Hazret (ks) fakirlere yardım eden Şoförle ilgili bir menkıbe anlattı:
Sokaklarda sefalet kol geziyordu. Kim kime yardım edecek, destek olacaktı? İşsizlik yaygındı. Çevresi de perişandı. Bir yanı yıkılmaya yüz tutmuş evceğizinin camından yola doğru ümitsizce bakarken bir taksinin kapının önünde durduğunu, içinden de bir yolcunun indiğini gördü. Demek ki taksi şoföründe az çok para olacaktı. Çünkü müşteri indirmişti. Bütün cesaretini ve ümidini toplayarak evden çıkıp yola koştu. Yaklaşıp direksiyon başında arabasını hareket ettirmek üzere olan şoföre seslendi:
Sakın beni dilenci falan zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür aç beklemekteyim.
Bu gidişle namusumun lekelenmesinden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. Ben açlıktan ölmeye razıyım. Fakat çocuklarımın çığlıklarına tahammül edemiyorum.
Beklenmedik bir anda gelen bu “Allah rızası için yardım” talebi zaten kıt-kanaat geçinen şoförü şaşırtmıştı. Düşünmeye başladı. Cebinde bir miktar parası vardı var olmasına; Ancak bu parayı aylardır biriktiriyordu. Çünkü taksinin dört lâstiği de kabaklaşmıştı. Onları değiştirmek için çırpınıyordu.
Zaten akşamları eve gelince hanımı da ikaz etmekten geri kalmıyordu:
Ne zaman değiştireceksin bu lâstikleri? Birazcık geç kalsan, aklıma kötü şeyler geliyor. Acaba bir kaza mı yaptı kabak lâstiklerle?’ diye korku içinde bekliyorum.
O an için nefsi ve şeytan birlik olup vesvese vermeye başladılar:
Sen zaten zor geçinen kimsesin. Yardım edecek durumda değilsin. Bas gaza, git yoluna! Fakat İmanı ve vicdanı da şöyle sesleniyorlardı:
Para dediğin şey böyle gün için lâzım olur. Belli olmaz Allah’ın rızasının nerede olduğu. Biriktirdiğin parayı bu muhtaç hanıma vermelisin. Tam yeridir. Çocukları aç durumda, Onu namusunu kirleterek, para kazanmak zorunda bırakmamalısın.
Nihayet nefsini ve şeytanını yenmiş, cebindeki lâstik parasını tümüyle kadıncağıza uzatarak:
Al bacım, namusunla yaşa. Bu para bir müddet seni idare eder. Sonrasında da Allah (c.c) başka sebepler halk eder! Dedi. Minnet etmemek için de hemen gaza basıp oradan uzaklaşırken kadının:
Sen benim ihtiyacımı karşıladın, Allah da senin ihtiyacını karşılasın! Duasını duydu.
Gün boyunca kulaklarında çınlayan bu duaya hep (Âmin) dedi.
Akşam eve gelince beklediği soruyla yine karşılaştı.
Hâlâ değiştirmemişsin lâstiklerini...
Bir lâstikçiyle anlaştım. Yeni lâstikler gelince hemen değiştirecek. Diyerek geçiştirdi.
Bu geçiştirme işi birkaç gün devam etti. Bir akşam yine eve gelirken iyice sıkılmış. “Bu defa hanıma ne diyeceğim?” Diye düşünürken beklenmedik bir durumla karşılaşmıştı. Hanımı kendisine adres yazılı bir kâğıt uzattı, sonra da şöyle dedi:
Bugün bir lâstikçi geldi, şu adresi verdi. “Yarın bana mutlaka gelsin, lâstiklerini değiştireceğim” deyip gitti. Al şu adresi.
Belli etmemişse de bunun izahını yapamamıştı. Çünkü böyle bir lâstikçi ile konuşmamıştı. Merakla sabahı bekledi. İlk işi kâğıttaki adrese gitmek oldu. Garipliğe bakın ki tamirciyi hiç görmemiş, buraya hiç gelmemişti. Elindeki kâğıdı uzatınca bir şaşkınlık iki tarafta da yaşandı. Lastikçi:
“Sen o musun?” Deyip şoförün boynuna sarıldı, başladı hıçkıra, hıçkıra ağlamaya. Sonra da şöyle devam etti:
Tam üç gündür Resûlüllah Efendimiz (sav) rüyama giriyor ve bana, “Şu adresteki şoförün lâstiklerini değiştir, ücret olarak da benim şefaatime nail ol” buyuruyor. Lastikçi şoföre soruyor: Allah için söyle. Sen ne türlü bir iyilik ettin, nasıl bir hayır dua aldın ki Resûlüllah Aleyhisselâm (sav) üç gündür beni ikaz ediyor, senin lastiğini değiştirmem için beni vazifelendiriyor? Şoför başından geçen hadiseyi anlatmak zorunda kalıyor. Kıssadan hisse.
Hazret (ks) bu Sohbetinde Kalbi çalıştırmaktan bahsetti:
Allah’tan (c.c) ümidinizi kesmeyin, Allah’tan (c.c) isteyin, Allah’ın izniyle sadatlardan isteyin. Sadatlar himmet eder. Ancak, Nakşibendî olanlar namazı geçirmezler. Hep Allah’la (c.c) beraber olun, kalbinizi çalıştırın, tembel olmayın, kalbinize Allah aşkını nakşedin.
Kalbi çalıştırmak: Nakşibendîler sol tarafındaki meleği çalıştırmayacak. Hatta sağ taraftakini de çalıştırmayacak. Bunun için kalbine Allah (c.c.) lâfzını nakşedecek. Amelini ondan bile saklayacak. Riya etmeyecek. Riya gizli şirktir.
Sadatlarımız bir nefeste elli defa Lâilehe illallah demişler. Göbekten alıp, alna vurup, sağ omzundan kalbe indirmiş. Sahabe Resulullah’ı (sav) görmekle ve ona uymakla makam kazanmış, biz çalışmakla kazanacağız. Nefsi terbiye edeceğiz. Nefyi ispata geçeceğiz. Allah’ın (c.c.) rızasını ciddiye alırsak Allah (c.c) bize verir. Çalışırken günlük hesap göreceğiz. Nasıl cebimizdeki paranın hesabını görüyorsak Allah (c.c) için ne yaptık, günü nerede harcadık, her gün hesap çıkaracağız. Yaniher Müslüman her gün muhasebe yapmalı ve kendisini yargılamalıdır.
