«Çok geçmeden Hüdhüd gelip Süleyman'a: «Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe'den doğru bir haber getirdim. Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum; onun ve milletinin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bunun için, doğru yolu bulamazlar. O çok büyük arşın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.» Dedi. (Neml suresi: 22) (Hüdhüd: Süleyman Âleyhisselâm’ın haberci kuşu.) (Sebê: Yemen ülkesinde tarihî bir şehir.)
H.z. Ali (k.r.v) bu konuda şöyle buyurmuşlar: İman ağaç gibi olup; Kökü Yakin, Dalı Takva, Nuru Hayâ, Meyvesi Cömertliktir.
2. Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan itikat, iman.
Peygamber Efendimiz (sav) bir hâdis-i şerifte: “Agâh olunuz ki; insana dünyada yakin ve afiyetten (günahlardan uzak olmaktan) daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Öyle ise Allah'tan o ikisini isteyin.” H.Ş.
İmam-ı Rabbanî (k.s) bu konuyu şöyle açıklamışlar: Yakin ihsan edilen birinin kerametlere, harikalara, ihtiyacı olmaz. Bütün bu kerametler, Zat-ı ilâhînin zikrinden ve kalbin bu zikir ile zinetlenmesinden aşağıda kalır. Her şeyi akıl ile ispat ederek inandırmak kolay değildir. Yakin elde edebilmek için, ispat yoluna gitmektense, kalbi hastalıktan kurtarmak lâzımdır.
Ahmed Raûf (k.s) bu konuda şöyle buyurmuşlar: Kalb, bidat pisliklerinden temizlenmedikçe ve Ehl-i sünnet îtikâdı ile süslenmedikçe, hakîkat güneşinin ışıkları oraya giremez. O Kalb yakin nuru ile aydınlanamaz.
3. Ölüm.
Allah’u Teâlâ ayet-i kerimelerde mealen buyurdu ki:
«Sana yakin gelinceye kadar da Rabbine ibadet et. » (Hicr suresi: 99) «Mücrimlere, sizi Cehennem'e sokan nedir? Derler. (Onlar da cevap verirler): Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmazdık. (Batıla) dalanlarla beraber dalardık. Hesap gününü de yalan sayardık. Nihayet bize yakin gelip çattı. » (Müddessir suresi: 41- 47)
13) İstihare Namazı: İnsan kendi hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadığına dair bir işarete kavuşmak isterse, yatacağı zaman iki rekât namaz kılar. Birinci rekâtta "Kâfirûn" suresini, ikinci rekâtta da "İhlâs" suresini okur. Namaz sonunda da istihare duasını okur. Sonra da abdestli olarak kıbleye yönelip yatar. Rüyada beyaz ve yeşil görülmesi hayra işarettir. Siyah veya kırmızı görülmesi de şerre (kötüye) işarettir. Bu şekilde İstihare namazının yedi gece yapılması ve kalbe ilk gelene bakılması da bir hâdis-i şerifle buyrulmuştur. Peygamber Efendimiz (sav), Ashabına istihareyi öğretirlerdi. İstihare namazını kılmak mümkün olmayınca, yalnız duası ile yetinilir. Aslında meşru ve hayırlı bir iş için yapılacak İstihare, onun istenilen vakitte yapılıp yapılmaması yönünden yapılır. Yoksa doğrudan doğruya o hayırlı iş için yapılmaz. Belli. Bir senede. Hac yapılıp. Yapılmaması gibi.
İstihare duası Peygamber Efendimizden (sav) şöyle rivayet edilmiştir:
"Allahümme, innî estehîruke bi'ilmike ve estakdiruke bikudretike ve es'elüke min fadlike'l-azîmi. Feinneke takdiru ve lâ akdiru ve ta'lemu ve lâ a'lemu. Ve ente allâmu'l-ğuyûbi. Allahümme in künte ta'lemu enne haze'l-emre hayrun li fi dînî ve meaşî ve akıbeti emrî ve a'cili emri ve âcilihi fakdirhu lî ve yessirhu lî sümme barik fîhi. Ve in künte ta'lemu enne haze'l-emre şerrun lî fi dînî ve maişî ve akıbeti emri ve a'cili emrî ve âcilihi fasrifhu anni vasrifnî anhu. Fakdir lîye'l-hayre haysü kâne. Sümme erdınî bihi."
Anlamı: Allah'ım! Sen bildiğin için, hakkımda hayırlı olanı senden isterim ve kudretin yettiği için de, ben senden güç isterim. Senin büyük ihsanından hayır dilerim. Çünkü senin her şeye gücün yeter; Ben ise güçsüzüm. Sen her şeyi bilirsin; Ben bilmem. Sen olacak şeyleri de bilensin.
Allah'ım! Eğer bu iş, benim dinim, dünya yaşayışım, akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim hakkında hayırlı olacaksa, bunu bana takdir et ve bana kolaylaştır. Sonra onda bana bereket ver. Eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim hakkında benim için kötülük olacaksa, bunu benden kaldır, beni de ondan uzaklaştır. Âmin. "Hayır, nerede ise bana onu takdir ve nasip et. Sonra beni ona razı kıl..." Âmin.
14) Katil Namazı: Her nasılsa kısasla öldürülecek olan bir Müslüman bu cezanın uygulanmasından önce iki rekât nafile namaz kılarak tövbe istiğfar etmelidir, hayırlı dualar yapmalıdır. Bu namaz onun Allah tarafından bağışlanmasına vesile olabileceği cihetle güzel görülmüştür.
