Âmin. İnşâallah. Dikkat edelim nefsimize uymayalım, günahlardan uzak olmaya çalışalım, gayret gösterelim, gayretlerimiz çalışmalarımız Lillah için olmalıdır. Vesselâm.
Hazret (k.s) "Tarikat ve Tasavvuf " konusunu Sadatlarımızın büyükleri şöyle açıklamışlar:
Sadatlarımızın büyükleri tarafından Tarikatın çok çeşitli tarifleri yapılmıştır. Cüneyd-i Bağdad-i (k.s); Tarikatı kalbi Allah’la (c.c) beraber olduğu halde zikretmek. Sünneti Seniyyeye uymak şartıyla amel etmek şeklinde tarif emiştir. Ve Mağruf’u Kerhi’ye (k.s) göre ise; Tarikat güzel ve temiz ahlak ile ahlaklanmak kötü, çirkin huy ve özelliklerden sıyrılmak. Ayrıca kimisine göre Tarikat dış organları maddi kirlerden, kalbide günah ve gaflet karanlığından koruyarak mamur eylemektir.
Hazret (k.s) "Tarikat" hakkındaki sohbetlerine şöyle devam ettiler;
Nakşibendî büyüklerinin itikadı, Ehl-i Sünnet Ve’l-cemaat itikadıdır. Yani, Kuran ve Hz. Peygamber Efendimizin (sav) sünnetine tabi olanların yoludur. Bu Tarikatın temeli Rasûlullah’ın (sav) tertemiz şeriatının hükümlerini yaşamak ve yaşatmak için bir mücadele yoludur.
Hazret (k.s) bu sohbetin devamında "Şeriat’la, Tarikat’ın" bağlantısından bahsettiler:
Tarikata karşı olan, şeriata karşıdır dedi ve şöyle devam etti, şeriatsız tarikat olmaz, tarikat; Şeriatın kaymağıdır dediler.
Hazret (k.s) Hakikat ehline göre Mürşidi Kâmillerin ve Tarikat Şeyhlerinin nasıl olması gerektiği hakkında ve ayrıca tanınmaları konusundan bahsettiler:
Hakikat ehillerine göre şeyhler üç kısımdır:
1- Hırka şeyhi,
2- Zikir şeyhi.
3- Sohbet şeyhi.
Hakikat ehillerine göre; Hakiki şeyh sohbet şeyhidir. Çünkü sohbet şeyhi başka bir vasıtaya ihtiyaç bırakmadan müridi alıp haliyle ve sözüyle irşat eder.
Sohbet şeyhinin; Kalbi ile müridin kalbi arasında perde yoktur. Rabıta ile birbirlerine doğrudan bağlıdır.
İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretleri buyurur ki, Bu tarikatta şeyhlik ve müritlik yolu, öğrenmek ve öğretmek iledir. Diğer birçok tarikatta olduğu gibi sarık giymek ve bir silsileye sahip olmaya bağlı değildir. Son zamanlarda zuhur eden bazı kimseler müritliği ve şeyhliği sikkeye ve silsileye bağlı kılmışlardır. Bu noktadan hareket ederek bir asırda birden fazla şeyhin olabileceğini kabul etmezler ve tarikat öğretene Mürşid derler, Şeyh demezler. Bu cehaletin son derecesidir ve Allah’a (c.c) vasıl olmadıklarının delilidir. Hâlbuki hakiki şeyhler buyurmuşlardır ki talim şeyhi de şeyhdir. Sohbet şeyhi’de şeyhdir. Bir asırda birkaç şeyhin bulunması caizdir. Hakikate ermek isteyen salik eğer bir başka şeyhin irşadıyla rüşte ereceğine kanaat ederse ilk şeyhini bırakıp ikinci bir şeyhe intisap edebilir.
Mürit Bir Hırka şeyhine intisap etmişse başka bir hırka şeyhine intisap edemez. Teberrükende olsa bunu yapması doğru değildir. Fakat bir hırka şeyhine intisap etmişse daha sonra sohbet şeyhine intisap edebilir ve daha çok istifade eder. Çünkü tarikat adabını öğrenmekte en çok sohbet şeyhinden istifade edilir. Talim şeyhi ise Tarikata rehber olabilecek seviyede olmalıdır. Hırka şeyhinde bu özellikler yoktur. Talim ve sohbet şeyhinin gösterdiği adaba muhakkak uymak ve öğrettiklerini iyice bellemek lâzımdır. Çünkü Hakiki şeyh denilmeye lâyık bulunanlar sohbet şeyhleridir.
Allah’u Teâlâ (c.c) cümlemizi rızasını kazanmaya muvaffak kılsın. Âmin. İnşâallah.
Hazret (k.s) Seyyid Sibğatullah Arvasi’nin (k.s) bu konudaki açıklamasını naklettiler: Gavsı Hizan-i (k.s) Hilafet vermenin üç mertebesi vardır;
Birincisi: En yüksek dereceli kabul edilen ve işaretle verilen hilafettir.
İkincisi: Sözle verilen hilafet bu orta olanıdır.
Üçüncüsü: Yazıyla verilen hilafettir bu halifelik vermenin en alt derecesidir. Buyurmuşlar.
(Not: Bu konu Seyyid Sibğatullah Arvasi Hazretlerinin “Minah” kitabında vardır.)