Fecir vaktinde uyanık olun, Allah’tan (c.c) isteyin ciddi bir şekilde isteyin, lakayt bir şekilde değil. Dedem Muhammed Diyâuddin Hz.nin (ks) yanına bir zat gururlu bir halde “Ben Silvan’lıyım” diyerek girer. Muhammed Diyâuddin Hz (ks) “Evet, şalvarından belli!” der.
Hazret (ks) bu hadiseyi bizlere naklettikten sonra şöyle buyurur: “Kişinin ahlakı ve yaşantısı hal ve hareketlerinden belli olur. Tavırlarında, davranışlarında ahlakını yansıtır.”
Hazret (ks) sohbetini şu şekilde bitirdi, Müslüman ağırbaşlı ve vakarlı olması gerekir ve Müslüman elinden, dilinden emin olunan kişidir Vesselâm dedi.
Hazret (ks) bu Sohbetinde: Ahmet El Haznevi’nin (k.s) (üstadına teslimiyeti hakkında
Bir Menkıbesini anlattı:
Muhammet Diyâuddin (k.s) Hazretlerinin halifesi olan Ahmet el- Haznevi (k.s) üstadının Ebdal’ıydı yani onun verdiği görevleri yerine getirirdi.
Bir gün Muhammet Diyâuddin Hz. lerinin talebelerinden birisi Hazne Hz. takibe koyulur ve ne yaptığını anlamak ister. Çünkü ona çok değer verilmekteydi. Sabah erkenden Hazne Hz. sığırları otlatmaya çıkarıyordu, o mollada merakına yenik düşüp Hazne Hz. takip etti, yanına yanaşıp sana neden bu kadar değer veriliyor niye bu kadar erken geliyorsun diye eteğine yapıştı Hazne Hz. anlatmak istemedi ancak molla ısrar etti. Nihayet ben ölünceye kadar kimseye bir şey söylemesen sana anlatırım diye Kuran üzerine söz aldı. Molla tamam dedi Kuran üzerine söz verdi. Hazne Hz. sırtıma yapış gözlerini sakın açma dedi. Bir süre sonra aç gözünü dediğinde birde baktı ki Arap ülkelerinin birine gelmişler, biraz yürüdüler, sonra büyük bir camiye girerler. Camide sarıklı, sakallı, cüppeli zatlar hürmetle ve saygıyla Hazne Hz. ni karşılarlar. Beraber oturup sohbet ederler. Ve bir zaman sonra işleri bitince çıkarlar. Molla yine Haznevi Hz.‘nin sırtına tutunur gözlerini kapar ve Norşin’e dönerler. Molla sorar. Bunun izahı nedir? Ben (Muhammed Diyâuddin Hz.lerinin) üstadımın bana verdiği görevleri yapıyorum, üstadım himmet ediyor diye cevap veriyor.
Hazret (ks) Teslimiyet konusunda Kuran’ı kerim’de gecen Musa (a.s) kıssasını nakletti:
Kuran’ı kerim’de bildirildiği üzere Cenab-ı Hak Hz. Musa’yı (a.s) firavun’a gönderdiği zaman. Ona şöyle buyurdu:
“Firavun’a git; Çünkü o iyice azdı” (Taha, 24)
Rivayetlere göre Hz. Musa (a.s) aile efradını ve davarlarını zahirde emanet edeceği bir kimse olmadığından: “Yarabbi! Ev halkım ve davarlarım ne olacak?” dedi.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak, < Muhafaza edenlerin en hayırlısı>
Olduğunu hatırlatarak şöyle buyurdu:
“Ey Musa! Beni bulduktan sonra başka ne istersin? Sen benim emrimi edaya koş! Bana bağlan ve teslimiyet göster! İstersem kurdu koyunlarına çoban eder ve meleklerimi de ailene muhafız kılarım.
Ey Musa! Nedir bu düşündüğün? Anan seni denize attığı zaman seni kim kurtardı? Bundan sonra seni anana kim kavuşturdu? Sen hani, birini kaza ile öldürmüştün de firavun seni aramaya koyulmuş ve öldürmeye azmetmişti; o vakit seni ondan kim muhafaza etti?”
Hz. Musa (a.s) bu söylenenleri hem dinliyor, hem de her cümlesinin sonunda:
“SEN, SEN, SEN YA RABBİ!” diyordu.
Cenab-ı Hak Kuran’ı kerim’de şöyle buyuruyor:
Hani bir vakit ilham edilmesi gereken (ancak ilham ile bilinebilen) şu ilhamı annene verdik: (Taha, 38)
Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim. (Taha, 39)
Kız kardeşin Firavun'un sarayına giderek: «Ona bakacak birini size göstereyim mi?» diyordu. Böylece, annen üzülmesin, sevinsin diye, seni ona iade etmiştik. Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik. Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra, ey Musa, peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa gelince dönüp geldin.(Taha, 40)
Hazret (ks) bu kıssayı anlattıktan sonra bu konuyu şu şekilde bizlere açıkladı:
Ebetteki Musa (a.s) bütün peygamberler gibi teslimiyetin zirvesindeydi. Ancak peygamberler insanlara birer örnek şahsiyet olduğundan Cenab-ı hak bizler için mühim olan bazı hususları onlar üzerinde tecelli ettirir ve böyle durumlarda nasıl davranacağımıza işaret buyurarak gönülleri irşat eyler. Nitekim bu kıssada da anlatılmak istenen, bütün âlemlerin sahibi ve Rabbi olan Allah’u Teâlâ’nın emirleri karşısında hiçbir beşeri mazeretin geçerli olmayacağı anlatılır. Çünkü onun emrini yerine getirenlerin ihtiyaç duyacağı her türlü yardım yalnız ve yalnız Allah’tandır. Eğer kul ihlâs ve samimiyetle Hakk’ın rızasına uyarak emirlerini yapmaya gayret gösterirse, Allah’ın her zaman kendisine yar ve yardımcı olduğunu anlar. Nitekim Cenab-ı Allah, Hz. Musa’yı (as) Firavun’un sarayında büyütmüş, Hz. İbrahim’i (a.s) Nemrud’un ateşleri ortasında güllük ve gülistana gark etmiş. Ashab-ı Keyf adı verilen Salih gençleri üç yüz küsur sene bir mağarada uyku halinde zalimlerin şerrinden muhafaza etmiş. Ve Hz. Muhammet Mustafa’da (sav) nice tehlikelerden korumuş, özellikle Sevr mağarasında Rasulullah’ı (sav) düşmanların gözlerinden gizlemiştir.
Hazret(ks) bu sohbetin devamında kendi üstadıyla aralarında geçen bir hadiseyi nakletti:
Bir gün ramazandı. Caminin yanında bir oda vardı ben gittim sobanın kenarına uzandım. Üstadım Şeyh Abdülhakîm Hüseyni (ks) hazretleri o vakit gelmezdi ama o gün geldi selâm verdi. Namaza durdu baktım namazı uzadı anladım tesbih namazı kılıyor. Bende kalktım tesbih namazı kıldım, ben namazı bitirdikten sonra üstadım bana şeyh Lütfi dedi sen bana haset ettin? Bende evet şeyhim dedim, ama bana çok zor geldi, öldüm dedim.
Üstadım bana dünyalık haset haramdır, İslam da amel için haset çok iyidir dedi.Madem bana haset ettin ben bunu her gün kılıyorum, haset ettiysen sende öyle yap dedi.
Bende, lâtife olsun diye şeyhim ben artık haset etmiyorum namazı sen kıl, bu namazdan sana sevap yoktur, benim sevabım seninkinden çoktur. Çünkü sen namazdan lezzet alıyorsun ben zorla kılıyorum, nefsime muhalefet ediyorum dedim.
Haset dünyalık olursa haramdır.
İslam yolunda sünnet, hatta vaciptir. Diye buyurdular.
Hazret(ks) bu sohbetinde Tûtî kuşunun Menkıbesini anlattı:
“Bir bakkal ve onun Tûtî kuşu vardı. Güzel sesli, yeşil renkli ve söz söyleyen bir hayvandı.”
Tûtî, papağan gibi bazı kuşların ufak tefek söz söyledikleri malûmdur. Fakat onların o sözleri söylemeleri, anladıklarından değil; İşittikleri sesi taklit etme kabiliyetinde olduklarındandır. Bu kuşlara söz öğretmek için kafeslerine bir ayna koyup aynanın arkasından söz söylermiş. Tûtî, aynada aksini görünce onu başka bir Tûtî sanır, işittiği sözü o söylüyor zannıyla taklit edermiş.
Bu münasebetle Hafız Şirazi:
“Beni Tûtî gibi ayna karşısına koydular. Üstâd-ı Ezeli her neyi söyletiyorsa onu söylüyorum.” demiştir.
Fatih’in küçük ve talihsiz oğlu Sultan Cem’in bir Tûtî’si varmış. Kendisine öğretilen (Allah’u yer ham CEM) duasını tekrarlar, dururmuş.
Cemin vefatından bu hayvanı Bâyezid aldırmış. Onun karşısında –yine öğretilmiş olan –(Allah’u yer ham CEM) duasını etmiş.
Şarkıda tûtîlerin konuşması hakkında mübâlâğalar yapılmış, hattâ (Tûtînâme) isimli kitaplar yazılıp, onlara hikâyeler söyletilmiştir.
Hazret-i Mevlâna’nınbahsettiği Tûtî’ye dair vasıfları da, o mübalâğalara göredir.
“Dükkânda bekçilik eder çarşıdaki esnaf ve tüccara nükteler söylerdi. İnsanlarla konuşurdu, Tûtî’lere mahsus ötüşü üstâdca idi. Efendisi bir gün eve gitmişti. Tûtî dükkâna nezâret ediyordu. Bir kedi, fare yakalamak için birdenbire dükkâna atıldı. Tûtî’de can korkusundan. Sıçradı, dükkânın bir köşesine kaçtı. Lâkin gülyağı şişelerini devirdi, yağları döktü. Efendisi evden geldi. Dükkâna geçip patron tavrıyla oturdu, baktı ki dükkân yağ içinde. Başına vurup tüylerini döktü, kafasını kel haline getirdi. Tûtî birkaç gün konuşmayı kesti. Bakkal da pişman olup ah demeye başladı. Bakkal sakalını yoluyor, eyvah, nimet güneşim, bulut altına girdi diyordu. Elim kırılsaydı, o tatlı dilli Tûtî’nin başına nasıl vurdum? Diye teessüf ediyordu. Kuşunun söylemesini bulmak- yani, tûtîyi tekrar konuşturmak – için fakirlere hediyeler ve sadakalar veriyordu.
Üç gün, üç gece sonra bakkal, dükkânda hayran ve ağlamaklı bir hâlde oturuyordu. Bu kuş ne vakit söyleyecek? Diye binlerce gam ve keder ile vakit geçiriyordu. Tûtî söze başlasın diye ona türlü, türlü, acâyip ve garip şeyler gösteriyordu. Başı çıplak bir derviş geçti ki, kafası, tas ve leğen gibi cas cavraktı. O sırada Tûtî de dile geldi ve: Ey falan! Diye dervişe seslendi. Ey kel; Neden kellere karıştın? Yoksa sen de şişeden yağ mı döktün? Tûtî, aba sahibi dervişi, kendi gibi sanmasından ve nefsine kıyas etmesinden halk gülmeye başladı.” (Tûtî: Papağan.)
Hazret (ks) Dedesi Muhammed Diyâuddin (ks) Hz. nin şöyle bir sohbetini nakletti:
“-Muhammed Diyâuddin Hz.nin (k.s) zamanda, Hacı Cemil bey, Nuh bey, İzzet bey varmış. Bunlar bir gün toplanıp tövbe için Hazretin (k.s) huzuruna geliyorlar. Bütün ağalar, beyler, hizmetçiler tek, tek tövbe ediyorlar. Yalnız Hacı Cemil beyin (Hasso) adında bir hizmetkârı varmış ki o hiç yerinden kalkmıyor. Hazret (k.s) ona: Oğlum Hasso, diyor. Bütün bunlar tövbe ettiler de sen niye tövbe etmiyorsun? Yoksa senin tövbe edeceğin bir günahın yok mu?
Hasso diyor ki:
Hasso kurban olsun Hazrete (k.s). Hasso’nun yapmadığı kalmadı; Hasso hangi bir günahına tövbe etsin, hangi birine etmesin..
O vakit Hazret (k.s) mübarek elini boynuna uzatarak şöyle diyor:
Oğlum gel tövbe et, yapmış oldukların benim burama.
Hasso kalkıp tövbe ediyor.
Üzerindeki fişek bağlarını açıp silahı ile beraber götürüp Hacı Cemil Beyin önüne koyuyor ve:
Hasso bugüne kadar senin hizmetkârındı, bugünden sonra Hazretin hizmetkârıdır. Diyor.
Şeyh Muhammed Diyâuddin Hazretleri (k.s) dediler ki:
“- Hasso da oldu Haso..”
Muhammed Diyâuddin (k.s) Hazretleri sohbetine şöyle devam ettiler. Derlerdi ki: “Benim yanıma çoban, danacı getirmeyin. Erkek getirin, erkek.”
( Yani: Öyle kişileri getirin ki -getirmeniz icap ediyorsa- sözüne sadık ve erkek olsun. Tövbesinde sebat etsin.)
Hazret (ks) çocuklar hakkında şunları anlattı:
Hazret (k.s) çocuklar hakkında şöyle söyledi: çocuğu Allah (c.c) rızası için sevmek gerekir. Dünya meyvesi olarak görür ve seversek ters bir hareketi bize çok ağır gelir ve boşluğa düşürür.
Onun için Allah (c.c.) rızası için sevmelidir vesselâm.
Bu konuda şahı Hazne (ks) Hazretlerinin bir hatırasını nakletti:
Çocuklara tövbe veriyorken, huzurunda bulunanlardan bazıları kalplerinden şöyle geçiriyorlar:
“Bu çocukların daha günahı yok, onlara tövbe veriyorlar.”
O zaman Şah- Hazne (k.s) dönüp diyor ki:
“Ben bu çocuklara tövbe vermiyorum, kendim onların elinde tövbe ediyorum.”
Şeyh Hazretleri (k.s) bir çocuğa tövbe verdikten sonra, bu sohbeti anlattılar.
Ve bir. Misalleri daha. Tövbe hususunda..
“- Bir kişi, bir somun yer, rahatsızlaşır doktora gider; Doktor ilaç verir, iyileşir. Döner, bu sefer bir buçuk somun (ekmek) yer. Tekrar rahatsızlaşır yine doktora gider. Yine doktor midesini temizler, ilaç verir; Tekrar iyileşir. Bu sefer iki somun yer. O zaman oldu tehlike. TÖVBEDE BÖYLEDİR:Kişi bir yapar gelir, Allah’ın izniyle sadatlar temizler. İki yapar, sadatlar temizler. Üçüncü de olur tehlike.”
Hazret (k.s) Herkesin Derdiyle Dertlenen Bir Kişiden Bahsetti:
Bizim oralarda bir memo vardı bu memo herkesin derdiyle dertlenir ve onlara çare arar onların işlerine koşar onlar için üzülürdü gece gündüz hali buydu. Ev halkına dışarıdaki insanların dertlerini hastalıklarını çaresizliklerini anlatır ve kendi kendine ah vah çekerdi her günü, her gecesi hep aynıydı.
Günlerden bir gün ailesi, çocukları ve annesi, babası usandılar bıktılar ve kendisine bir akşam vakti şöyle dediler.
Memo senin bu halinden biz bıktık usandık yeter artık bu işlerden vazgeç başka insanların kederleri, dertleri, işleri için üzülmene deymez.Bu işleri bırak yoksa evi terk et bu eve gelme ya böyle ol bizim dediğimiz gibi yahut da bu halinle evin dışında başka bir yerde kal öyle devam et diyorlar.
Memo da ne yapsın belki sabrederim diye ev halkının şartını kabul ediyor tamam diyor.
Ev halkına da bizim dediğimiz gibi davranacağına söz veriyor musun? Diyorlar.
Memoda temam, temam sözdür diyor. Sizin dediğiniz gibi olacağım diyor. Ve akşam oluyor, evde yemek için sofra koyarlar sofraya oturuyorlar ve memo soruyor bizim küçük oğlan nerdedir?
Evden diyorlar sokaktadır şimdi gelir hele yemeğe başlayalım biz diyorlar.Memo bir parça ekmek bölüyor ağzına koyuyor kaşıkla bir kaşık çorba alıyor, bu arada kapı açılıyor. Evin küçük oğlu çok heyecanlı bir şekilde içeriye giriyor. Ve şöyle söylüyor.
Babo, Babo komşumuz haso’nun merkebi doğurmiştir. Ema doğan yavrinin kuyriki yoktir diye heyecanla ev halkının yanında babasına anlatıyor memoda çorbayı kaşıklan beraber çorba tasına bırakıyor. Ve başlıyor. Eyvah, eyvah eyva’ki, eyvah Haso şimdi ne yapar nasıl yapar diye ellerini dizlerine vuruyor çırpına, çırpına dertleniyor. Ve bu arada ev halkı memo hayırdır ne oldu sana yine neden böyle yapıyorsun hani bize söz vermiştin ya böyle yapmayacaktın diye serteliyorlar ve hasonun merkebin sıpası sananey merkeb canlıdır, bir şey yoktir bunun neresine sen dertleniyorsun dizlerine vuruyorsun diyorlar.
Memo nasıl dertlenmem o sıpa büyüyecek merkep olacak haso onu dağa götürecek sırtına odun saracak dağdan gelirken o sıpa eğer bir çamura batarsa haso onu nasıl çıkerecek kuyriki yoktirki asılsın çıkarsın ben işte bunun için dertleniyorum ve üzülüyorum diyor. Ev halkı aho sıpa büyüyecek merkep olacak haso onu dağa götürecek odun sarecek gelirken çamura batecek kuyruğu yok haso merkebi çamurdan çıkarsın.
Bu dert edilir mi sen nerden biliyorsun böyle olacak sen sözünde durmuyorsun hala aynısın diyorlar kızıyorlar, bağırıyorlar ve memo şöyle cevap veriyor.
İsterseniz evden beni atın ben dayanamam bu halimi de bırakamam diyor. Ev halkı da sen bilirsin ne yaparsan yap diyorlar.
Hazret (k.s.) bu kıssayı bizlere şöyle yorumladı.
Müslüman İnsan her Müslümanın derdiyle dertlenmelidir. Ve fakirlere fukaralara üzülmelidir, elinden geldiği kadar yardımına koşmalıdır. Aynı zamanda sevdiği dostları içinde üzülmelidir, acı çekmelidir. Müslüman’ın aslı bundan ziyade olmalıdır dedi. Ve içimizde falanca kardeşimizde bu memo’dan çok, çok ziyadedir oda herkes için çok üzülüyor. Bir türlü bende bu dostumu ne yaptımsa bu hastalığından vaz geçiremedim ama aslı budur böyle olmalıdır. Fakat Bu dostumunki çok fazladır bu kadar fazla üzülmek olmaz dedi.
Hazret (k.s.) İslâm adabına uygun misafirlikten bahsetti, ayrıca üç adım kıssasını anlattı:
İslamiyet’te yani şeriatta bir Müslüman başka bir Müslüman dostunun arkadaşının veya akrabasının evine misafirliğe giderse anfami oturmamalı yani nikâh düşen erkek ve kadınlar aynı yerde, aynı odada oturmak yanlıştır. Şeriat bu durumu yasaklamıştır ayrı, ayrı yani kadınlar başka bir odada erkekler başka bir odada oturmalıdır. Ev sahibinin ikram edeceği çay vesaire ne varsa evin erkeği erkeklere veya ev sahibinin oğlu büyükse kadında kadınlara veya kızı büyükse onlar ikram etmedirler birbirlerinin odalarına girmemeliler bu ve benzeri durumlara çok dikkat etmek lâzımdır.
Allah’u Teâlâ’nın (c.c) emri böyledir yerine getirip memnun etmemiz lâzımdır emir böyledir şeytan ve nefse uymamamız gerekir ve ayrıca önemli bir husus da ev sahibinin ikramlarını hor görmememiz lâzımdır. Hoş karşılamamız gerekir, ev sahibini evinde ve bir başka bir yerlerde ikramlarından dolayı veya ev halinin yani eşyaları vardır yoktur azdır yoktur diye onları mahcup edecek sözlerden kaçınmamız lâzımdır. Ev sahibini rahatsız edecek huzurunu kaçıracak şekilde geç saatlere kadar oturmamamız lâzımdır. Çünkü bizim istirahata ihtiyacımız olduğu gibi ev sahibinin de istirahata ihtiyacı vardır bu ve benzeri şeylere dikkat etmemiz şarttır. Misafirlikte sohbetlerimiz malayani, gıybet, televizyona bakmak olmaması gerekir. Sohbetleriniz dinden imandan Allah (c.c) ve Rasulullah’tan (s.a.v) Asabından Sahabeden Sadatlardan sohbet edersek daha iyi olur. Beraber olmanın anlamı ciddiyetle böyle olması gerekir, güler yüzlü ve tatlı dilli olmamız da şarttır. Ve fazla oturup geç vakte kadar ev sahibini rahatsız etmemeliyiz. Dedi ve
Hazret (k.s.) bu sohbetle ilgili üç adım kıssasını anlattı:
Bizim oralarda bir haso vardı. Bu haso komşusu olan memo’nun evine her gün misafir olurdu ve geç saatlere kadar memo’nun evinden kalkmazdı. Çocuklar uyur memo rahatsız olur hasoya bir şey diyemez. Memo’nun hanımı nedir böyle her gün her gün gelir haso kalkmasını bilmez bunun da hanımı, çocukları vardır evinde onların yanında niye durmaz her gün buraya gelir bizi rahatsız eder der. Ve memo ben bu haso’yu kovacam der. Memo hanımına hatun hele sen sabret ben hasoyu çok güzel bir oyunla kovacağım hele sen seslenme yarın akşam ben ona yapacağımı biliyorum der ve ertesi günü akşam yine haso memo’nun evine gelir. Yine memoy’la haso beraber otururlar haso susmasını bilmez dır, dır, lâfı uzattıkça uzatır memo bakar yine bu geç saatlere kadar oturacak. Haso’nun sözünü keser memo haso’ya şöyle der:
Bulundukları yer kapı girişinde bir odadır. Haso bulunduğumuz yerden kapıya kadar kim üç adımda çıkabilir hele bir deneyelim der memo önceden bulundukları yerden kapıyı adımlamış kendinide ona göre hazırlamış.
Haso derki:
Memo ben çıkarım ama sen çıkamasın çünkü ben adımlarımı büyük atarım sen atamasın der. Memo hele kalk haso deneyelim der. Memo bulunduğu yerden hesapladığı gibi adımını atar. Üçüncü adımda kapının arkasında kalır. Haso memo’nun bu durumuna güler gördün mü sen beceremedin hele bak ben nasıl beceriyorum. Hele aç kapıyı. Memo kapının arkasında zaten.
Kapıyı açar. Hadi haso senide görelim der haso zahmetsizce bir iki üç der kapının dışına çıkar. Memo hemen kapıyı örter kapının arkasındaki sürgüyü sürer haso dışardan bağırır memo hayırdır. Ne bu hal kapıyı niye kapattın kapıyı aç der. Memo içerden kapıyı açmadan kapının arkasından. Haso’ya seslenir.
Haso uzun zamandır bizim eve gelirsin zamanında kalkmasını bilmezsin evine gitmezsin her gün her gün biz öldük yeter der.
Haso dışardan bağırır memo hele kapıyı aç ayakkabımı ver der.
Memo cevap verir. Vallahi kapıyı açmam artık da açarsam yine girer oturursun kalkmasını bilmez bizi öldürürsün yeter.
Bugün eve yalınayak git yarın gündüz ayakkabını ben evine getiririm der.
Hazret (k.s) bu kıssadan ders almak lâzımdır misafirlik de ev sahibini rahatsız etmeden zamanında kalkmak gerekir ve ayrıca her gün her gün yalnız gidip rahatsız etmemek lâzımdır. Dostları bıktırmamak gerekir yoksa ev sahipleri böyle rahatsız eden misafir’lere üç adım oynatmak zorunda kalır zorunda kalmasın şayet ev sahibi üç adım oynayalım mı derse bu kıssayı unutmayın size örnek bir hatıram olsun dedi. Vesselâm.
Hazret (k.s) Mevlâna Cami (ks) Hazretlerinin bir kıssasını anlatı:
Pirimiz Mevlâna Sâdeddîn Kâşgarî'nin (ks) sohbet halkasında bir genç vardı. Bu gençte, riyâzat, halvet ve aşk en ileri derecede idi. O da benim gibi, bir fânî güzele tutulmuştu. Böylece gönlünde biriktirdiği kıymeti bir lâhzada o tarafa devretmişti.
Altından ve pırlantadan hediye sadedinde bir şey alıp, o güzelin geçeceği yola bırakmış ve oradan geçenlerden birinin onu almaması için de bir kenara gizlenmişti. Fikrince sevgilisi oradan geçecek ve hediyeyi görüp alacaktı. Fakat kimden ve nasıl geldiğini bilmeyecekti. Ben vaziyeti öğrenince ona dedim ki:
"- Ne garip bir iş işlemektesin! Türlü zahmetlerle elde ettiğin şeyi onun yolu üzerine bırakıyorsun! Bulsa, görse, alsa bile, kimden ve niçin olduğunu bilmeyecek. Bari bir şey yap ki senden geldiğini bilsin!"
Gözyaşları ile sarsılarak cevap verdi:
"- Sen ne diyorsun? Yaptığım işin tuhaflığını ben bilmiyor muyum sanıyorsun!
Bu işi yaparken hiçbir karşılık beklemiyorum. Zîrâ hediyelerimden dolayı onun bana karşı bir minnet altına girmesini istemiyorum!" Onun için yapıyorum. Diyor.
Hazret (ks) padişah ve av köpeği hakkında anlamlı bir menkıbe anlattı:
Padişahın çok sevdiği ve değer verdiği eğitilmiş bir av köpeği vardı. Avcılıkta çok usta idi. Padişah ona son derece değer verir ve her ava çıkışında mutlaka yanına alırdı.Tasmasını mücevheratla süslemiş, ayaklarına altın ve gümüşten yapılmış halkalar ve bilezikler takmıştı. Sırtı da sırmalı, atlas bir örtüyle kaplıydı. Bir gün padişah, yine onu yanına alarak saray erkânıyla ava çıktı. Tasmanın ipek ipi elinde, at üzerinde vakur bir şekilde ilerleyen sultan, neşeli idi. Fakat birden bu neşesini zedeleyen bir şey gözüne ilişti. Çok sevdiği köpeği padişahını unutmuş bir vaziyette, bulduğu bir kemik parçasıyla oyalanmaktaydı. Padişah önce mahzun olarak elindeki ipek ipi çektiyse de köpek direndi; Önündeki kemik parçasını kemirmeye devam etti. Bu hal karşısında padişah, hiddetle haykırdı. Huzurumda beni unutarak başka bir şeyle meşgul olmak! Nasıl olur bu? Dedi. Son derece üzüldü. Köpeğinin bu nankörlük, vefasızlık ve duygusuzluğu ona çok dokunmuştu. Bir köpekte olsa mazur görüp affetmek içinden gelmedi. O kadar izzet, ihsan ve ikrama karşı köpeğinin bir anda hem de bir kemikle kendisini unutması idi. Gazapla – yol verin şu edepsize dedi. Gafil köpek, bu hiddetin manasını kavradı, ancak iş işten geçmiş, yapacak bir şey kalmamıştı. Öyle ki, etrafındakiler padişaha: Sultanım üzerinde mücevher, altın, gümüş ne varsa alalımda öyle bırakalım” dediklerinde padişah: Hayır bırakınız öyle gitsin dedi. Ardından ilave etti: Bırakınız öyle gitsin, öyle gitsin de, ıssız, kızgın ve bomboş çöllerde garip, aç ve susuz kalsın;
Onlara bakarak kaybettiği ikram ve lütufların acısını yaşasın.!”
Hazret (ks). bu menkıbeye şöyle açıklık getirdi: Cenabı Hakk’ın verdiği nimetlerin kadrini bilmeyip basit, fani ve süfli menfaatlerin peşine takılarak helâk olup tükenen insanların halini aksettiren bu kıssa ne kadar ibretlidir. Bu hale düşen kimse sonunda bu fani takıntıların bomboş olduğunu görür, ama her şey bitmiş olur. Vesselâm.
Hazret (ks) Teslimiyet konusunda şu menkıbeyi anlattı:
Bir kişi uyurken, bir yılan ağzından girip karnına gider. Adam hiçbir şey fark etmez. O sırada oradan geçmekte olan bir hekim durumu görür. Adama senin acı elma yemen gerek der. Adam itiraz eder ve yemez ancak hekim devamlı ısrar eder. Adam inat edince hekim eline bir sopa alarak adamı döve, döve elmaları yedirir. Nihayet adam kusar ve yılan dışarı çıkar. Adam bu durumu görünce hekime şöyle der: Neden bu gerçeği bana daha evvel söylemedin?
Hekim de ona sen bu gerçeği bilseydin korkardın, o acı elmayı yemezdin o zaman da yılan dışarı çıkamazdı, bu beladan kurtulamazdın.
Hazret (ks) bu kıssayı açıklarken şöyle dedi: İşte gerçek şeyhlerin durumu böyledir. Nefis yılanının zararından müridi kurtarmak için gerekirse acı reçeteler uygular. Ancak müride düşen, ilaçları itiraz etmeden düzenli kullanmaktır. Mürit teslimiyeti derecesinde üstadından fayda görür. Üstadının emirlerine aşk ve şevkle sarılıp yapmalıdır, yapamazsa çok üzülmelidir.
Hazret (ks) bir sohbetinde Abdülhalik Gücdüvani (ks) Hz.lerinin manevi evlatlarına olan vasiyetini anlattı:
Ehli Sünnet vel cemaat mezhebinden ayrılmadan fıkıh ve hadis ilmi öğreniniz.
Ayrıca bütün hallerinizde edep ve takva sahibi olunuz. Cahil sofilerle beraber olmayınız.
İmam veya müezzin olmayınız ama cemaati kaçırmayınız. Bütün namazlarınızı cemaatle kılmaya gayret edin. Şöhret afettir, onun için şöhret peşinde koşmayınız.Nazarı dikkati çekecek durumlarda bulunma, daima garip olup tanınmamaya bak. Makam ve mevki sahipleriyle düşüp kalkma, kimseye kefil olma ayrıca vasiyetlere de şahit olma. Aşırı derecede müzik dinlemeyin, çünkü müzik kalbi öldürür. Aynı zamanda müzik dinleyenlere de karışma çünkü müziğin hastaları çoktur. Az konuşup, az uyumaya bakmalı ayrıca yemeği de az yemeli, halk içinde Hakk ile olmaya bakın yani kalbinizden her türlü masivayı atmaya çalışın. Yalnız Allah’ın zikri kalbinize yerleşsin. Şüpheli şeyleri terk edip helâl yiyiniz. Kadın olsun erkek olsun bidat ehlini terk ediniz. Kimseyi küçümsemeyin, çokça gülmeyin çünkü çok gülmek kalbi öldürür. Dışınızı süsleyip içinizi harap etmeyin. Halkla münakaşa etmeyin, hiç kimseden bir şey talebinde bulunmayın, kimseye kendinize hizmet ettirmek için emir etmeyin. Allah dostları olan Mürşid’i Kâmil’lere ruhunuzla, bedeninizle ve malınızla hizmet edin. Mürşitlerin hallerine karşı çıkmayın, çünkü böyle yapanların akıbeti kötüdür, iflah olmazlar.Dünya nimetlerini kalbine sokma, dünyalıkla mağrur olma.Her zaman mahzun bir kalbin, yaşlı bir gözün, Salih amellerin olsun. Cenab-ı Hakka yalvararak dua eyle. Elbiselerin eski, arkadaşların dervişler olsun. Allah’ın Tevfik ve kudreti sermayen, evin mescit ve dostun ALLAH (c.c) olsun.