15) İstiska (Yağmur Duası) Namazı: Yağmurlar kesildiği zaman, Müslümanlar yağmur duasına çıkarlar, ikramı bol olan yaratıcımızdan yağmur yağdırmasını isterler. İmam Azam'a göre "İstiska"dan maksad yalnız duadır, mağfiret dilemektir. Bunda cemaatle namaz sünnet değildir; Fakat caizdir. İnsanlar isterlerse ayrı, ayrı namaz kılabilirler. İki İmama göre ise, İstiska için en büyük idarecinin veya onun göstereceği kimsenin, cuma namazı gibi aşikâre okuyuşla iki rekât namaz kıldırması mendub dur. Bu namazın arkasından, bayramlarda olduğu gibi, hutbe okunur. Hatip minbere çıkmaz, yerde durur. Kılıç, ok veya sopa gibi bir şeye dayanarak hutbelerini okur.
Üç gün arka arkaya İstiska duasına çıkılması güzeldir. Yağmurun inmesi gecikirse, eski elbiseler giyilerek ve başlar öne eğilerek tevazu içinde yaya olarak sahraya çıkılır. Önceden tövbeler yapılır, sadakalar verilir. Haksız yere alınmış şeyler varsa, sahiplerine geri verilir. Müslümanlar için mağfiret istenir. İmam Muhammed'e göre hatip, hutbe esnasında elbisesi dört köşeli ise bunun aşağısını yukarıya, yukarısını da aşağıya çevirir. Değirmi ise sağını sol tarafa ve solunu da sağ tarafa getirir. Giydiği kaba kaftan ise, içini dışarıya ve dışını da içeriye getirir ve bu şekilde elbisesini giyer. Bu, sıkıntılı durumun değişmesi için bir hayır nişanı olarak yapılır. Fakat cemaat elbiselerini böyle tersine giymez.
Müslümanlar yağmur duasına çıkarlarken çocuklarını, evcil hayvanlarla onların yavrularını beraberlerinde götürürler. Çocukları ve yavruları bir müddet analarından uzaklaştırırlar. Böylece üzüntülü bir hal içinde zayıflara ve ihtiyarlara dua ettirerek kendileri de âmin derler. İşte üzüntü, tevazu, kalb yumuşaklığı ve büyük bir teslimiyet içinde Yüce Allah'ın rahmet ve yardımı istenir. Daha sahraya çıkmadan yağmur yağmaya başlarsa, buna bir şükür karşılığı olsun diye yine sahraya çıkarlar. Bunu yapmak mendub dur.
Yağmurlar istenenden çok yağmaya başlayınca, bunun kesilmesi veya başka taraflara dönmesi için dua edilmesinde bir sakınca yoktur.
Yağmur yağarken: "Allahümme sayyiben nafi'an = Allah'ım! Bunu yararlı yağmur yap" denir, İstenilenden fazla yağınca da: "Allahümme havaleyna ve lâ aleyna = Allah'ım! Bunu zarar vermeyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize yağdırma" diye dua edilir.
Dua eden isterse ellerini yukarıya kaldırır, isterse iki işaret parmağı ile işaret eder. Her zaman sonsuz rahmetine ve yardımına kavuşmakta bulunduğumuz ikram ve merhameti bol olan Allah'ımızı hiç bir an unutmamak ve her vesile ile O'na muhtaç olduğumuzu anlayarak Yüce varlığına yönelmek ve yalvarışta bulunmak, bizim için bir kulluk borcudur.
Bir düşünelim: Zaman, zaman bulutlardan topraklarımıza yağan o yararlı yağmurlar kesilse, bunun sonu olarak da ırmaklar ve dereler kurusa, su kanalları bomboş kalsa, acaba bu suları bize kim getirebilecektir?
Kaynaklarından daima fışkırıp duran ve hayatımıza hizmet eden o tatlı ve berrak suları Yüce Allah yerin dibine geçirse, acaba bunları kim bize getirebilecektir?
Cenab-ı Hak Kuran’ı Kerim’de şöyle buyuruyor: «De ki: Bana bildiriniz bakalım. Eğer suyunuz bir sabah yerin dibine batıp çekilse, size böyle akıp giden bu suyu (Allah’tan başka) kim getirebilecektir?» (Mülk- 30)
Ayet-i kerime de, dikkat ve düşüncemizi bu noktaya çekiyor. Artık insanlık için habersiz kalmak ve Hak’tan yüz çevirip nankörlük etmek asla caiz olmaz.
Peygamber Efendimizin (sav) bize nakledilen yağmur duası şudur:
"Allahümme, eskına ğaysen muğîsen henîen merîen ğadekan mücellilen seyhan ammen tabakan. Allahümme, eskine'l-ğayse ve lâ tec'alnaminelkanitîn. Allahümme, inne bilbilâdi ve'l-ibadi vel-hakkı minel-levâi ve'd-danki ma lâ neş-kü illâ ileyke. Allahümme, enbit lena Ezzer'a edirre lena eddar'a ve eskına min, berakâtissema'i ve enbit lena min berekâtı'l-arzı. Allahümme, inna nestağfiruke inneke künte ğaffaren feersilissemae aleyna midrara."
Anlamı: "Bize yardım eden, içimize sinen, bol ve faydalı olup her tarafı kaplayan ve her tarafı sulayan genel bir yağmur ihsan et.
