Hızırbey

Hızırbey Haber Portalı

05:01, 30 Ekim 2024 Çarşamba
CENAZE NAMAZI VE DEFİN
CENAZE NAMAZI VE DEFİN

CENAZE NAMAZI VE DEFİN

Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve bir kabre gömmek Müslümanlar için Farz-ı kifâyedir.


CENAZE NAMAZI VE DEFİN

Baki olan Allah'tır (c.c) ve her canlı ölümü tadacaktır. Doğum gibi ölüm de Allah'ın (c.c) değişmez sünneti içerisinde doğal bir olaydır.Fakat İslâm inancı bakımından ölüm bir son değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır.Dolayısıyla bu âlem için ölüm denilen olay, başka bir âlem için mahiyeti farklı yeni bir doğum olarak gerçekleşirMutlaka yaşanacak olan bu yeni hayat için insanın bu dünyada iken hazırlık yapması gerekirEsasen Allah'ın (c.c) emirleri ve Peygamber Efendimizin (sav) tavsiyeleri dikkate alınıp onlara uygun davranışlar sergilenmesi dışında özel bir hazırlık yapmaya gerek yoktur.  Bu emir ve tavsiyeler, bu geçici dünyanın en güzel şekilde yaşanmasını sağlamaya yeteceği gibi, müstakbel hayat için de bir hazırlık teşkil edecek özelliktedir.

İnsanın ölüsü de saygıya lâyıktır. Bu saygı bir yönüyle, ölünün yakınlarına bir teselli mahiyeti taşıdığı gibi ölümün hiçlik olmadığını anlatmak amacına da yöneliktir. O ölmüştür, fakat yine insandır; Bu dünya açısından ölmüştür, fakat başka bir âlem için yeniden doğmuştur. Ölünün âdeta yeni doğmuş bir çocuk gibi yıkanması, bir yönüyle bu yeniden doğuş olayını sembolize etmekte, bir yönüyle bu fâni yolculuğun yani dünya hayatının kendisi üzerinde bıraktığı kir, toz ve bulaşıkları gidermeyi temsil etmektedir.Bu yıkamanın ardından; Yeni doğan çocuğa giydirilen zıbın misali kefene sarılır ve büyük bir ihtimamla beşiğine indirilirÖtesini Allah (c.c) biliyor, gidenler biliyor. Biz de bildirildiği kadarını biliyoruz...

Cenaze, ölü anlamına geldiği gibi, tabut veya teneşir anlamına da gelir. Son nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişiye Muhtazar, ölen kişiye meyyit (çoğulu mevtâ), ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, ölünün yıkanmasına gasil, kefenlenmesine tekfin, tabuta konulup musallâya yani namazın kılınacağı yere ve namazdan sonra kabristana taşınmasına teşyî ve kabre konulmasına defin denir.Telkin; Ölmek üzere olan kişinin yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdet okumaya denildiği gibi definden sonra, sorulması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma konuşmasına da denilir.Ölünün yakınlarına başsağlığı dileğinde bulunmaya taziye denir ki teselli etmek anlamındadır.

(Muhtazar: Hazırlanmış. * Ölüme hazır.)

Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve bir kabre gömmek Müslümanlar için Farz-ı kifâyedir.

(Farzıayn: Her müminin mutlaka yapması gereken vazife.)
(Farzıkifâye:
Bazı müminlerin yapmasıyla sorumluluktan kurtulunan vazife.)

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Ölülerinizin güzel işlerini yâdedin, kötü taraflarını dile getirmeyin" (Tirmizî, “Cenâiz”, 34)

Ölmüşlerimizi hayırla anmamızı, iyi taraflarını ön plana çıkarmamızı tavsiye etmiştir. Ölenin olumsuz yönleri konusunda suskun kalma hususu, ölen kişinin ölmeden önceki davranışlarıyla ilgili olduğu kadar, ölüm anındaki durumu, gasil işini yapanların gördükleri hoş olmayan şeylerle de ilgilidir. Fakat ölen kişi; Haramı açıkça işleyen bidat ve sapıklıkla tanınmış ve bu hal üzere ölmüş biriyse, başkalarını sakındırmak maksadıyla onun bu durumu gerektiğinde söylenebilir.

Ölmek üzere olan kişiyi; Eğer bir güçlük yoksa kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevirmek Müstehaptır. Sırtına, ensesine yastık gibi şeyler konup başı yükseltilerek yüzü kıbleye gelecek şekilde ve ayakları kıbleye uzanık duruma getirilmesi aynıdır.

Rasûlullah Efendimiz (sav) Hâdis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor: "Kimin son sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olursa, o kişi cennete girer" (Ebû Dâvûd, “Cenâiz, 16).

"Ölümü yaklaşmış kişiye kelime-i tevhid telkin edilmesi sünnettir." (Müslim, “Cenâiz, 1).

Ona "sen de söyle" dememeli; Sadece yanında Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehâdet okumalıdır.

Bu telkinin amacı, hastanın son nefeste bu sözleri söylemesi ve son sözünün bu kelimeler olmasıdır. Bu bakımdan bu telkini hastanın sevdiği kimseler yapmalıdır. Bu telkin Tövbeyi de içine alacak şekilde şöyle de yapılabilir: Estağfirullâhe'l-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-Hayye'l-Kayyûm ve etûbü ileyh. Ölümü yaklaşmış kişinin yanında; Yasin veya Ra‘d suresini okumak Müstehab’tır.

(Müstehab: Sevilmiş, sevaplı.)

O kişi ölünce gözleri kapatılır, bir bezle çenesi bağlanır. Bunları yapan kişi şöyle dua etmelidir: "Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh. Allahümme yessir aleyhi emrehû ve sehhil aleyhi mâ ba‘dehû ve es‘idhu bi likaike vec‘al mâ harece ileyhi hayren mimmâ harece anhü (Allah'ın adıyla ve Resûlullah'ın dini üzere…"

"Ey Allah’ım bunun işini kolaylaştır ve sonrasında güçlük gösterme. Onu, cemalinle mutlu eyle. Gittiği yeri, ayrıldığı yerden daha hayırlı eyle."

Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır. Üzerine bir örtü çekilir, şişmemesi için karnı üzerine bıçak gibi demirden bir şey konur ve yıkanacağı yere konulur.Elleri yanlarına uzatılır, göğsünün üzerine konmaz. Cünüp, hayız, nifas hallerinde bulunanlar ölünün yanında bulunmaz. Ölünün yanında güzel kokulu bir şey bulundurulur.

Ölü yıkanıncaya kadar yanında Kur'an okunmaz.Yıkanma işlemi tamamlanmadan ölünün yanında Kur'an okumak mekruhtur. Fakat başka bir odada yüksek sesle okumak mekruh olmadığı gibi ölünün bulunduğu odada gizlice, içinden Kur'an okumakta da kerahet yoktur. (Mekruh: Kötü. Çirkin.) (Kerahet: Çirkinlik.)

A) Cenazenin Yıkanması:

Cenazenin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve defnedilmesi Müstehaptır. Yıkama işini yapmak için cenaze önce, teneşir denilen tahta bir sedir üzerine, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılırTeneşirin çevresi güzel kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenirGöbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve elbiseleri tamamen çıkarılır.

Cenaze yıkayan erkek veya kadın; Farz olan yıkama görevini yerine getirmeye niyet etmeli ve besmele ile başlamalıdırYıkama bitinceye kadar da Gufrâneke ya rahman (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahman olan Allah) demelidir.

Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlayarak, önce yüzünü yıkar. Ağız ve burna su verilmez. Sadece dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün mertebe siler. Ondan sonra ellerini, kollarını yıkar.Sahih olan görüşe göre başını da mesh edip, ayaklarını geciktirmeksizin hemen yıkarBöylece ölüye abdest verilmiş olur. Namazın ne olduğunu anlamayacak yaşta ölen çocuğa abdest verilmesine gerek yoktur. Cenazenin abdest işi tamamlanınca üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır.Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır.Bu kaldırışta cenaze, yıkayan kişinin göğsüne veya eline veya dizine dayandırılır.Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest verilmesine ve baştan yıkanmasına gerek yoktur. Şişip dağılmak üzere olan ölünün üzerine sadece su dökmekle yetinilir; Abdest verdirmeye ve üç defa yıkamaya gerek yoktur.

Ölünün saçı sakalı taranmaz; saçları ve tırnakları kesilmez;                                                         Sünnet olmamışsa sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şey ile kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına hânît denilen kâfur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yeri olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklara da kâfur konur.

Ölü kapalı bir mekânda yıkanmalı; Yıkayan ve yardım edenden başka kimse görmemelidir. Bir ölüyü ona en yakın olan biri veya takva sahibi güvenilir bir kimse yıkamalıdır.Yıkama karşılığında para alınmasa iyi olur.

Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkamalıdır. Yıkayan kişiler abdestli olmalıdır. Yıkayıcının gayri Müslim olması mekruh olmakla birlikte Müslüman bir ölüyü yıkayacak.  Müslüman kimse yoksa bu takdirde gayri Müslim yıkasa da olur.

Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam ediyor sayılır. (İddet: Kocası ölen kadının bekleme süresi.) Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz. Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına teyemmüm verir.Diğer üç imama göre koca karısını yıkayabilir.

Erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa.  Mahremi kendisine Teyemmüm verdirir. Mahremi yoksa yabancı bir erkek eline bir bez alarak bakmadan kadına Teyemmüm ettirir.

Su bulunmadığı zaman yine Teyemmüm ile yetinilir. Bir cenaze için Teyemmüm yaptırılıp cenaze namazı kılındıktan sonra.Su bulunacak olursa, yeniden yıkanır. Cenaze namazını yeniden kılmaya gerek olup olmadığı konusunda Ebû Yusuf’tan, biri kılınacağı, diğeri kılınmasına gerek olmadığı şeklinde iki görüş rivayet edilmektedir.

TEYEMMÜM: Su bulunmadığı veya bulunup da özür sebebiyle kullanmak mümkün olmadığı takdirde; temiz toprak veya taş, kum, kerpiç gibi toprak cinsinden bir şey ile hadesi yani manevî kirliliği, abdestsizliği gidermek için, elleri toprağa sürüp yüzü ve kolları mesh etmek.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz Hâdis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor: "Teyemmüm, suyu bulamadığı zaman Müslüman’ın temizliğidir." (Hâdis-i şerif-Nimet-i İslâm)
Senâullah Dehlevî (k.s) hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor:Hicretin beşinci senesinde Beni Müstalak Gazvesi sırasında mücâhidler yani Eshâb-ı kirâm su bulamadıkları için bir sabah namazını kılamama tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardı.Bunun üzerine Teyemmüm ile ilgili Ayet-i kerime nazil oldu (indi). Mealen; «Su bulamadığınız zaman temiz toprağa teyemmüm ediniz" buyruldu.» (Maide suresi: 6)
Tahtâvî, M. Zihni Efendi (k.s) hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor: Gusül (boy) abdesti alınca, soğuktan ölmek veya hasta olmak tehlikesi varsa, şehirde dahî olsa, hamam parası yoksa ve başka çâre bulamazsa, gusül abdesti için teyemmüm eder.İbn-i Âbidîn, Tahtâvî (k.s) hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor: Hastanın, abdest veya gusül ile veya hareket etmekle, hastalığının artacağı veya iyi olması uzayacağı, kendi tecrübesi ile veya mütehassıs ve açıkça günâh işlemeyen Müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılırsa, teyemmüm eder.Kutbüddîn-i İznikî (k.s) hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor: Teyemmüm ile namaz kılmak ancak Muhammed Aleyhisselâm’ın dinîne mahsustur.

Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış; Küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabileceği gibi, aynı durumdaki erkek çocuğunu gerektiğinde bir kadın yıkayabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları alınmış; Erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.

Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kimse ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir.Kefenleme hususunda kadın sayılır ve ona göre kefenlenir.

Suda boğulmuş olan bir kimse; Yıkamak niyetiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması, hayattaki Müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten kurtarmaz.

Bir Müslüman’ın akrabası veya karısı olan bir gayri Müslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse sünnete uygunluk şartına dikkat edilmeksizin yıkanır ve kefenlenerek gömülür.

Ölen Müslümanın; Gayri müslimden başka akrabasından bir velisi bulunmasa bile cenaze Gayri Müslimlere verilmez. Çünkü bunun teçhiz ve tekfini Müslümanların borcudur.

Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak gömülür, yıkanması gerekmez.

Ölmüş bir Müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.

Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz, öylece gömülür.

B) Cenazenin Kefenlenmesi:

Ölen erkek veya kadını, bedenleri örtülecek şekilde kefenlemek farzdır. Kefen, cenazenin yıkanıp kurulanmasından sonra sarıldığı bez demektir. Bu bez, bir yönüyle ölünün bedenini örtme görevi gördüğü gibi; Bir yönüyle de insanın bu dünyadan bir şey götüremeyeceğini, doğduğu gibi çıplak ve sade gideceğini temsil etmek üzere yensiz ve yakasız, dikişsiz ve oyasız sade bir bezdir.

Erkeğin kefeni; Biri gömlek (kamîs) yerini, biri etek (izâr) yerini ve biri de sargı-bürgü (lifâfe) yerini tutmak üzere yensiz ve yakasız, etrafı dikişsiz üç kat bez; Kadının kefeni ise; Bu üç kata ilâve olarak bir başörtüsü ve bir de göğüs örtüsü olmak üzere Beş kat bezdir. Bu söylenen sünnet üzere kefenleme için gereken parça sayısıdır (kefen-i sünnet). Bu sayıda parça bulunamayıp, erkek için izâr ve lifâfe ve kadın için bu ikisine ilâveten bir baş örtüsü ile yetinilmesi durumunda, bu da yeterlidir (kefen-i kifâyet). Bu kadarı da bulunmazsa; Gerek erkek gerek kadın için sadece bir kat bez bulunabilirse, ölü tek parça beze sarılır (kefen-i zarûret).

Kamîs; Boyun kısmından ayaklara kadar uzanan gömlek yerinde bir bezdir. İzâr; Eteklik yerinde, baştan ayağa kadar uzanan bir bezdir. Lifâfe ise; Sargı yerinde olup baştan ayağa kadar uzanan, baş ve ayak taraflarından düğümlenen bir bezdir. Bu bakımdan İzâr’dan biraz daha uzundur.

Kefenin beyaz renkli pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Gelenek olarak da beyaz patiskadan yapılmaktadır. Kefen olarak kullanılacak bez çok basit ve adî olmamalıdır, fakat çok pahalı olmasına da gerek yoktur. Ölünün mal varlığına uygun olmalıdır. Kadınlar için; İpekten ve zaferan ile usfur denilen boyalarla boyanmış bezden kefen yapılabilir.

Ölülere sarılmadan önce kefenlerin birkaç defa güzel kokulu şeylerle tütsülenmesi âdettir.

Önce Lifâfe; Tabut içine veya hasır veya kilim gibi bir şey üzerine yayılır, onun üzerine İzâr serilir, sonra da ölü, kefen gömleği içinde İzârın üstüne konur. Ölü erkek ise; İzâr önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır, sonra Lifâfe de aynı şekilde sarılır. Açılmasından korkulursa, kefen bir kuşak ile de bağlanabilir.

Ölü kadın ise; Saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinden göğsü üzerine konulur ve üstüne, yüzünü de örtecek şekilde başörtüsü konur. Sonra üzerine İzâr sarılır ve İzâr’ın üzerinden göğüs örtüsü bağlanır.Daha sonra Lifâfe sarılır. Göğüs örtüsü Lifâfe’den sonra da bağlanabilir.

Bulûğ çağına yaklaşmış çocuklar, büyükler hükmündedir. Bu çağa gelmemiş çocukların kefenleri sadece İzâr ve Lifâfe’den ibaret olur. Kefenin tek kat olması da mümkündür. Fakat üç kat yapılması daha iyidir.

Kefen, ölen kişinin kendi malından karşılanır. Kefen harcamaları, ölen kişinin borcundan, vasiyetinden ve vârislerin haklarından önce gelir. Geriye mal bırakmamış kimselerin; Kefen masrafı, hayatta iken nafakasını vermekle yükümlü bulunduğu kimselere aittir. Böyle bir kimsesi yoksa. Duruma göre bir devlet kurumu tarafından veya oradaki Müslüman halk tarafından karşılanır.

Hanefî Mezhebinde fetvaya esas olan görüşe göre; Arkada mal bıraksın bırakmasın kadınların kefenleri kocalarına aittir. İmam Muhammed'e göre ise; Arkada mal bırakmayan kadınların tekfin ve teçhiz masrafları, bu kadınların nafakalarını temin etmekle yükümlü olan kimselere aittir. Kendilerine ait malları varsa, masraflar oradan karşılanır. Şafiî’nin görüşü de böyledir.

Bir ölünün; Teçhiz ve Tekfin masraflarını vârislerden birisi karşılamışsa, bu masrafları ölünün terekesinden alabilir. Fakat akraba olsun olmasın, bu masrafları vâris olmayan bir kimse, vârislerin isteği veya izni olmadan karşılamışsa, terekeden alma hakkı olmamakla birlikte vârisler bu kişinin yaptığı masrafı ödemek isterlerse, bu kişinin harcadığı miktarı almasında sakınca yoktur.

Ölünün alnına veya sargısına veya kefenine kendisinin iman üzere; Ezelî ahid üzere sabit olduğuna dair ahidnâme denilen bazı mukaddes kelimeler yazılacak olursa, ölen kişinin yüce Allah'ın (c.c) mağfiretine kavuşmasının umulacağı söylenmiştir. Bunun mürekkeple veya kalıcı başka bir şeyle yazılması çeşitli nedenlerle hoş karşılanmamış, bunun yerine; Ölü yıkandıktan sonra şahadet parmağı ile alnına; Bismillâhirrahmânirrahîm ve göğsü üzerine yine işaretle Lâ ilâhe illallah yazılması uygun ve faydalı görülmüştür.