Hazret (ks) gaflet konusunda şu menkıbeyi anlattı:
BAL PETEĞİ.
Yolu engin sahralara uğrayan bir seyyah; Dalgın, dalgın yürürken vahşi bir hayvana rastladı ve canhıraş bir telaşla kaçmaya başladı. Fakat ne kadar hızlı koşsa da kurtulamayacaktı. Bu sebeple, kendisini karşısına çıkan bir kuyuya hiç düşünmeden bırakıverdi. Aşağı doğru düşerken de kuyu duvarında büyümüş olan bir dal gördü ve ona tutundu.
Fakat o ne; Tutunduğu dalı biri siyah, biri beyaz iki fare hiç durmadan kemirmekteydi. Kuyunun dibine baktı bir ejderha ağzını açmış onun düşmesini bekliyor, ayrıca yuvalarından başlarını çıkarmış dört yılan var. Bu ahvalin dehşet ve vahametini fark eden adamcağız büyük bir korku ve endişeye kapıldı. İçine düştüğü şu durum ne küçük bir ihmale nede vakit kaybetmeye müsaitti bir an evvel, yani fareler tutunduğu dalı kemirip bitirmeden önce kuyudan çıkmalıydı. Garip adam, bu vaziyetin ciddiyet ve tehlikesini düşünürken o esnada kuyu duvarının kendisine yakın bir yerinde iştah açıcı güzel bir bal peteği gördü. Canı çekti ve içinden: Şu garip yerde böyle güzel bal! Durumum uygun değil, ama hiç olmazsa tadına bakayım; Ondan sonra vakit kaybetmeden yukarı çıkarım dedi.
Bala uzanıp ondan tattığında da öylesine bir haz aldı ki böyle balı bir daha nerede bulurum hazır onu elde etmişken biraz daha yiyeyim demeye başladı ve kendisini balın lezzetine kaptırdı. Böylece aklını, fikrini, gönlünü ve gözünü bala çeviren biçare, içinde bulunduğu durumla ilgili hiçbir şey düşünmez ve kurtuluş çaresi aramaz oldu. Bir devekuşu nasıl başını kuma sokup etrafından ve kendisinden haberdar olmazsa, o da aynı şekilde başını bala gömmüş, başka hiçbir şeyi görmez olmuştu.
Ancak onun bu vurdumduymazlığı ne farelerin dalı kemirmesine nede ejderha ve yılanların pusuda beklemesine elbette ki hiçbir şekilde tesir etmedi.Nihayet kemirilen dal koptu ve gafil yolcu kuyunun dibine düşerek helâk oldu gitti.
Hazret (ks) bu kıssada geçen konuyu şöyle açıkladı: Bu kıssadaki kuyu ve afetler dünya hayatını, ejderha ve yılanlar dünyevi ve nefsanî kötü sıfatları bal aldatıcı fani lezzetleri; Dal, ömrü, beyaz ve siyah fare de gece ve gündüzü yani ömrü eriten zamanı temsil eder. Seyyah da bu şartlar içinde şu imtihan âlemine gelip geçen bir yolcudur ki eğer gaflete dalarsa onu bekleyen netice helâkten başka bir şey değildir. Bu durumda insana düşen en önemli husus, gafletten korunmasını bilmektir ve asıl gayesi kurtuluşa ermek olmalıdır. Zaten insanın asıl gayesi budur. Bu olmalıdır. Vesselâm.
Hazret (ks) Dedesi Abdurrahman’i Taği (ks) Hz.lerinin üstadı Gavs’ı Hizani’nin (ks) ölüm halinden bahsetti:
Bir seferinde Gavs Hazretlerine şöyle dedim: Efendimiz, sizin hayatta olmanız insanların hayrını çoğaltır. Bir süre önce yaşamanız ve ölümünüz arasında tercih yapmamız emredildi de, sadaka vermekle ölümünüz tehir edilmişti. Şimdi de sizin yüksek kereminizden beklenen, yine sadaka vermeyi emretmenizdir. Belki de sadaka kaderin hükmünü önler. Zira kaderin hükmünün kesin olmayıp, sadaka verip vermemeye bağlı olması muhtemeldir. Bilahare benim bu sözlerim üzerine mübarek Gavs emir verip çokça sadaka dağıttırdı. Fakat ertesi gün Gavsın hizmetçisi olan bir kadın (bu hizmetçi kadın kendisini tanıyanların ittifakla söylediklerine göre, ümmetin Saliha kadınlarındandı. Hatta Seyyid Taha (ks) kendisinden birkaç defa dua istemişti.) Geldi ve bana: “Eyvah! Eyvah! Gavs-ı Azam şu alçak dünyadan ayrılıp Hakk’a kavuşma yolculuğunun eşiğindedir.” Dedi. Kendisine “ Bunu nereden biliyorsun” dedim. Gavs (ks) bana şöyle söyledi: Daha önce ahirete irtihal ile istirahat zamanı yaklaştıkça, sadaka onun tehir edilmesine sebep oluyordu. Hâlbuki bu sefer Allah’ın (c.c) izniyle ecelim kesindir. Zira kaza-ı mübremdir hiçbir şey ona engel olamaz. Bir gece Gavs beni yanına çağırarak şöyle dedi: İki defa Sekerata girdim dedi. Ben kendilerine şöyle sordum: Gavs Hazretleri bu gece rahat mıdırlar? Kendileri “Evet” dediler.Sekeratı nasıl tanırsınız diye sordum.