Allah'ım! Bizi yağmurla sula, bizi ümitlerini kesmiş kimselerden etme. Allah'ım! İllerde, kullarda ve yaratıklarda öyle bir güçlük ve darlık var ki, senden başkasına arz edemeyiz. Allah'ım! Bizim için ekinler bitir, hayvan memelerini sütle doldur, bizi göğün bereketlerinden sula ve yeryüzünün bereketlerinden bize ürün bitir. Allah'ım! Biz senden mağfiret dileriz. Şüphe yok ki sen, çok bağışlayansın. Artık bize gökten bol, bol yağmur yağdır." Âmin.
16) Küsuf (Güneş Tutulması) Namazı: Güneş tutulduğu zaman, cuma namazını kıldıran imam, ezansız ve ikametsiz en az iki rekât namaz kıldırır. İmam Azam’a göre gizlice ve iki imama göre de aşikâre olarak fazla miktar kıraatte bulunur. Her rekâtında bir rükû ve iki secde yapar. Namazdan sonra da güneş açılıncaya kadar kıbleye doğru ayakta veya insanlara karşı oturarak dua eder. Cemaat da "Âmin" der. Böyle bir imam bulunmazsa, insanlar bu namazı kendi evlerinde tek başlarına kılarlar. Bu namazı büyük bir camide kılmak, mescitlerde kılmaktan daha faziletlidir. Sahrada da kılınabilir. Küsuf namazında İmam Azam'a, İmam Malik'e ve İmam Ahmet’e göre, hutbe okunmaz. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav), güneş tutulması olayından dolayı namaz kılınmasını, dua edilmesini, sadaka verilmesini öğütlemişlerdir. Hutbe okunmasını emretmemişlerdir. İmam Şafiî ile İbni Hacer ve bazı âlimlere göre, Namazdan sonra hutbe okunması Müstehâb’dır.
17) Husuf (Ay Tutulması) Namazı: Ay tutulduğu zaman, Müslümanların kendi evlerinde tek başına olarak güneş tutulması namazı gibi, gizli ve aşikâr okuyuşla iki veya dört rekât namaz kılmaları güzel görülmüştür. Bu namazın camide cemaatle kılınması, İmam Azam'a göre sünnet değildir; Fakat caizdir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed ve diğer bazı hadis âlimleri de, bu namazın cemaatle kılınması görüşündedirler. İmam Malik'e göre ise, cemaatle kılınamaz. İnsanların geceleyin her taraftan toplanıp bunu cemaatle kılmaları güç bir iştir. Şiddetli rüzgâr, fazla karanlık, geceleyin fazla aydınlık, yer sarsıntıları ve taşkın hastalıklar gibi korkunç olaylar karşısında da güneş ve ay tutulması namazları gibi bir namaz kılınması güzel görülmüştür. Bu gibi arızalar ve olaylar, hep Allah’u Teâlâ'nın azamet ve kudretine, hikmetli işlerine delâlet eden birer nişandır.
Cenab-ı Hak Kuran’ı Kerim’de şöyle buyuruyor: «Biz o ayetleri (mucizeleri) ancak korkutmak için göndeririz.» (İsra, 59)
Ayet-i kerimesinin Beyanı üzere, bu gibi alâmetler insanları korkutmak, onları günahlardan kurtarıp ibadet ve tövbeye yöneltmek için zaman, zaman meydana gelen kudret alâmetleridir. Bunları gören sağduyulu bir kimsenin ruhunda bir korku ve bir heyecan belirir. Gözlerinin önünde Yüce Allah'ın celâl ve azameti canlanmaya başlar. Artık o kimse, büyük yaratıcımızın bu âlemi ne kadar muntazam ve mükemmel bir şekilde yaratmış olduğunu anlar. Daima o büyük yaratıcının korumasına muhtaç olduğunu kavrar. Bu anlayışla, ezelden beri var olan yaratıcısına döner.
O'na saygı için namaz kılar, O'nun koruma ve yardımına kavuşmak için dua eder. Böylece gafletten uyanır. Anlayışlı bir ruha sahip olmak için çalışmış olur.Güneş ve ay'ın tutulmasının ne gibi muntazam kanunlar dairesinde meydana geldiği bilinmektedir. Düşünen bir insan için, bu kanunları, böyle belirli ve mükemmel bir şekilde meydana getiren Yüce Yaratıcıyı anlamak en yüksek bir görevdir. Güneş ve ay tutulması ile aydınlık nimeti karanlığa dönüyor. İki parlak kürenin görüntüsünü yoğun bir gölge kaplıyor. Bu durum devam edecek olsa, hayatımızda kim bilir ne acı değişiklikler meydana gelir. Hâlbuki her şeyi bilen, hikmet sahibi olan âlemlerin yaratıcısının koyduğu tabiat kanunları buna engel oluyor. Bu korkunç üzüntü verici durum az sonra kalkıyor. O iki kudret kaynağı, yine olanca parlaklığı ile aydınlık ve nurlarını etrafa saçıp durmaya başlıyor. Artık bundan dolayı Kerim ve Rahim olan yaratıcımıza binlerce, yüz binlerce şükretsek, yine kulluk görevimizi yerine getirmiş olamayız.
Hiç kimsenin doğmasından veya ölmesinden dolayı ay ile güneşin tutulmayacağını Peygamber Efendimiz (sav) beyan buyurmuşlardır. Şöyle ki: Peygamber Efendimizin (sav) muhterem çocuğu İbrahim, bir buçuk yaşında iken hicretin onuncu yılında vefat etmişti. O'nun ölümü gününde güneş tutulmuştu, insanlar bu masum yavrunun ölümünden dolayı güneşin tutulduğunu sanmışlardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav):
"Güneş ile ay bir kimsenin ne ölümünden, ne de hayata kavuşmasından dolayı asla tutulmazlar. Bunların tutulduğunu gördüğünüz zaman namaz kılın, Yüce Allah'a dua edin."
Diğer bir hâdis-i şerifte de: "Bunlar Yüce Allah'ın alâmetlerinden iki nişandır." Diye buyrulmuştur.
Peygamber Efendimizin (sav) Mübarek ifadeleri daima böyle gerçekleri aydınlığa kavuşturmuş, insanları yanlış düşüncelerden ve inançlardan engellemiştir. Her yönü ile pak olan İslâm dini, akla ve hikmete uygun olmayan inanç ve davranışlardan büsbütün beri bulunmuştur.
Artık böyle yüksek bir Peygambere ve mukaddes dine kavuşmamızdan dolayı ne kadar Şükür secdelerine kapansak, yine az değil mi?
Hazret (k.s) Bu Sohbetinde Duanın Faziletinden bahsetti.
Allah’u Teâlâ (c.c) akıllıları sever ve çok isteyenleri de sever.
Çünkü Allah’ın (c.c) rahmeti büyüktür. İstedik mi, çok isteyeceğiz. Fecir vakti dualar birinci kata çıkar. Allah (c.c) “yok mu rahmet isteyen yok mu mağfiret (af) isteyen mağfiret (af) edeyim” diye buyurur. Rahmet iner fakat onun için çok isteyin, az istemek Allah’ın (c.c) rahmetine yakışmaz. Allah (c.c) rahmet dağıttığı vakit, biz yatmışız, ayaklarımızı uzatmışız.
(Fecir: Tanyelinin ağarması. Şafak sabah vakti, Güneş doğmadan evvel.)
Hazret’in (k.s) DUA ve TÖVBE hakkındaki tavsiyeleri:
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Ölünün mezardaki hali imdat diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer” H.Ş.
Boğulmak üzere olan kimse kendisini kurtaracak birini beklediği gibi meyyit (ölen kimse) de Babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler (bekler). Kendisine bir dua gelince dünyanın hepsi kendisine verilmiş gibi sevincinden uçar. Allah’u Teâlâ (c.c) yaşayanların duaları sebebiyle. Ölene dağlar gibi çok rahmet verir, dirilerin ölülere hediyeleri onlar için dua ve istiğfar etmektir. İnsan yaradılış itibariyle varlıkların en acizi ve fakiridir. Zira ihtiyaçları dünyaya sığmazken o nispette de acizdir. Her an havaya, gıdaya, şifaya, hidayete, rehbere muhtaç küçük bir tebessüme muhtaç, tatlı dile muhtaç hâsılı sonsuz denilebilecek arzuları var fakat bir diş ağrısına, bir nezle mikrobuna mağlup en küçük bir çehreyi ve en hafif bir sitemi bazen çekemiyor. Fakat bu ruh yapısındaki insana günlük hayatın boğucu dalgaları çarpıp duruyor. Her insan işine mevkisine ve çevresine göre her gün sevindirici şeylerle karşılaştığı kadar üzücü şeylerle de karşı karşıya sıhhatine güvenen insanlara bakıyoruz tanınmayacak kadar değişmiş bir vaziyette hastalıklar içerisinde kıvranıyor. Servetine malına güvenen insan bir anda iflasın eşiğine gelebiliyor. En yüksek makamlardaki bir insan bazen en çileli bir hayata maruz kalabiliyor. Gençliğimiz sevdiklerimiz ve her şeyden önemlisi de hayatımız gidiyor.
Peki, bu şartlar altında kime güvenecek ve kime dayanacağız.
«Allah kuluna yetmez mi?» (Zümer- 36)
Aciz ve fakir olan insanoğlu insanlardan ancak belli bir yere kadar yardım alabilir. Asıl olan sonsuz güç sahibi olan hamisi yaratıcısı olan Cenabı Allah’ a yönelmesidir.
Cenab-ı Hak Kuran’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
«Elbette güçlükle beraber şüphesiz bir kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır.» ( İnşirah 5–6)
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Tövbe ve istiğfara devam eden kimseye Allah’u Teâlâ (c.c) “Her sıkıntıdan bir kurtuluş ve darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı bir yerden kendisini rızıklandırırım.” Buyuruyor.
O halde bu boğucu sıkıntılar hastalıklar, ekonomik güçlükler olmasaydı mı dersiniz. Hayır, olmalı zira dünyaya gelmenin insan olmanın esprisi burada saklı, yani imtihandayız. Ağaçlar çile çekmez zira ruhsuzdur, hayvanlarda ruhen çile çekmez çünkü şuursuzdur ama insan hayat fırınında pişer. Kul olduğunu bilir ve kendisine kendisinden daha şefkatli olan Cenabı Allah’ı bilir. Onun emirlerini yerine getirmek için mücadele ederse o zaman bu sıkıntılı hadiseler deniz dalgalarının kayalara çarpıp köpük olarak döndüğü gibi erir gider. Öyleyse önce farzları yapalım tövbe ve istiğfara devam edelim ki. Huzuru ve mutluluğu yakalayalım.
Allah’u Teâlâ ayet-i kerimede mealen buyurdu ki:
«ALLAH’A tevekkül et. Vekil olarak ALLAH yeter.» (Ahzab- 3) «Yalnız Allah’a dayanıp güven! Koruyucu olarak Allah yeter.» (Ahzab- 3)
Hazret (k.s) bu konuyu çok önemli tavsiyelerle tamamladı:
1- Sen Allah ın hakkını gözetirsen o da seni gözetir.
2- Genişlik vaktinde onu unutmazsan, sıkıntı zamanında imdadına yetişir.
3- Bir şey istediğinde Allah’tan (c.c) iste yardımı ondan dile insanlar sana bir şey vermek için bir araya gelseler o şeyi Allah'u Teâlâ takdir etmedikten sonra vermeye güçleri yetmez. İnsanlar seni bir şey den men ettiklerin de eğer Allah o şeyi takdir ettiyse de mani olamazlar.
4- Nefsinin hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekle senin için çok hayır ve iyilikler vardır.
5- Allah ın (c.c) yardımı sabırla birlikte gelir.
6- Sıkıntıdan sonra rahatlık vardır. Her binanın bir temeli vardır. İslam binasının temeli de güzel ahlaktır ve namazdır.
Hazret (k.s) Dua ve İbadet konusunda çok önemli tavsiyeleri:
İbadet ve dua Bir müminin aczini ve ihtiyacını, saygıyla Rabbine arz etmesi ve tazimle O’ndan yardım dilemesidir. Rabbi ile kulu arasındaki en güçlü bağ ve en değerli amel ibadet ve duadır. Bunlar Allah’a kulluğun itirafı ve ispatıdır. Manevi dertlerin devası, gönüllerin sefasıdır. İbadetsiz ve duasız gönüller ise huzursuzdur ve dinmez bir ızdırab içerisindedir. Gerçek huzura ancak Allah’a ibadet ederek O’na dua edip rahmet kapısın çalmak, O’nun izzet ve azameti karşısında secdeye kapanıp ibadet etmek ve Allah’ı anmakla kavuşulur. Nitekim Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de: «Bunlar Allah’a iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakta huzur bulur.» Buyurmaktadır. (Rad- 28)
Bir insan olarak çevremizde meydana gelen olaylardan etkilenebilir ve işlerimizin düzensiz gitmesinden de üzülüp sıkılabiliriz. Ancak bu gibi üzüntü ve sıkıntıların geçici olduğunu bilmeli ve bütün hayatımızı sarsacak bunalıma ve strese düşmemeliyiz. Bir mümin için strese veya bunalıma girmek asla doğru değildir. Çünkü o hayatın ağır yükleri altında acze ve sıkıntıya düştüğünde, kendisine şah damarından daha yakın, onun en gizli sırlarını bilen ve her şeye gücü yeten Yüce Allah’a güvenir. Ona dua ve niyazda bulunur. O’nun engin lutuf ve keremine sığınır. Allah’tan başka sıkıntılara çare, dertlere deva, hastalıklara şifa ihsan edenin olmadığını bilir. Çekilen sıkıntıları, ebedi mükâfat vesilesi bir imtihan olarak değerlendirir ve teselli bulur.
Kuran-ı Kerim büyük sıkıntılarla karşılaşan ve Rabbine dua eden Hz. ‘Yunus’u (a.s.) bize örnek gösterir. Hz. Yunusun duasının kabul edildiğini de:
«Bunun üzerine O’nun duasını kabul ettik ve O’nu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.» (Enbiya- 88) Mealindeki ayetiyle bize bildirir.
Demek ki sıkıntıyı derdi veren Allah (c.c.) onun çaresini ve dermanını da verir. Hatta her güçlük için bir kolaylık ihsan ettiğini Kuran-ı Kerim’de bize şöyle açıklar;
«Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.» (İnşirah- 5- 6)
Sevgili Peygamberimiz de müminlerin başına gelen sıkıntıların günahlara kefaret olduğunu bir Hadis-i şeriflerinde şöyle ifade eder; “Başına gelen hastalık. Bitkinlik, üzüntü ve diğer sıkıntılara karşılık yüce Allah (c.c) günahlarının bir kısmını siler.” Buyurmuştur.
Nitekim Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de: Musibet ve sıkıntı anlarında müminler için: «İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır.» Buyurmuştur. (Bakara- 157)
Anlamındaki ayeti okumalarını sevgili Peygamber Efendimiz (sav) tavsiye etmiştir.
İbadet ve duadan uzak olan insanlar, daima bir arayış, bir boşluk içinde olurlar ve vicdani bir huzursuzluk duvarlar. Hâlbuki yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de
«Ey Muhammed de ki: İbadetiniz (duanız) olmasa Rabbim size ne diye değer versin?» Ey inkârcılar! Yalanladığınız için, azap yakanızı bırakmayacaktır.» (Furkan- 77)
«Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.» Buyurmaktadır. (Mü’min suresi- 60)
Öyleyse; Gönüllere huzur, dertlere deva, dertlilere şifa veren Yüce Allah’a her derdimiz için dua etmeli. İbadetleri yerine getirmeli ve elimizdeki nimetlere de şükretmeyi ihmal etmemeliyiz.
Azizim, İslamiyet, iradeyi Allah’a teslim etmek, Allah’ın emirlerine sarılıp sevgisinde fani. (Yok, olmak) olmak demektir. Allah’a mutlak itaat ve boyun eğip, teslim olmaktır. Ancak geçerli olan, bilerek Allah’ı arzulamak, onun emirlerine şuurla boyun eğmektir. Bu Teslimiyet Allah’ın azametinden ve onu idrakten kaynaklanan aşk ve bağlılık teslimiyetidir.
Bütün işlerde sadece Allah’a güvenerek, her şeyi yapan ve yürütenin Allah olduğunu, varlık sahasında Allah’ın hükmünün geçerli bulunduğunu düşünmek ve böylece yatılanlara değil. Yaratan Allah’a kul olmak en büyük mutluluk kaynağıdır. Ancak bu teslimiyet Allah kerimdir, her şeyi yapar gibi düşüncelerle tembellik yapmak değil, sebeplere yapıştıktan sonra, asıl yapanın Allah olduğunu hatırlayarak, bizi başarıya ulaştırması için Allah’a dayanarak ona yalvarmaktır. İnsan çalışacak, fakat işlerinde başarıya ulaşmak için maneviyatını da Allah’a güveniyle dolduracaktır. Biz Müslümanlar, Her işe besmele ile başlarız. Bu rahman ve rahim olan Allah’ın yardımıyla başlıyorum demektir. İşte bu güvenle başlanan işin sonu elbette hayır ile biter. Halis bir niyetle Allah’a yalvarmak, güvenmek muhakkak en ümitsiz anlarda bile insanı selamete ve başarıya götürür. Rasûlullah Efendimiz (sav) Allah’a canı gönülden dua edenleri Allah sever buyurmuştur. Allah bize bizden yakındır.
Cenabı Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
«Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.» (Bakara–186)
Dua konusunda Peygamber Efendimizin (sav) bazı Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
«Dua müminin silahıdır, dinin direğidir göklerin ve yerin nurudur.» H.Ş.
«Darlık zamanında, Allah’ın kendisine yetişmesini isteyen kimse, genişlik zamanında çok dua etsin» H.Ş.
«Kul, Yarabbi! Yarabbi! Yarabbi! Dediği zaman Allah der ki: Lebbeyk (geldim) kulum, iste istediğin verilecek.» H.Ş.
Allah’u Teâlâ Kutsi Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: «Ben kulumun, benim hakkındaki zannı üzereyim kulum beni çağırınca hemen yanındayım»
«Bir kimseye fakirlik erişirde onu insanlara söylerse fakirliği giderilmez. Ama birine fakirlik erişirde onu Allah’a söylerse Allah ona er veya geç bir rızık verir.»
«Kaza ancak dua ile geri çevrilebilir; Ömrü de ancak iyilik uzatır; Başka bir şey uzatamaz. Kişi yaptığı (günah) yüzünden rızıktan
Azizim dua ibadetin özüdür: Neden! Çünkü Cenabı Hak «Bana dua edin, kabul edeyim» diyor. Dua eden kimse öncelikle Allah’ın emrini yerine getirmiş olur. Sonra dua eden, Allah’a inandığı için dua etmektedir. Allah’tan başka her şeyden yüz çevirip işini yalnız Allah’tan beklemektedir. Yalnız Allah’a güvenmekte, mutlak kudretin Allah’a ait olduğunu bilmektedir. Bu inanç ise tevhidin özüdür. Dua eden kul, Allah’a yaklaşmıştır. Ruhu Allah ile çok yakın ilgi kurmuştur. Zaten ibadetin aslı da Allah’a yaklaşmaktır. Yüce Allah, Yusuf suresinde Hz. Yakup’un gönülden Allah’a bağlanışı, her şeyi ona havale edip Allah’tan asla ümit kesmeyişini bize bir örnek olarak anlatmaktadır:
Allah’u Teâlâ Kuranı kerimde şöyle buyurmuştur.
«Yakup: Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim dedi. Ey oğullarım, gidin Yusuf’u ve kardeşini arayın, Allah’ın rahmetinden. Ümit kesmeyin, zira Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümit keser.» (Yusuf– 86- 87)
Hangi vakitlerde dua etmeli diye sorulursa Sadatlarımız bu konuyu şöyle açıklamışlardır:
Secdede, gece yarıları ve seher vakitlerinde yapılan dualar çok makbuldür.
Bu hususta Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Kulun, Rabbine en yakın olduğu zaman secde ettiği zamandır. Öyleyse çok dua ediniz.”
“Allah (c.c) her gece gecenin üçte biri kalınca dünya semasına iner ve derki: Kim bana dua ediyor; Onun duasını kabul edeyim, kim benden istiyor ona vereyim; Kim bana İstiğfar ediyor onu bağışlayayım.”
Burada« Allah iner» Tabiri, İnsanların anlaması için kullanılmıştır. Bunun manası şudur: Allah’ın rahmet kapıları açılır, Allah’ın rahmet meleği iner. Yoksa Allah için inmek muhaldir. (Mümkün değildir) çünkü inmek, yüksekten aşağıya doğru olan bir harekettir. Allah’ın bir derece aşağı inmesi düşünülemez. Hatta Allah için yükseklik, alçaklık da bahis konusu değildir. Allah, kulun hatırına gelen her şeyden münezzehtir.
Bu konuda ki bir başka rivayet şöyledir: «Gecenin yarısı veya üçte ikisi geçince Yüce Allah en yakın semaya iner ve der ki: Yok mu bir isteyen ki dileği verilsin; Yok mu bir dua eden ki duası kabul edilsin; Yok mu bir istiğfar eden ki bağışlansın? Sabah oluncaya kadar böylece devam eder.»
Rasûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: «Kulun rabbine en yakın olduğu zaman gece yarısıdır. Eğer sen de o saatte Allah’ı zikredenlerden olabilirsen ol» H.Ş.
Hazreti Peygambere soruldu: Ya Rasûlullah hangi dua daha çok duyulur? Buyurdu ki: «Gece yarısından sonra ve Farz namazların arkasından yapılan duadır diye buyurdular» H.Ş.