Hazret (k.s) bu sohbetinde Birinci derecedeki olan Hilafeti bizlere açıkladılar:
Allah’ın (c.c) kendi takdiriyle bir kuluna mürşidi kâmillik görevini takdir ettiği zaman. Hızır (a.s)’ma. Bildirir Hızır (a.s) da Rasulullah (sav) Efendimiz’e o kulun cismani şeklini, adını ve adresini bildirir ve bu görevi Allah’ın (c.c) o kuluna bildirilmesini söyler. Rasulullah (sav) Efendimiz derhal Hızır (a.s)’ma. Allah’u Teâlâ’dan (c.c) gelen bu emri. Hızır (a.s)’ma bu hususta görevli olan mürşidi kâmile bu ulvi görevin işaret edilen kişiye tebliğ edilmesini bildirir, O mürşidi kâmil olan zadda görev verilecek kişi nerdeyse gider, bulur ve bu ulvi emaneti şahsına verir ve vazifesini ne şekilde yapacağını tarif etmek suretiyle emaneti teslim etmiş olur.(Bu şekildeki gelen görev hakiki manadaki Mürşidi kâmillere hastır.)
Hazret (k.s) Bu görevi alan hakiki manadaki Mürşidi Kâmillerdeki görev anlayışı şöyledir;Onlar şöhret olmak istemezler, kendilerini gizlerler, dünyalık makam ve mevkiyi talep etmezler, bunlardan uzak dururlar ve en önemlisi kendi iaşelerini çalışmak suretiyle kendileri temin ederler. Kimseden yardım anlamında dünyalık hiçbir şey kabul etmezler ve en önemlisi de bu zatlara teslim olacak olan müritler içerisinden samimi, ihlâslı, gayretli ve kabiliyetli insanları seçerler. Onları müritliğe alır, yetiştirir; İçlerinden teslimiyeti yüksek derecede olup, verilen emirleri itirazsız yerine getiren, gayretli ve anlayışlı kişilere yukarda belirtildiği gibi ikinci ve üçüncü derecede halifelik vermekte yetkilidirler. Bu halifelerin mürit edinip edinmeyeceği mürşidi kamil tarafından bildirilir. En önemli şartı bu ikinci ve üçüncü derecedeki halifeler, bir başkasına aynı derecede halifelik verme yetkileri yoktur. Yalnız halifelik vereceği kişiyi mürşidi kamil olan üstadına bildirir. O mübarek uygun görürse ancak halifelik görevini kendisi verir. (Mürşidi kamiller halifelik verdiği kişilere yalnız tebliğ ve irşat görevi ile mürit edinmeme emride verebilir, veya Üstadı adına mürit alma yetkisi verebilir.) buyurdular. (Bu konu İmam-ı Rabbani (k.s) Mektubat-ı Rabbani kitabında geçmektedir.) Dediler.
Hazret (k.s) bu sohbetinde Mürşid tayin etmenin şeklini naklettiler:
Manevi tayindir. Bir zatı, mürşit tayin etmek üzere bir zümrenin toplanması yeterli olmaz. Bu vazife Hz. Peygamber (sav) Efendimiz’e kadar uzanan sahih bir silsileden icazetli bir mürşidi kâmilin tensib etmesi (uygun görmek) ve tayini ile olur. Böyle bir tayin olmadığı zaman silsile orada kesilir. Bu sebeple bazı mürşidi kamiller salahiyetli birini bulamadıkları zaman kendilerine halef (kendinin yerine sonradan geçecek kimse) olarak, yollarını devam ettirecek birini bırakamazlar. Bazen bir tane, bazen de Mevlâna Halid-i Bağdadi Hazretleri gibi bir Zuhurat ile çok sayıda mürşit bırakırlar. Bunun hikmeti, Cenab-ı Hakk’a ait bir keyfiyettir. Vesselâm diye nakletti.
Hazret (k.s) bu çok önemli konuyu şöyle tamamladılar: Mürşidi kâmillik görevini vermek hiçbir Mürşidi kâmilin elinde değildir. Allah’u Teâlâ’nın (c.c) takdirine bağlıdır. Allah’u Teâlâ (c.c) kimi taktir ederse o kişiye verir.
Mürşidi kâmillik görevi, kraliyet ailesi gibi babadan oğula, babadan kardeşe geçmez. Allah’u Teâlâ (c.c) kimi takdir ettiyse ona geçer. Hazret (k.s) sohbetin devamında yeryüzünde kıyamete kadar her gün her an bulunacak Evliyaullah sayısının, Adem (a.s) dan, Rasulullah (sav) Efendimize kadar gelen peygamberlerin sayısınca olacağından bahsettiler.
Hazret (k.s) bu sohbetinde "ALLAH’IN (C.C) SOFİLERİ" Hakkındaki açıklaması:
Allah’ın (c.c) sofileri vardır. Allah (c.c) onlara kendi aşkını verir. Onlarda sadece Allah’a (c.c) aşık olurlar, dünyadaki şeyhlere razı olmazlar. Çünkü şeyhler, Allah (c.c) isterse himmet edebilirler ve devamlı olmaz. Ama Allah’ın (c.c) himmeti, bereketi her an vardır ve devamlıdır. Devamlı olanı isterler, şeyhlerinkine kani gelmezler. Buyurdular.
Hazret (k.s) Babası Şeyh Nasır (k.s) Hazretlerinden bahsetti:
Bir gün Babam Şeyh Nasır (k.s) Hz.leri Gavs’ın (k.s) yanında iken şu sohbetini anlattı:
Bir kısım Müritler arazide tarlada bostanda çalışıyorlardı. O zaman Gavs’ın (k.s) şu sohbetini anlattılar:
Bu yolda Tasavvuf yolunda yetişenler İki kısımdır:
1- MURADUN’Lar. 2- MÜRİDUN’lar. Müridun kısmı geç. Muradun kısmı ise çabuk maksuduna erişir. Gavs’ım (k.s) şöyle buyurdular. Benim Üstadım “Hazret’de MURADUN” kısmından idi.
Bakın size bu anlatacağım sohbetteki “KADIN’da MURADUN” kısmından imiş. Diye buyurdular: