TEVEKKÜL VE TEVESSÜL
TEVEKKÜL: Allah’u Teâlâ’ya teslim olma. Bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O'na güvenme; kalbin, her işte Allah’u Teâlâ’ya itimat etmesi, güvenmesi.Allah’u Teâlâ, Ayet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
«Kim ki, Allah’u Teâlâ’dan korkarsa, Allah’u Teâlâ ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsân eder ve ona ummadığı yerden rızık verir. Her kim, Allah’u Teâlâ’ya tevekkül ederse, Allah’u Teâlâ ona kâfidir.» (Talâk suresi: 2,3) «Eğer imanınız varsa, Allah’u Teâlâ’ya tevekkül ediniz.» (Maide suresi: 23)
«Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın şüphesiz çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla ve yargılanmalarını dile. İşler hakkında onlarla müşavere et. Bir kerre de azmettin mi artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak Allah, tevekkül edenleri sever.» (Al-i İmran suresi: 159)Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz Hâdis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor: "Allah’u Teâlâ’ya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. Kuşlar, sabah mideleri boş, aç gider. Akşam mideleri dolmuş, doymuş olarak döner." (Hâdis-i şerif-İhya) Ya Ebâ Hüreyre! Allah'tan başka hiçbir şeye ümit bağlama! Allah'a tevekkül eyle! Bir arzun varsa, Allah’u Teâlâ hazretlerinden iste! Allah’u Teâlâ’nın âdet-i İlâhiyyesi (işi, kânunu) şöyledir ki; Her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra. Allah’u Teâlâ’nın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibarettir. (Hâdis-i şerif-Ey Oğul İlmihâli)
Ahmed Fârûkî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Sebeplere yapışmak, tevekküle mâni değildir. Bilakis sebeplere yapışmak, sebepleri araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:
Tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül olunur. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için tevekkül olunur.
Suhl bin Abdullah (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:
Tevekkülün alâmeti üçtür: Kimseden bir şey istememek (dilenmemek).Verileni reddetmemek. Ele geçeni biriktirmemek.
Bişr-i Hafi (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:
Allah’u Teâlâ’ya tevekkül ettim diyen kimsenin; Cenâb-ı Hakk’ın, kendisi hakkındaki muamelesine, yani takdir ettiği şeylere, başına gelen sıkıntı ve musibetlere de razı olması lâzımdır. Aksi takdirde, yalan söylemiş olur.
TEVESSÜL: Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesile, sebep yapmak.Allah’u Teâlâ’nın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hatırı, hürmeti için" diyerek dua etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstigâse ve Teşeffü' de denir.
İSTİGÂSE: Şefaat dileme, yardım isteme; Allah’u Teâlâ’dan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve Evliyayı, sevdiği kullarını vesile ederek (araya koyarak) isteme, yalvarma, dua etme.
Allah’u Teâlâ, ayet-i kerimede mealen buyurdu ki:
«O vakit siz Rabbinizden yardım diliyordunuz. O da: «Ben işte ardarda bin melekle size yardım ediyorum» diye duanızı kabul buyurmuştu.» (Enfal suresi: 9)Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) Hâdis-i şerif’inde şöyle buyuruyor: "Kıyamet günü insanlar, önce Âdem ile sonra Musa ile ve sonra Muhammed (Aleyhimüsselâm) ile İstigâse ederler." (Hâdis-i şerif-Sahîh-i Buhârî)Yûsuf Nebhânî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: İstigâse olunan, yardım istenilen yalnız Allah’u Teâlâ’dır. Ancak Peygamberler, veliler, Salih kullar ve benzerleri vasıtadır, vesiledir (sebeptir). İstenilen şeyi yaratan, icat ederek yardım eden ise yalnız Allah’u Teâlâ’dır.
TEŞEFFÜ': Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya Evliyayı vesile ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allah’u Teâlâ’ya yalvarma, duâ etme, isteme.