Azizim, Dua ettim, kabul edilmedi » diye düşünülürse bu hususta sadatlarımızın büyükleri. Peygamber (sav) Efendimizin şu tavsiyelerini nakletmişlerdir: «Acele edip kabul edilmedi demedikçe her birinizin duası kabul edilir» H.Ş.
Rasûlullah Efendimiz’in (sav) diğer bir hadisi şerifinde: «Bir günah veya akraba ile ilgiyi kesmeyi istemez ve acelede etmezse, kulun duası kabul edilir. Soruldu: Ya Rasullalah acele etmek nedir? Buyurdu ki: Dua ettim, dua ettim hiç kabul edildiğini görmedim deyip duadan bıkmak ve duayı terk etmektir.» H.Ş.
Dua ederken başı göğe doğru kaldırmamalı ve gaflet ile dua etmemelidir.
Bazı Hadisi şeriflerinde Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
«Kalpler, birtakım kaplardır kimi kiminden büyüktür. Ey insanlar Allah’tan bir şey istediğiniz zaman, kabul edileceğine inanarak isteyiniz. Zira Allah (c.c) gönülden gelmeyen gaflet içinde bir kalbin dışından çıkan duayı kabul etmez.» H.Ş.
«Kabul edileceğine inanarak Allah’a dua ediniz ve biliniz ki Allah (c.c) gaflet ve heva içinde bir Kalbden gelen duayı kabul etmez.» H.Ş.
«İnsanın kendi nefsine, çocuğuna, hizmetçisine ve malına beddua etmesi iyi değildir.»
«Kendi nefsinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza kötü dua etmeyiniz. Zira Belli olmaz Allah’ın öyle bir zamanına rastlar ki yaptığınız dua kabul olur.» H.Ş.
«Üç dua var ki bunların kabul edileceğinde şüphe yoktur. Mazlumun duası, Misafirin duası, Evladın Babasına duası.» H.Ş.
Hazret (k.s) Duanın adabı hususunda çok önemli tavsiyelerde bulundu:
Duanın kabule daha yakın olduğu zamanlar vardır. İnsan Dua etmek için bu zamanları değerlendirmelidir. Ramazan, Arife, Bayram ve Cuma günleri ve Özelikle Seher vakitlerinde dua etmelidir. Ayrıca Ezan okunurken, Kamet alınırken, Namazlardan sonra yapılan dualar makbul olur.
Dua ederken. Kıbleye yönelerek el açmak, fakat gözleri göğe dikmemek gerekir.
Sesini fazla yükseltmemek hafif bir sesle dua etmek lâzımdır.
Dua ederken kafiye olması için çalışmamak. Çünkü dua içten geldiği gibi yapılmalı, yapmacık sözlerle yapılmamalıdır.
Rasûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor. Allah’u Teâlâ Kuranı kerimde şöyle buyurmuştur. «Tazarru ve korku ile Rabbinize yalvarın, çünkü o haddi aşanları sevmez. Allah’tan Korkarak ve umarak dua ediniz. Allah’ın rahmeti iyilik edenlere yakındır.» (Araf: 55- 56)
Huzur ve huşu ile umarak ve korkarak dua etmek.
Allah’u Teâlâ Kuranı kerimde şöyle buyurmuştur. «Onlar hayır işlerine koşarlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlar ve bizden korkarlardı.» (Enbiya: 90)
Rasûlullah Efendimiz (sav) Dua ederken üç kere tekrarlardı.
Israr ile dua etmek ve duayı üç kere tekrarlamak sünnettir.
Peygamber Efendimiz (sav) duaya «Subhane rabbiyel aliyyil A’lel vehheb» diye başlardı.
Duaya hemen muradını söyleyerek değil Hamdü sena (Elhamdülillah) ve Salâvat ile. Başlamalı Ve duayı yine Hamd ve Salâvatla bitirmelidir.
Sadatlarımız buyurmuşlardır ki: Duanın başında ve sonunda salâvat getirmek duanın kabulüne şayandır. Çünkü Allah’u Teâlâ Kabul ettiği iki salâvat arasında İnşâallah bizim duamızı da kabul eder demişlerdir.
Kalbini temiz tutmaya dikkat etmek. Bunun için Kimin hakkını çiğnemiş kime kötülük etmişse helâllik dilemek, haklarını vermek, günahlarına Tövbe etmek. Duasında Müslümanlardan intikam almayı istememeli ve onların zararlarını talep etmemelidir.
Ana babanın rızalarını almak, Misafire iyi davranmak, Mazlumun ahından sakınmak da Duanın kabul olması için gerekli edeblerindendir.
Allah’u Teâlâ (c.c) Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurur:
«İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O'nundur. Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut. » (İsra: 110)
DUALAR:
*Cenabı Hakk. Bize büyük bir lûtuf olarak kendisinin, Habibinin ve sevdiklerinin muhabbetini ihsan buyursun.
*Ya Rabbi, O senin Habibinin muhabbetinden ağlayan hurma kütüğünün halinden bizlere de bir muhabbet hissesi nasip eyle.
*Ey Rabbimiz Evliyaullahın gönlündeki bu muhabbet ateşinden bizlere de bir nasip lütfeylesin! Manevi nimetleriyle Perverde olduğumuz. Hakk dostlarının feyizli ikliminden bizleri mahrum eyleme Ya Rabbi.
Allah’ım bizleri Sırat’ı Müstakime ulaştır, hidayet eyle! Kendilerine nimet verdiğin Peygamberlerin, Sıddıkların, Şehitlerin, Salihlerin o vuslat saadeti ve lûtfunla dolu yoluna tabi kıl. İstikametten ayırma! Gazaba uğrayanların ve delalete düşenlerin hüsrana çıkan helak ve kahır dolu süfli yollarından muhafaza eyle.