C) Cenaze Namazı:

Yıkanıp kefenlenen ölüye son duayı yapmak üzere cenaze namazı kılmak görevi vardır. Bu görev Farz-ı Kifâyedir. Namaza duracak olan Müslümanların yönü kıbleye gelecek şekilde, cenaze ön tarafa konulur. Müslümanlar abdestli ve kıbleye yönelik olarak dua mahiyetindeki bu namazı kılarlar.

Cenaze Namazına Niyet şarttır. Bu niyetle ölünün kadın veya erkek, kız çocuk veya erkek çocuk olduğu belirlenir (tayin)Bu durumu bilmeyen kişi "Üzerine İmamın Namaz kıldığı kişi" diye niyet edebilir.

İmam olan kişi; Allah’u Teâlâ'nın rızası için orada bulunan cenazenin namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza başlar. Niyette ölünün erkek veya kadın, kız veya erkek çocuğu olduğu belirtilmelidir. Diğer namazlarda, cemaat içinde kadın bulunması durumunda imamın, kadınlar için de imamlığa niyet etmesi gerekli olduğu halde, bu namazda gerekmez. Cemaat ise; Allah rızâsı için o cenaze namazını kılıp onun için dua etmeye ve imama uymaya niyet eder.

Cenaze Namazının rükünleri kıyam ve tekbirdir. Sünnetleri ise hamd ve sena etmek, salât ve selâm getirmek, hem ölüye hem de diğer Müslümanlara dua etmekten ibarettir. Duanın rükün olduğunu söyleyenler de vardır. (Rükün: Direk. Sütun.) (Rükn: Rükün, direk, sütun.) (Rükû: Namazda eğilme.)

Cenaze Namazında iftitah tekbirinden başka, üç tekbir bulunmaktadır.

Cenaze namazında cemaatin bulunması şart değildir. Yalnız bir erkeğin veya yalnız bir kadının bu namazı kılmasıyla farz yerine getirilmiş olur. Bir ölünün Namazını sadece kadınlar kılmış olsalar; Bu caizdir ve farz yerine gelmiş olur.Onlar kendi aralarında bu namazı cemaatle kılabilecekleri gibi tek, tek de kılabilirler.

Diğer namazlarda olduğu gibi cenaze namazında da namazı kıldırmaya en yetkili ve lâyık olanlar yöneticilerdir. Bu olmadığı takdirde sırasıyla müftü, cami imamı ve daha sonra veraset sırasına göre ölünün velisi olan yakınları gelir. Namaz kıldırma sırası veliye geldiği halde izni olmadan; Önce sayılanlar dışında birisi namazı kıldırmışsa, veli isterse yeniden namaz kılabilir ve başka bir cemaate yeniden cenaze namazını kıldırabilir. Ölen bir kadının velisi bulunmazsa namazını kıldırmaya kocası, sonra mahalle sakinleri yetkili olurlar. Ebû Hanîfe'den bir rivayete ve Ebû Yûsuf'un ve Şâfiî'nin görüşüne göre; Cenaze Namazını kıldırma önceliği ölenin velisine aittir.

Birkaç cenaze bir araya gelmiş olsa; Bunların namazlarını ayrı, ayrı kılmak daha iyidir, hangisi daha önce getirilmişse önce onun namazı kılınır.Birlikte getirilmişlerse daha faziletli olana öncelik verilir. Bununla birlikte; Orada bulunan cenazelerin hepsine birden bir Namaz kılmak da yeterli olur.

İmam ölünün göğsü hizasında durur. Cemaat de hiç olmazsa üç saf bağlar. Cenaze Namazında safların en faziletlisi en arka saftır.Cenaze musallaya, baş tarafı imamın sağına gelecek şekilde konulur. Ters konulmuşsa; Namaz caiz olmakla birlikte sünnete aykırı davranıldığı için kötü bir iş yapılmış olur.

Cenaze namazına başlandıktan sonra gelip cemaate katılan kimse; Hemen tekbir alır, noksan kalan tekbirlerini de dua okumaksızın peş peşe alır, böylece cenaze musalladan kaldırılmadan tekbirlerini tamamlayıp selâm verir.İmamın dördüncü tekbirinden sonra cemaate katılan kimse hemen tekbir alarak imama uyar, imamın selâmından sonra da üç tekbiri kaza eder. Fetvaya esas alınan görüş budur.

Şiddetli yağmur gibi bir mazeret bulunmadıkça cenazeyi cami içine alarak namazı orada kılmak doğru olmayıp tenzîhen mekruhtur. Cenaze mescidin ön tarafına konularak imam ile cemaatin bir kısmı cenaze ile orada, bir kısmı da Mescid içinde durur ve saflar bitişik olursa, bu takdirde mekruh olmaz. Cenaze namazının kabristanda kılınması uygun görülmemiştir.

Cenaze namazında kadınların her zaman olduğu gibi arka safta yer tutmaları uygun olur; Çünkü sünnet olan saf düzeni böyledir. Bununla birlikte erkeklerin hizasında veya önünde saf tutacak olsalar, hepsinin namazı tamam olur;Diğer namazlarda olduğu gibi kadının iki yanında duran birer erkeğin ve arkadaki bir erkeğin namazı bozulmaz. Çünkü cenaze namazı mutlak namaz değildir.

Cenaze namazını kıldıracak imamın akıl-baliğ olması şarttır.

Diğer namazları bozan şeyler cenaze namazını da bozar.

D) Cenaze Namazının Kılınışı:

Cenazeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır, niyet edilir. İmam olan zat tekbir alarak ellerini namazda olduğu gibi bağlar. Cemaat de gizlice tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tekbir bir bakıma rükün bir bakıma şarttır. Bu tekbirin arkasından hem imam hem cemaat "Ve celle senâüke" cümlesini ilgili yere ekleyerek içlerinden "Sübhâneke"yi okurlar. Ardından imam elleri kaldırmadan Allahüekber diye açıktan tekbir alır. Cemaat de ellerini kaldırmadan gizlice tekbir alır. Bundan sonra hepsi içlerinden Allahümme salli ve Allahümme bârik dualarını okurlar. Tekrar aynı şekilde Allahüekber diye tekbir alınır. Bu tekbirden sonra ölüye ve diğer müminlere gizlice dua edilir.Ölünün erkek veya kadın olmasına göre yapılacak dua metinleri aşağıda verilecektir. Cenaze namazı esas itibariyle bir duadan ibaret olduğu için, bu duaları Arapça okumak şart değildir. İsteyen bu şekliyle Arapça okuyabilir, isteyen de bu duaların kendi dilindeki anlamlarını okuyabileceği gibi, benzer anlamda başka dualar da edebilir.Bu duadan sonra yine Allahüekber denilip tekbir alınır ve arkasından önce sağa sonra sola imam yüksek sesle, cemaat alçak sesle selâm verir. Böylece namaz tamamlanmış olur.Vacip olan bu selâm verilirken ölüye, cemaate ve imama selâm vermeye niyet edilir.