VESİLE: Kişiyi Allah’ Teâlâ’ya yaklaştıran, Allah’u Teâlâ’nın nezdinde (katında) yakınlığa ve hacetlerin yani ihtiyaçların giderilmesine sebep olan her şey.
Allah’u Teâlâ, ayet-i kerimede meâlen buyuruyor ki:
«Ey iman edenler; Allah'tan korkun ve O'na yaklaşmak için vesile arayın. O'nun yolunda cihad edin ki, felaha eresiniz.» (Maide suresi: 35)
İbn-ül-Cezerî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Duanın kabul olması için; Peygamberleri ve Salih (makbul, kıymetli) kulları vesile etmelidir.
Senâullah Dehlevî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: İbadetler, dualar, mübarek zatlar, Allah’u Teâlâ’nın rızasına kavuşmak için hep vesiledirler.
Peygamber Efendimiz (sav: "Allahümme innî es'elüke bihakkıs sâilîne aleyke" Yani "Yâ Rabbî! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum" diye tevessül eder ve böyle duâ ediniz buyururdu. (İbn-i Mâce) Hz. Ömer bin Hattâb radıyallahü anh: Kıtlık olduğu zaman Peygamber (sav) Efendimizin amcası hazret-i Abbas ile tevessül etti. Yani onu vesile ederek Allah’u Teâlâ’dan yağmur istedi: "Ya Rabbi! Kıtlık olduğu zaman, Rasûlullah (sav) Efendimizle sana tevessül ederdik.Sen bize yağmur verirdin. Şimdi sana, Rasûlullah (sav) Efendimizin amcası ile tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsan et." diye dua edince, Allah’u Teâlâ onlara yağmur verdi. (Buhârî) Muhammed. Sıddîk Gümüş (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Yüzyıllardır, doğru yolda olan Müslümanlar, Allah’u Teâlâ’nın sevgili kullarını vesile ederek dua etmişlerBöylece arzu ve isteklerine kavuşmuşlar, sıkıntılardan kurtulmuşlardırDuanın kabul olması haram lokma yememeğe bağlıdır. Bu ise, ancak Cenâb-ı Hakk'ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü olsun, diri olsun Allah’u Teâlâ’nın sevdiklerini araya koyarak yapılan duâ, onların bereketiyle ve hatırları için kabûl olmaktadır. Daha önce yapılmış olan Sâlih (iyi) ameller ile de tevessül yapılır.
Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'sinde buyurur ki: «O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış.Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.» (Al-i İmran suresi: 159)
İnsan; Gücünün yettiği şeyi önce istişare etmeli ve ondan sonra yapmalıdır. Bir insan gücünün dâhilinde olmayan şeyi Cenâb-ı Hakk'a tefviz etmelidir ki, bu tevekkül demektir.
Kul ekip biçiyor ve kendi yapması icap eden nadası yapıyor. Fakat yağmur yağdırmaya kudreti olmadığı için Cenâb-ı Hakk'tan istiyor. Sebeplere tevessül, tevekküle mâni değildir.
Aile sahibi olan ve misafiri gelip giden kimsenin bir senelik erzakı depo etmesi tevekküle mâni değildir. Bugün rızkını yiyerek yarını düşünmesen o da tevekküldür.
Keşif-Keramet:
Evliya-i kiram'ın; Birçoklarından keşiflerin kerametlerin zuhuru tevatür ile sabit olduğu halde, daha yüksek makamda bulunan bir hayli Evliya-i izam’dan bir keramet zuhur etmediği mervîdir. Bunun sebebi ise kesbi ilimden ziyade Ledünni ilim ile peygamberlere vâris bulunan Evliya-i kiram'ın üç suretle zuhura gelmiş olmalarıdır:
Birincisi: Aleyhisselât-ü vesselâm Efendimizin Sehm-i Nübüvvetine vâris bulunan.Zatlardır ki; Vazifeleri yalnız kulları irşad, nefis ve şeytana mağlup olan biçarelere manen ve maddeten biiznillah-i Teâlâ imdat eylemekten ibarettir. Bu gibi zevata kerametin lüzumu yoktur.
İkincisi: Aleyhisselât-ü vesselâm Efendimizin Sehm-i velâyetine vâris bulunan zâtlardır. Bunların vazifesi; Huzur-u daimide bulunmak, Muhabbetullah, zikrullah ile hane-i kalblerini tenvir ve Hakk ve hakikatten gayri masivadan tenvir eylemekten ibarettir. Mamafih makamları, birinci zevatın makamına vasıl olamaz. Çünkü Nübüvvetin makam ve vazifesi, velâyetin makam ve vazifesinden daha âlidir.
Üçüncüsü: Aleyhisselât-ü vesselâm Efendimiz Hazretlerinin Sehm-i Nübüvvet ve Sehm-i velâyetlerinden nasip almış ve bu suretle Sehm-i Nübüvvete varis olmuş bulunan zevât-ı kiramdır.
Sırası gelmiş iken şunu da arz ve ilave edelim ki; Evliyaullah-i Teâlâ'nın şan ve şerefini keşifleriyle, kerametleriyle takdir eylemek doğru olmaz. Zira bütün kutubların sertacı bulunan Ashâb-ı kiram'dan, takriben üç beş meseleden başka keramet rivayet olunmamıştır.
Denilmiştir ki; Yeryüzü hâli değildir, eğer hâli olsa, ehl-i zikir ve Ehlullah bulunmamış olsa, ahval-i arz münkalip olur, bozulup değişir. (Hâlî: Boş. Tenha.)
NÜBÜVVET: Peygamberlik; insanları Allah’u Teâlâ’nın beğendiği yola kavuşturmak.Onlara doğru yolu göstermek için Allah’u Teâlâ tarafından seçilmiş kimselere verilen peygamberlik vazifesi.
Nübüvvet Yolu: Tasavvufta insanları Allah’u Teâlâ’nın sevgisine, rızasına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Veli bir zatın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebep ve vasıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan. Yani Rasûlullah (sav) Efendimizden. Alındığı yol. Allah’u Teâlâ’nın rızasına kavuşturan ikinci yol, vilâyet yolu (sülûk yoludur.)
Abdullah-ı Dehlevî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Nübüvvet yolu aslın aslına kavuşturur. Ashâb-ı kiram bu yoldan kavuştular.Sonra gelenlerden pek az kimse de bu yoldan maksada ermiştir.İmam-ı Rabbanî hazretleri (nübüvvet yoluyla vasıl olmuş, kavuşmuştur.
VİLÂYET (Velâyet): Evliyalık, velilik makamı, Allah’u Teâlâ’ya yakın olma, gafletten uzak bulunma.
Muhammed Bâki-billah (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Vilâyetin hâsıl olması için, harikaların, kerametlerin meydana gelmesi lâzım değildir.Din âlimlerinin harikalar göstermesi lâzım olmadığı gibi, evliyanın da harikalar göstermesi şart değildir.Abdülhak-ı Dehlevî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Vilâyete kavuşmak için mâsivâyı (Allah’u Teâlâ’dan başka şeyleri) kalbden çıkarmak lâzımdır. Tasavvuf büyüklerinin hepsi Ehl-i sünnet idi. Bid'at sahiplerinden (bozuk, sapık kimselerden) hiçbiri, Allah’u Teâlâ’nın Marifetine (O'nu tanıma şerefine) yaklaşamamıştır. Vilâyet nurları bunların kalblerine girmemiştir.Muhammed Masûm (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Evliya, vilâyetten, muhabbetten, Marifet’ten ve Kurb-i ilâhîden (Allah’u Teâlâ’ya yakın olmaktan) kazandıkları her şeyi, peygamberlere tâbi olmak sayesinde elde ederler.Bu yolun dışı dalâlet (sapıklık) yoludur. Vilâyet Yolu: Bir vasıtanın yani yetişmiş bir velinin yol göstermesi lâzım olan, insanı.Allah’u Teâlâ’ya kavuşturan evliyalık yolu.İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Vilâyet yolundan vasıl olanların (kavuşanların) önderi ve en üstünleri ve ötekilere vasıta olanı Hazret-i Ali Murtezâdır (k.r.v). Bu yoldan gelen feyiz’lerin kaynağı odur.
Fudayl ibn Dükkîn (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:
Bütün peygamberlerin eshâblarının hepsinin nefsleri Mutmainne olmuş yani iman etmiştir. Böyle nefsin iman etmesi ya tasavvuf ve vilâyet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bidatlerden kaçanlara nasip olur.
Vilâyet-i Âmme: İslâmiyet'in yalnız sûretine uyanların kavuştuğu evliyâlık makâmı.
İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Vilâyet-i Âmme’ye kavuşanlar tasavvuf yolunda ilerleyerek Vilâyet-i Hâssaya (seçilmiş olanların evliyâlığına) kavuşabilirler.
Vilâyet-i Hâssa: Tasavvufta, nefsin iman ve itâate geldiği ve bütün ibâdetlerin hakîkî ve kusursuz olduğu makam.
İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Kulun dileği ve isteği sadece sahibi ve sahibinin dileği olmalıdır.Başka hiçbir dileği bulunmamalıdır.Böyle olmazsa, kulluk bağını koparmış, kölelikten kaçmış olur. Allah’u Teâlâ’ya kul olmak nimetine kavuşmak.Ancak Vilâyet-i Hâssa hâsıl olunca ele geçer.
Vilâyet-i Kübrâ: Vehimden ve hayâlden kurtulma makâmı.Bu vilâyete, Vilâyet-i Enbiya da denir.
Vilâyet-i Muhammediyye: Peygamber Efendimizin (sav) kendine mahsus vilâyetle birlikte bütün peygamberlerin vilâyetlerini (Evliyalık derecelerini) kendisinde toplamış olması.Vilâyet-i Mustafaviyye de denilir.
Hâce Behâeddîn Buhârî Nakşibendî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Peygamberlerden birinin vilâyetine kavuşmak, Vilâyet-i Muhammediyye'nin bir parçasına kavuşmaktır.
Vilâyet-i Sugra: Vehimden ve hayalden kurtulamadan ilerlenen Evliyalık yolu.Buna Vilâyet-i Evliya da denir.
İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Vilâyet-i Sugra’da, vehm’den ve hayalden kurtuluş yoktur. Vilâyet-i Kübrâ’da vehm’den ve hayâlden kurtuluş vardır.
Keramet İzharı Câiz Midir?
Enbiya üzerine izhar-ı mucize vacip olduğu gibi, Evliya üzerine de kerametin gizlenmesi vaciptir denilmiştir.
Sebebi ise, Enbiya Aleyhisselâm kendinden evvel gelen nebinin kavminin dinini nesh ettiğinden, ecdadının dinine döndürmek müşkil olacağından, onun için Enbiyaya izhar-ı mucize istihsanen vaciptir. Veli ise; Hatem-ül Enbiya -Sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin vekili demek olacağından, onların vazifesi Kitabullah'ın ahkâmını tebliğ olup, ümmetin Kur’an ile amel etmesi ve imanlarının kuvvetlenmesi için izhar-ı keramete lüzum yoktur.Çünkü bir kavmi dininden döndürmek müşkil olacağından mucize lâzımdır.Evliya ise izhar-ı keramete lüzum yoktur.
Hatem; Bir hüküm ve kararın altını mühürlemek ve başka bir hüküm ve karara lüzum ve imkân kalmadı demektir. (Hatem: Mühür, son.)
Sahib-ül Kur’an olan Peygamberimiz -Sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de. Hatem-ül enbiyadır. Ondan sonra bir nebi gelmez. Veli ise; Verese-i enbiya olmakla her zaman mevcut ve Kur'an ile hüküm ve ameli emreder.