* “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır ver! Ayaklarımızı (Dininde ihlâs üzerine) sabit kıl ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle.” (El-Bakara: 250)
“Ey Rabbimiz! Bize Resullerine vaat ettiğini lütfeyle, kıyamet günü bizleri rezil ve perişan eyleme!” (Ali İmran: 194 )
*Ya Rabbi! Hz. Peygamber (sav) ile ashabı kiram arasında tahakkuk eden sohbetindeki güzellikleri bizim kalbimize de ihsan eyle! Bizleri Salihler cemaatiyle birlikte haşr eyle!
* Ya Rabbi! Bizleri bu ten kafesi içerisinde nefsin hevâ ve heveslerinin zebunu eyleme! Ruhun güzellik ve letafetini muhafaza ederek vuslat dergâhına yönlendir.
Ya Rabbi Sen esrarından bir sır olan ihlâsın hakikatine bizleri de nail eyle! Bu lûtfun şükranlığı içerisinde sana kulluk eden Evliyaullahın gönül ikliminden bizlere hisseler nasip ve müyesser kıl!
* Ya Rabbi! Ümmet-i Muhammed’i her türlü bela, afet, musibet, azap ve gazabından muhafaza eyle! Rahatlık ve darlık zamanlarımızda cümlemizi havf ve reca halinde sabredip ilahi mükâfatlarına nail olan bahtiyarlar zümresinden kıl. Gönüllerimize sükûn ve sekinet bahşeyle! Hem iman ve irfan, hem de gazap ve bela bakımından karanlık geceler gibi geçen şu günleri nurlu, bereketli ve müjdeli sabahlara inkilab eyle!
*Cenabı Hakk Cümlemizi sırat’ı müstakimde yürüyen uyanık ve diri gönül sahipleri olan dostlarının zümresine dâhil eylesin! «Dahilek Ya Rasûlullah » Sırına mazhar eylesin.
* Ya Rabb! Bizleri hırs ve hasedin Salih amelleri yakıp ve bitiren alevlerinden muhafaza eyleyip bitmez ve tükenmez bir hazine olan kanat ile müzeyyen kıl!
*Ya Rabbi! Bizleri nefsinizin zebunu olmaktan muhafaza eyle! Senin razı ve hoşnut olduğun ahlakı hamide ile gönüllerimizi tezyin eyle!
*Ya İlahi! Hayatımızı ve ölümümüzü Salih kullarına lütfettiğin bereket, nimet, ulvi güzellikler ve sana vuslat ile müzeyyen ve mükerrem kıl!
*Rabbimiz! Kâinatı, ilahi muhabbet gözüyle temaşa edebilmeyi onu şuur, duygu, vicdan ürperişleri ve iman’i heyecanlar zaviyesinden seyredebilmeyi, gözlerden akan nedamet şebnemleri ile gufran iklimlerine ulaşmayı ve « Ölmeden evvel ölünüz.» Sırrına ererek hakikat âlemine uyanmayı nasip eylesin!
*Ya Rabbi! Şu kısacık ömürde bizleri nefsimize zebun eyleyerek, geceleri gafletle geçirmek hüsranına düçar eyleme. Gecenin esrarından bizlere bir nasip ihsan eyle! İhya edilen gecelerin feyz yağmurlarıyla gönlümüzü abad eyle!
*Ya Rabbi! Bir taraftan istirahat iklimiyle bedeni, diğer taraftan vuslat ve rahmet iklimiyle ruhu engin ve müstesna bir lahuti huzura kavuşturan geceleri kulluk vecdi içinde geçirebilmeyi nasip eyle. Bir gece hükmünde olan şu dünyadan bizleri de senin rızana ermiş bir aşk-ı sadık olarak ahiret sabahına ulaştır ve vuslatın lezzeti ile mütelezziz eyle!
* Ey Allah’ım! Bizleri temiz ve helal rızklarla merzuk kıl ve Salih amellere Muaffak eyle!
*Ey Rabbimiz! Bizlere ve ailelerimize, sana kulluk ve taat üzere hoşnut olacağın bir takva hayatı nasip eyleyip hanelerimizi lûtuf ve saadet cenneti eyle. Bin bir isyan ve amellerinin tutuşturduğu Azab cehennemi eyleme!
*Ey Rabbimiz! İttika ve ihsan ile kalplerimizi teçhiz eylesin! Temiz vicdanlar ve nurani kalpler ile ahiret yolcusu olmayı ihsan buyursun. Ebedi saadetin dünyadaki başlangıcı olan Kuran’ı ve Muhammedi bahar ikliminin vecdi içinde yaşamayı cümlemize nasip eylesin. Cümlemizi iman kardeşliği, Kuran’ı feyz ve Muhammedi ahlak ile tezyin eylesin!
*Ya Rabbi! Bizleri böyle has kullarından eyle. Ya Rabb Vatanımızı, Milletimizi Kur’an’sızlık, İmansızlık ve ahlaksızlıktan muhafaza buyur. Şu fani âlemde Kuran’ı kerimin gerçek ihtişamına bürünerek cennet hayatı yaşamayı ve feyizli Kur’an neslinin devamını nasip eyle!
*Ya Rabbi! Kalplerimizi Kuran’ı Kerim ilim, hikmet, nur ve şuuruyla süsleyip bizleri canlı bir Kur’an halinde İslam’ı yaşayan Peygamber âşıklarından eyle!