Hanefîler, Cenaze namazının dua niteliğini baskın gördüklerinden Fatiha suresinin Kur'an tilâveti niyetiyle okunmasını Tahrimen mekruh sayar, fakat dua niyetiyle okunmasında sakınca görmezler. Fatiha’nın okunması Şafiîlere göre; Diğer namazlarda olduğu gibi, cenaze namazında da bir rükündür. İlk tekbirden sonra okunması daha faziletlidir. Hanbelîlere göre de; Fatiha bir rükün olup ilk tekbirden sonra okunması vaciptir. Malikîlere göre ise; Fatiha’nın okunmaması daha iyi olup okunması tenzîhen mekruhtur.

a) Erkek cenaze için cenaze namazı duası. Allahümma'ğfir lihayyinâ ve meyyitinâ ve şâhidinâ ve gaibinâ ve zekerinâ ve ünsânâ ve sagýrinâ ve kebîrinâ.Allahümme men ahyeytehû minnâ fe ahyihî ale'l-islâm ve men teveffeytehû minnâ fe teveffehû ale'l-îmân. Ve hussa hâze'l-meyyite bi'r-ravhi ve'r-râhati ve'l-mağfireti ve'r-rıdvân.Allahümme in kâne muhsinen fe zid fî ihsânihî ve in kâne müsîen fe tecâvez anhü ve lakkihi'l-emne ve'l-büşrâ ve'l-kerâmete ve'z-zülfâ, bi rahmetike yâ erhame'r-râhimîn. Anlamı: Allah’ım! Dirimizi, ölümüzü, burada bulunanlarımızı bulunmayanlarımızı, erkeğimizi kadınımızı, küçüğümüzü büyüğümüzü mağfiret buyur, bağışla. Allah’ım! Aramızdan yaşatacaklarını İslâm üzere yaşat, öldüreceklerini iman üzere öldür. Şurada duran ölüye, kolaylık ve rahatlık ver, onu bağışla. Bu kişi, iyi bir kimse idiyse sen onun iyiliğini artır; eğer kötü davranmış günahkâr bir kimse idiyse, sen rahmet ve merhametinle onları görmezden gel.Ona güven, müjde, ikram ve yakınlık ile mukabele et. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah’ım).

b) Ölen kişi çocuk gibi mükellef olmayan bir kimse ise; Duadaki ve men teveffeytehû minnâ fe teveffehû ale'l-îmân (öldüreceklerini iman üzere öldür) cümlesi yerine Allahümme'c‘alhü lenâ feratan, Allahümme'c‘alhü lenâ ecren ve zuhran, Allahümme'c‘alhü lenâ şâfi‘an müşeffe‘an (Allah’ım! Sen onu bizim için önden gönderilmiş bir sevap vesilesi yap, ecir vesilesi ve âhiret azığı eyle, onu bize şefaati kabul edilen bir şefaatçi eyle!) diye dua edilir.

c) Ölen kişi kadın ise; Duanın ana metni ve anlamı aynı kalmak üzere, duadaki.Ve hussadan sonraki zamirler kadın yerini tutacak şekilde şöyle değiştirilir: Ve hussa hâzihi'l-meyyite bi'r-ravhi ve'r-râhati ve'l-mağfireti ve'r-rıdvân. Allâhümme in kânet muhsineten fe zid fî ihsânihâ ve in kânet müsîeten fe tecâvez anhâ ve lakkiha'l-emne.

Bu duaları bilmeyenler kolaylarına gelen başka uygun dualar da okuyabilirler. "Rabbena Atina" duası bu dualardan biridir. Ayrıca "Allah’ım beni, bu ölüyü ve bütün müminleri bağışla" şeklinde dua edilebilir.

E) Cenazeye İlişkin Bazı Meseleler:

Kıble yönü araştırılıp ona göre namaz kılındıktan sonra hataya düşüldüğü anlaşılsa, namaz yeniden kılınır. Fakat Namazdan sonra cemaatin abdestsiz olduğu anlaşılsa namaz iade edilmez; Çünkü imamın namazı sahih olunca, bununla cenaze namazının farziyeti yerine gelmiş olur.

Genel olarak; Namaz kılmanın mekruh sayıldığı vakitlerde yani güneşin doğması veya batması veya zevale yaklaşması hallerinde cenaze namazı kılmak da mekruhtur. Fakat bu vakitlerde kılınmış olan cenaze namazının iade edilmesi. Yani yeniden kılınması gerekmez. Bu vakitlerde cenazenin defnedilmesi ise mekruh değildir.

Hanefî ve Malikî fakihleri; Kıble yönünde sapma meydana geleceği gerekçesiyle, gaip yani orada bulunmayan bir cenaze üzerine Namaz kılmayı caiz görmezler. Fakat Şafiîlere göre; Gaip üzerine cenaze Namazı kılınabilir. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) Necâşî'nin Namazını bu şekilde kılmıştır. Hanbelîlere göre de; Aradan bir ay geçmedikçe gaip üzerine cenaze namazı kılınabilir.

Namazı kılınmayarak gömülmüş olan bir cenazenin henüz dağılmamış olduğu muhtemel ise, ölünün hakkını ödemiş olmak için, kabri üzerine Namaz kılınır.

Diri olarak doğduğu bilinen bir çocuk yıkanıp Namazı kılınır. Ölü olarak doğarsa, yıkanır fakat üzerine Namaz kılınmaz.

Bir ölü yıkanmadan kefenlenmişse veya bir yerinin yıkanması unutulmuşsa, kefen açılır ve yıkanması tamamlanır. Eğer üzerine Namaz kılındıktan sonra durum anlaşılırsa, yine açılır, yıkanması tamamlanır ve Namaz iade edilir. Kabre konulup üzerine toprak atılmadığı sürece hüküm böyledir.Fakat kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, kabirden çıkarılması artık haramdır.Hiç yıkanmamış bile olsa artık öyle kalır. Ancak; Namaz kılınmamışsa kabri üzerinde namaz kılınabilir. Benimsenen görüş budur.Kefensiz olarak kabre konulduğu zaman da kabir açılamaz.

Ebû Yusuf’a göre; Yanlışlıkla veya dayanılmaz bir ağrı ve acıdan dolayı olmadıkça. Bilerek kendini öldüren yani intihar eden kimsenin cenaze Namazı kılınmaz.İşlediği cürmün ağırlığını göstermesi bakımından bu görüş yerinde olmakla birlikte; Bu durumun acılı ailenin acısını bir kat daha artıracağı düşüncesiyle, böyle kimselerin de Namazının kılınabileceği söylenmiştir.

Anasını veya babasını kasten öldüren kimselerin de cenaze Namazı kılınmaz.

Çatışma esnasında öldürülen eşkıyanın, Teröristlerin ve Soyguncuların da cenaze Namazı kılınmaz. Fakat Şer’i bir cezanın uygulanması sonucunda ölenlerin cenazeleri yıkanır ve Namazları kılınır.

İrtidâd ederek Müslümanlıktan çıkmış olan kimsenin; Cenaze Namazı kılınmayacağı gibi, Müslüman mezarlığına da defnedilmez. (İrtidâd: Dinden dönme.)

Bir Müslüman’la evli bulunan; Hıristiyan veya Yahudi kadının hangi mezarlığa gömüleceği hususu tartışmalıdır. En doğrusu bu konuda kendisinin bir vasiyeti varsa ona uyulması, yoksa ailesinin isteğine bırakılmasıdır.

Müslüman olanlarla Müslüman olmayanların cenazeleri karışacak olsa; Ayırt etme imkânı varsa ayırt edilir ve ona göre davranılır. Ayırma imkânı yoksa bu takdirde hepsi yıkanır ve Müslümanlara niyet ederek hepsinin üzerine birlikte cenaze Namazı kılınır.

F) Taşınması:

Cenazeyi teşyi etmek; Yani arkasından mezara kadar gitmek sünnettir, bunda büyük sevap vardır. Hatta akraba veya komşulardan olup iyi haliyle bilinmiş kişilerin cenazesini teşyi etmenin nafile namazdan daha faziletli olacağı söylenmiştir.

Hazırlanmış olan cenazeyi bir an önce götürüp defnetmek iyidir. Cuma günü sabahleyin hazırlanmış olan cenazeyi, cemaati daha çok olsun diye cuma namazı sonrasına ertelemek mekruhtur. Ancak; Cenaze ile ilgilenildiği takdirde cuma namazının kaçırılacağı endişesi varsa bu takdirde cenaze cuma namazı sonrasına bırakılabilir. Bayram namazı vaktinde hazırlamış olan; Cenazenin namazı da bayram namazından sonra hutbeden önce kılınır.

Cenazenin taşınmasında sünnet olan şekil; Dört kişinin dört taraftan cenazeyi yüklenmesidir. Her bir taraftan sırayla yüklenip onar adım, toplam kırk adım götürmek Müstehaptır. Cenaze önce; Ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alınır.Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuza, sonra arka taraftan sol omuza alır.Her bir omuzlamada onar adım yürünür.

Cenazeyi; Omuzlara yüklenerek kabre götürmek onların haklarında gösterilen en büyük hürmet ve saygı nişanıdır. Böyle bir hareket insanlığın şeref ve kıymetini gösterir.Bir insanı âhiret evinin kapısına eşya taşır gibi götürmek insanın hassas kalbini incitebilir.Bunun için de bir zaruret olmadıkça cenazeyi sırtlamak, hayvan veya arabaya yüklemek.Mekruh görülmüştür. Ancak büyük şehirlerde olduğu gibi, mezarlıkların şehir dışında ve uzak yerlerde olması halinde, cenazenin arabayla taşınması mekruh olmaz.

Cenazeyi takip edenlerin; Cenazenin arkasından yürümeleri daha faziletli olmakla birlikte, önden yürümekte de bir kerahet yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek binitli olarak takipten daha faziletlidir. Eğer binitli olarak takip edilecekse, cemaati rahatsız etmemek için ya en önden gitmek ya da cemaatin arkasından gelmek uygun olur. Cenaze vakar içinde izlenmeli, cenaze ve üzüntü ortamına uygun düşecek şekilde davranmalı, gerekmedikçe konuşmamalıdır.Yapılacak iş, dua etmek, Tefekkür ve Tezekkür etmektir. (Tefekkür: Fikretme, düşünme.) (Tezekkür: Zikretme, anma.)

Bu bakımdan uygunsuz şekilde davranmak, Son zamanlarda görüldüğü gibi, cenazeyi alkışlamak ciddiyetsizlik olmak bir yana, ölüye ve ölü sahiplerine saygısızlıktır. Ve İslâm dininin öngördüğü edep ölçüsünün dışındadır.

Allah'a isyan anlamını içerecek şekilde; Dövünüp saç baş yolmamak ve yersiz sözler söylememek şartıyla cenaze için kalben kederlenmek ve gözyaşları dökerek ağlamak doğaldır ve bu bakımdan günah değildir. Ölü, kendisi sağlığında tavsiye etmedikçe, arkasından ağlayanlar yüzünden kabrinde azap çekmez.

Cenazeyi izleyen kadın erkek herkesin usulünce namaza katılmaları uygun olur. Namaza iştirak etmeyecek olan kimselerin mümkünse namaz kılınan yerlerin uzağında bulunmaları yerinde bir davranış olur.

Cenazeyi takip edenler; Hayatın sonlu olduğunu, bir gün kendi hayatlarının da son bulacağını düşünmeli; gün gelip kendisi de böyle eller üzerinde taşınırken. Cenazeye katılan insanlara kendisi hakkında "Ne iyi adamdı, incinmedik kırılmadık, bir kötülüğünü görmedik" dedirtmenin anlamını ve önemini hissetmelidir.