Bana cevaben şöyle dedi: Ben ruhumun çırpınışını tanırım. O bu sefer göç etmek özlemindedir. Gavs hazretleri ölümüne işareten buyurdular ki: Cuma günü ölüm için güzel bir gündür. Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v) pazartesi günü vefat etmiştir. Şeyhim Seyyid Taha (ks) ise cumartesi günü vefat ettiler.”Cumartesi günü” sözünü birkaç kere tekrar ettiler. Kendilerinin de cumartesi günü vefat edeceğini tahmin ediyordu. Nitekim de öyle oldu.
Gavs (ks) bir sohbetlerinde dünyayı kötüledi. Eğer Cenab-ı Hakk cennet nimetlerini ve dünya nimetlerini sevimsiz gösterse hiç biri benim hoşuma gitmezdi. Varsın öyle olsun. Zira maksut yani maksadımız Allah’u Teâlâ’nın rızasıdır buyurdu. Gavs (ks) dünya meselelerini konuşmaktan hoşlanmazdı. Nitekim bir gün huzurlarına bir miktar sığır eti getirdiler, bu etleri ne yapalım diye sorduklarında
Mübarek şöyle dedi: Siz bana böyle şeyler sormayın, zira ben dünyayı ve onun içindekileri sevmiyorum. İnsana sevmediği bir şey hakkında soru sorulmaz dedi. Bir gün Gavs hazretlerine hediye olarak bir miktar meyve getirdiler. Gavs Hazretleri hediye getirenlere hitaben: Keşke siz bana bu hediyeyi getirmeseydiniz. Zira ben dünya nimetlerinden sıkılıyorum dedi. Abdurrahman’i Taği Hazretleri üstadım Gavs Hazretleri (ks) bana şu nasihatte bulundu dedi: Ölümüm için sakın üzülme, zira ölümümden sonra rabıta sağlığımızdan daha güzel, daha süratli, bir şekilde gelir diye buyurdu.
Hazret (ks) bu sohbetine şöyle açıklık getirdiler: Böyle büyüklerin hayatından, yaşantılarından ve en önemlisi Allah’a karşı olan teslimiyetlerinden ders almak lâzımdır, dünyayı ve içindekileri kara etmek lâzımdır, kalbe sokmamak lâzımdır. Dünya daima cepte olması lâzımdır, dünyada hiçbir zaman hiçbir şekilde rahatlık yoktur dünyada rahat arayan ahmaktır Vesselâm diyerek sohbetini tamamladı.
Not: Kaza-i Muallâk: Bir takım şartlara göre Cenabı Allah (c.c) tarafından uzatılabilecek ömür yani “Ecel”
Kaza-i Mübhem: Cenabı Allah (c.c) tarafından tespit edilip değiştirilmeyen ömür.
Hazret (ks) Merhamet ve Adaletle ilgili anlamlı iki menkıbe anlattı:
<Ömer İbni Abdülaziz (Merhamet)>
Ömer İbni Abdülaziz isminde bir padişah vardı. Onun yanında birisi bir suç işledi. O kimseyi öldürmek üzere yakalatıp huzuruna getirdiler. Padişah sabırlı hareket ederek kendisine iyi ahlâk ve yumuşak huyluluk tavsiye etti. O anda aklına Allah’u Teâlâ’nın (c.c) âyet-i kerimeleri geldi ve onları suçluya aktardı:
“Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.”(Âl-i İmran134)
“Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile, bile ısrar etmezler.(Âl-i İmran135)”
Bu ayetler üzerine düşünerek cellâda şöyle dedi: Onu öldürmeyin, affedip salıverin. Onu azat edelim. Allah-ü Teâlâ (c.c) kızgınlığımızı yutkunduğumuzu görerek bize ecir ve sevabı hesapsız olarak verir. Diyerek o kimseyi salıverdiler. Zira insanın öfke ve gadabına mağlûp olması demek cüzi iradesini şeytanın eline vermek demektir. Zira öfkeli kimseye şeytan dilediğini yaptırır. İstediğini söylettirir. Sinirlenip kızdığında, tahammül edip sabretmek gerekir.
Allah’u Teâlâ’dan (c.c) Hilm istemek gerekir. Sinirini yutup öfkesini yenerek öfkelendiği kimseyi affeden ve gönlünü alan kimselere ne mutlu.
HİLM: Yumuşak huylu olmak, kızmamak. Gücü yettiği. Halde affetmek.
Ömer Bin. Abdülaziz Hazretleri (Adalet ve Tevazu)
Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.
Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:
Ona de ki, elma yerini bulmuştur. Fakat görevli itiraz edecek oldu:
Ey müminlerin başkanı! Rasulullah (s.a.v) hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. Halife cevap verdi:
Evet ama Rasulullah’a (sav) verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.
Valilerin maaşlarını çok bol verirdi ve sebebini şöyle açıklardı: Valilerin para sıkıntısı çekmemeleri gerekir, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler. Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki: Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin. Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem. Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım. Olmaz, misafire iş gördürmek adaptan değildir. Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi: Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; Gelip oturdum, yine aynı Ömer'im.
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde Allah’ın izniyle adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer (r.a.) gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlettiler. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz. O paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.
Hazret (ks) Allah için sevmenin öneminden kısaca bahsetti:
İyi bir insan olabilmek için ayağını kaldır nefsinin üzerine bas, nefsini her zaman alçak gör ve hiçbir zaman nefsine yüz verme, herkesi evliya bil. Edebinle yaşa, çünkü tarikat edeple başlar ve edeple devam etmesi lâzımdır. İbadetlerini sen Allah’ı (c.c) görmüyorsan, Allah (c.c) seni görüyor.
İbadetlerini ona göre yerine getir. O zaman iyi bir insan olursun.
Allah için sevmek lâzım. Eski sevgiler kalmamış, dünya değişti. Ben eskiden yedi yaşındayken medresede arkadaşlarım vardı. Harçlığımı medresedeki fakir arkadaşlara verirdim.
Ben çok zekiydim. Arkadaşlar fazla ders çalışmazdı, ben bir defa okur dersimi verirdim. Bana mükâfat olarak çay verirlerdi. Allah’u Teâlâ (c.c) Cümle Muhammed ümmetiyle beraber. Bizi bize bırakmasın. Gözümüzü açıp yumuncaya kadar nefsimize esir etmesin. Ve bizlere razı olduğu ameli işletsin. En önemlisi bizleri sevdikleriyle beraber etsin. Hakkı hak bilen batılı batıl bilenlerden etsin. İmanla yaşamayı İmanla ölmeyi nasip etsin. İnşaallah. Âmin..