Riyazetle Elde Edilen Keşif Menkıbe:
Bir tarihte bir Hıristiyan riyazatla keşf elde etmiş. Sonra bir İslâm memleketine gelerek sihirbazlıkla halkı kandırmaya başlamış. Ehl-i halden biri; “Ben bunu Müslümanların başından temizleyeceğim.” demiş.Silahını almış, gelip kapısını çalmış. İçeriden adam:
“Ne istersin?” Diye sormuş. “Aç kapıyı seninle görüşeceğim.” Diye cevap vermiş.“Ben seninle görüşemem. Zira sende su-i kast niyeti var, açmam.” Demiş.
Kalbinde tuttuğu ve Cenab-ı Allah'tan gayrı kimsenin vâkıf olmadığı bir şeyden bahsetmesi daha ziyade merakını mucib olduğundan, herhalde görüşmeden gitmek istememiş.
Onun üzerine: “Bana kapıyı ne suretle açarsın?” Diye sormuş. O da: “Eğer sen niyetini değiştirirsen açarım.” Demiş. “Niyetimi değiştirdim.” Deyince kapıyı açmış.Ona sormuş ki:“Sen bu keşfi nasıl elde ettin?” O da: “Ben Hıristiyan’ım. Bu keşfi riyazatla elde ettim, yalnız nefsim neyi arzu ettiyse ben yapmadım. Bütün mevcudiyetimle muhalefet ettim, bu keşfe nail oldum.” demiş.
O zat da demiş ki: “Mademki sen ne buldunsa nefsine muhalefetten buldun, öyleyse bu halini bir hakikata raptetmek lâzım. Bir kere de İslâmiyeti nefsine teklif et, razı olacak mı?” Demiş. O da: “Nefsime teklif ettim, razı olmuyor.” Demiş.
Yine o zat da cevaben: “O halde senin keşfinin sahih olması için İslâmiyeti kabul etmen şarttır.” Demiş. O Hıristiyan hakkı teslim ederek şeref-i İslâm ile müşerref olmuş.
İşte bazı kimseler, şer-i hakiki rehbersiz riyazat yaparak, gördükleri hâli, şer-i şerif hilafına olduğu halde keramet zannederek çıkmaz ve batıl bir itikata kapılıp, İstidrac kabilinden olan süfli ve şeytanî hallere aldanarak helâk ve hüsran-ı ebedîye düçar oluyorlar.Salikin haline göre “Kalk, uyu!” emri verildiği gibi, Evliyaullah da zamanı gelinceye kadar hizmet ve zahmetle emrederler.
Nitekim: “Bizi bidâyet halimizle gören Sıddık zanneder.Nihayet halimizle gören de zındık zanneder.” (Bidâyet: Başlangıç. İlk önce. Evvel. Ve ilk olarak)
Bidayet halinde “Kalk!” emri verilir. Nefis ile mücadele için geceleri kalkar, ibadet ve taatte bulunur. Nefis. Tezkiye oldumu: "Nefsin senin bineğindir. Ona rıfk ile muamele et!" Hadis-i şerif'inde buyrulduğu vechile “Uyu!” emri verilir.
Bağdat'ta Müfessir Âlusî'nin oğlu. Numan. Efendi. vaaz ederken:
«De ki: «Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.»Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.» (Neml: 65)
Ayet-i Celile’siyle istidlal ederek kerameti inkâr etmiş. Cemaat arasında bulunan ehl-i hâl bir zat demiş ki:
“Bu Ayet-i celile kerametin sübutuna delildir. Çünkü El-gayb'da elif lâm yani harf-i tarif, istiğrak içindir. Manası; Gaybın küllisini ancak Allah-u Teâlâ bilir. Lakin dilerse bazı cüziyyatını kuluna bildirir.” Demektir. Zira kaidedir: “Salibe-i külliye, mücibe-i cüziyyeyi selb etmez.”