G) Defin:

Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince bir engel yoksa cemaat oturur. Cenaze omuzdan inmeden oturmaları mekruh olduğu gibi, cenaze yere indikten sonra ayakta durmaları dahi mekruhtur.

Kabrin bir insan boyu kadar derin olması yeterlidir. Kabirlerde lahit yapmak faziletlidir; Kabrin içinde kıble tarafı oyulur ve ölü, yüzü kıble tarafına gelecek şekilde sağ tarafı üzere buraya konur. Lahit’in önüne tahta, kerpiç veya kamış gibi şeyler konur ve böylece atılan toprak ölünün üstüne değil, bu şeylerin üstüne gelmiş olur. Bu ölüye saygının bir gereğidir. Eğer; Kabrin kazıldığı yer lahit yapılamayacak derecede yumuşak veya ıslak ise, bu durumda, dere gibi bir çukur kazılır ki buna şak (yarma) denir. Gerekirse bunun iki yanı kerpiç veya tuğla gibi bir şeyle örülür. Sonra ölü bunların arasına konur ve üzerine ölüye dokunmayacak şekilde tahta veya kerpiçle tavanımsı bir örtü yapılır. Kabrin dibi ıslak veya yumuşak olduğu durumlarda cenaze tabut ile birlikte gömülebilir. Fakat gerekmedikçe; Tabut ile gömmek mekruh sayılmıştır. Kimi âlimler; Kadınların tabut ile gömülmelerini güzel karşılamışlardır.

Kabir temininde güçlük bulunduğu takdirde; Daha önce defin yapılmış bir kabre, önceki ölünün çürüyüp sadece kemiklerinin kalacağı bir sürenin geçmesinden sonra ikinci bir cenaze defnedilebilir. Bu süre iklim, bölge ve toprak özelliklerine göre değişiklik gösterebilir.İkinci defin önceki ölünün kemikleri dikkatlice bir kenara toplandıktan sonra yapılır.

Cenaze kıble tarafından kabre indirilir; Sağ yanı üzerine kıbleye döndürülür ve kefen üzerinde bağı varsa çözülür. Cenazeyi kabre koyan kişiler "Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh" (Allah'ın adıyla ve elçisinin dini üzere) derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaca göre değişir. Kadınları kabre koyacak kimselerin ölüye akrabalık yönünden mahrem olmaları.Daha uygundur. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar gerekirse kabirleri üzerine bir perde çekilir.

Definde bulunan kişilerin kabir üzerine üç avuç toprak atarak; Birinci defada; "Sizi bundan (topraktan) yarattık," İkincisinde; "Sizi tekrar toprağa iade edeceğiz," Üçüncüsünde de; "Sizi bir kez daha topraktan çıkaracağız" demeleri Müstehaptır.Kabrin topraktan bir iki karış yükseltilip, deve hörgücü gibi yapılması Menduptur. Kabir üzerine su serpmekte gerekli olmamakla beraber bir sakınca da yoktur.

H) Kur'an Okuma ve Telkin:

Cenaze defni üzerinden bir süre geçtikten sonra, orada Kur'an okumak bazı toplumlarda hoş karşılanmıştır. Genellikle; Mülk, Vakıa, İhlâs, Felâk ve Nâs sureleri, sonra Fatiha ile Bakara suresinin ilk beş ayeti okunur. Sevabı da cenazenin ve diğer müminlerin ruhlarına bağışlanır. Ölünün bağışlanması için dua edilir ve yavaş, yavaş cemaat dağılır.

Peygamber Efendimiz (sav); Bir cenaze gömüldükten sonra bunları yapmamakla beraber hemen dönmez, bir müddet mezarı başında bekler ve cemaate şöyle derdi: "Kardeşiniz için yüce Allah'tan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet vermesini.Dileyiniz. O şimdi sorguya çekilmektedir." (Ebû Dâvud, “Cenâiz”, 67-69).

Telkin. Cenaze kabre konduktan ve başında Kur'an okuma da tamamlandıktan sonra, kalabalığın orayı terk edip geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması işleminin adıdır.

Peygamber Efendimiz (sav) Hâdis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor: "Ölülerinize ‘lâ ilâhe illallah’ telkin ediniz" (Müslim, “Cenâiz”, 1)

Sözündeki; "Ölüleriniz" kelimesi, âlimlerin çoğunluğu tarafından, "ölmek üzere olanlarınız." Şeklinde anlaşılmış ve bunlar telkinin sadece ölüm döşeğindeki hasta için olduğunu, definden sonraki telkinin meşrû olmadığını söylemişlerdir. Bazı Hanefî âlimleri ise; Bu konuda açık bir hüküm bulunmadığını, yani ölü defnedildikten sonra telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını ileri sürmüşlerdir. Malikîlere göre de; Telkin, ölüm döşeğinde iken verilir; gömüldükten sonra telkin vermek ise mekruhtur.

Hanefî mezhebinde; Mükelleflik yaşına girdikten sonra ölen kimsenin mezarı başında telkin verilmesi meşru görülmüştür. "Telkin yapılmaz", "Ne yapın denir, ne de yapmayın" diyen. Hanefî fıkıhçılar da vardır. Şafiî mezhebine ve bir kısım Hanbelî fıkıhçılara göre de; Telkin yapılması Müstehaptır.

Telkin şöyle yapılır: Cenaze defnedildikten sonra iyi hal sahibi bir kimse ölünün yüzüne karşı durur ve ona ismiyle hitaben "Ey falan!" diye üç kez seslenir ve sonra şöyle der:

"Üzkür mâ künte aleyhi min şehâdeti en lâ ilâhe illallah…"

"Ey falan! Hayatta iken üzerinde olduğun, benimsediğin şu hususları unutmayasın: Allah'tan başka İlah yoktur ve Muhammed O'nun elçisidir. Cennet ve cehennem gerçektir.Yeniden diriliş vardır, kıyamet saati kuşkusuz gelecektir.Allah kabirde yatanları yeniden diriltecektir. Yine unutma ki, sen Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygamber olarak Muhammed'i, imam olarak Kuran'ı, kıble olarak Kâbe'yi ve kardeş olarak müminleri seçmiş ve bununla mutlu olmuştun.Rabbim olan Allah'tan başka Tanrı yoktur, ben ona dayandım, büyük arşın Rabbi de O'dur."

Bundan sonra üç kere; Ya Abdullah, kul lâ ilâhe illallâh (Ey Allah'ın kulu, lâ ilâhe illallah de.) Denilmesi ve bunun ardından üç kere; Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim Muhammed'dir. Ey Rabbim, sen onu tek başına bırakma, vârislerin en hayırlısı sensin denilmesi âdet olmuştur. Umulur ki bu Telkinler ölüye yarar sağlar, orada bulunanlara ikaz olur.

Bir kimse; "Falan zat beni yıkasın, namazımı kıldırsın veya beni kabre koysun" şeklinde vasiyet ederse, bu vasiyeti yerine getirmek gerekmez. Ancak ölünün velisi olan kişi, buna rızâ gösterirse bu vasiyet yerine getirilir.

Cenazeyi taşımak veya kabri kazdırmak için ücretle adam tutmak caizdir.

Bir kimsenin; Kendisi için kefen alıp hazırlaması caiz olduğu gibi, günümüzde şehirlerdeki cari âdete göre aile mezarlığı olarak mezar yeri almak da -genel olarak Müslümanlara bir sıkıntı getirmezse- caizdir. Tabii ki asıl olan; Bir insanın kendisi için kabir hazırlaması değil. Kendisini kabir için hazırlamasıdır.

Cenazenin gündüzün gömülmesi Müstehaptır; Gece defnedilmesini mekruh görenler, gecenin ve karanlığın yol açacağı sakıncaları göz önünde bulundurmuşlardır. Başkaca bir sakınca bulunmadığında gece de defin yapılabilir.Ölünün velisi; Ölünün gömülmesinin ertesi gününden başlayarak yedinci güne kadar.İmkânı ölçüsünde fakirlere sadaka vermeli ve sevabını ölüye bağışlamalıdır. Bu bir sünnettir. Bunu yapamazsa iki Rekât Namaz kılarak sevabını ölüye bağışlar.Ölü sahiplerinin ölümün birinci, üçüncü günlerinde veya haftasında yemek vermeleri konusunda herhangi bir sünnet veya tavsiye bulunmamaktadır. Bununla birlikte; Ölü sahiplerine eziyet olmamak, gereğinden fazla önemsememek yani Dinî bir görev saymamak şartıyla ve daha ziyade fakirlerin doyurulmasına yönelik olarak bu zamanlarda yemek verilebilir. Komşuların ilk üç gün içerisinde; Ölü sahipleri için yemek hazırlayıp getirmeleri, ülkemizde yaygın olarak yapılan güzel âdetlerdendir.

I) Taziye:

Taziye; Ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını göstermekten ibarettir. Taziye için çoğunlukla; "Allah size güzel sabırlar ihsan etsin ve mükâfatını da versin","Başınız sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür versin!" gibi sözler söylenir. Taziyenin; Kabristanda veya ölünün kapısının önünde yapılması mekruh görülmüştür.

Taziye süresi; Aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Taziyenin üç gün içinde yapılması Müstehaptır. Ölü sahipleri normal hayata daha çabuk döne-bilseler diye, üç günden sonra taziye yapmak Mekruh kabul edilmiştir. Ölü sahipleri; Yapılacak taziyeleri kabul için üç gün süreyle evlerinde oturabilirler. Başka yerde oturanlar veya aynı yerde olduğu halde haberi olmayanların üç günden sonra. Taziye yapmaları mümkün görülmüş ise de, asıl olan taziye işinin üç gün içinde bitirilmesidir.

J) Iskat ve Devir:

İbadetlerde ıskat; Namaz, oruç, kurban, adak, kefaret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden vefat eden bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Fıkıhta; Daha çok Namaz ve Oruç borcunu düşürme anlamına gelen ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm terimleri kullanılır. Burada fidyeden maksat; Söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi amacıyla yapılan nakdî veya aynî ödemelerdir. Bu bağlamda; Iskat-ı salât, bir kimsenin sağlığında eda veya kaza edemediği namaz borçlarını uhdesinden düşürebilmek için ölümünden sonra fidye ödenmesi işlemini. Devir de; Bu fidye ödemede geliştirilen bir yöntemi ifade eder.

a) Iskat:

Hz. Peygamber Efendimiz (sav), Sahabe, Tabiîn ve Tebeu’t-tabiîn dönemlerinde yukarıdaki anlamda ıskat söz konusu olmadığından. Iskat-ı salât ve ıskat-ı savm anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahabe fetvalarından delillendirilmesi yerineFıkhın gelişim seyri göz önünde tutularak ele alınması daha doğru olacaktır. Öte yandan; Iskat-ı salât telakki ve uygulaması hem teori hem de tarihî seyir itibariyle ıskat-ı savm fikrine dayandırıldığı için, öncelikli olarak ıskat-ı savm. Sonra da ıskat-ı salât hakkında bilgi verilmesi yerinde olur.

İbadetler ve bu nitelikteki kefaretler Allah hakkı grubunda yer aldığı için kural olarak Iskat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızası için yapılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddî unsurunu teşkil edeceğinden. İbadetler ancak; Allah’ın (c.c) belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O'nun emrettiği tarzda yerine getirilirse ifa edilmiş sayılır. İbadetlerin; Dinin taabbüdî (kulluğu ve teslimiyeti sembolleştiren.) Hükümlerinin en başında yer almasının da anlamı budur.

Fıkıh kültüründe ibadetler; Bedenî, malî, hem bedenî hem malî şeklinde üçlü ayırıma tâbi tutulur ve her bir ibadetin mükellef tarafından zamanında, bizzat ve ayrı, ayrı ifa edilmesi gerektiği, her ibadetin kendine mahsus bir sebebi ve gayesi olduğu, hiçbirinin diğerinin yerine geçmeyeceği önemle vurgulanır. Aynı şekilde; Namaz, Oruç gibi bedenî-şahsî ibadetlerin mükellef adı





dosyayi aamadim