Bu kaideye göre Ayet-i Celile’de beyan edildiği vechile:
«Melekler: «Seni bütün eksikliklerden tenzih ederiz Ya Rab! Bizim için, senin bize bildirdiğinden başka bilgi mümkün değildir. O her şeyi bilen hüküm sahibi sadece Sensin Sen!» dediler.» (Bakara: 32)
Sahabeden birisi:
“Ya Rasûlullah! Bu Ayet-i Celile’ye siz de muhatap mısınız?” diye sual edince. Peygamber -Sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Evet." buyurmuştur.
Bütün Enbiya ve Evliyanın ilmi, Hakk Celle ve Alâ Hazretlerinin ilmine nispetle bir nokta kadar bile değildir.
Nokta Kadar Bir İlim Menkıbe:
Evliyaullah'tan birisi fakir kıyafetiyle gezerken bir camiye gitmiş. Bir hoca azametle vaaz edermiş. Kendisinde bir varlık hisseder, ilmine gururlanırmış. Vaazı hitamında o zat; Hocanın yanına vararak bir sual soracağını söylemiş.
“Cenab-ı Allah'ın ilmine nispetle bütün Enbiya ve Evliyanın ilmi ne nispettedir?” demiş. Hoca: “Bu nasıl sual? Hiç nispet kabul etmez.” demiş.
Sonra orada rahle üzerinde bir büyük kâğıt varmış. Üzerine bir nokta koyarak: “Bu kâğıda nispetle bu nokta nasıl?Yani Cenâb-ı Allah'ın ilmini bu kağıdın büyüklüğü nispetinde farzetsek, bütün enbiya ve evliyanın ilmi bu nokta kadar nispet olunabilir mi?” demiş. Bunun üzerine fakir:
“Bilcümle enbiya ve evliyanın ilmi Cenâb-ı Hakk'ın ilmine nispetle nokta kadar olmadığına göre senin ilmin bu noktanın içinde ne kadardır?” Diye sual edince vaiz kızarak:
“Hadi şuradan!” diye onu kovmuş. Sonra sorulan sualin bir hikmet tahtında olduğunu anlamış. İşte vaaz ve nasihatte, gurur ve azamet lâyık değildir.
Nefis ve Ruh Sahası:
Keşif ikidir: 1- İyanî. 2- Vicdanî.
Selef-i sâlihin zamanında erzak şüpheli olmadığından keşif, İyanî olurdu.Hal-i hazırda ise ekseriyetle rızık şüpheli olduğundan keşif vicdanîdir.
Keşf-i vicdanî; Âmânın hamamda bulunup hisleriyle hamamı keşfi gibidir. İyanî keşif ise; Sağlam gözlünün hamamı hem görerek hem de hissederek keşfetmesi gibidir. (İyanî: Ayan olana ait, aşikâr ve belli olana dair.) Vicdanî: (Vicdaniyye) Vicdanla, kalbî his ile ilgili.Kendinden geçip dalmakla ilgili.
Tarikatta iki saha vardır:
1- Nefis sahası.
2- Ruh sahası.
Nefis sahasında; İnsan hiddet eder, masivadan geçemez. Ruh sahasında; Masiva kâmilen sükût eder, kalb ancak Cenâb-ı Hakk'a Merbût olur. Fakat eskisinden daha rahim olur. (Merbût: Bağlı, irtibatlı.)
Seyr-i afakî; Rüyada görülen zuhurat. Seyr-i enfüsî; Yakaza uyanıklık. Halindeki zuhurattır.
SEYR: Tasavvuf yolunda ilerleme.
İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Başka tarikatlarda seyre nefsin tezkiyesinden yani temizlenmesinden başlanır.Cesedi temizlerler. Bundan sonra âlem-i emre sıra gelir. Bizim yolumuzda ise, Seyr kalbden başlar. Kalb de âlem-i emirdendir. Bunun içindir ki, başkalarının yolunun sonu bizim büyüklerimizin yolunun başında yerleştirilmiştir.
Seyr-i Afakî: Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin; ilminin, bilgisinin ve kendi ihtiyârı (dilemesi, istemesi) olmaksızın dış âlemde ilerlemesi. İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Seyr-i Afakî’de kötülüklerden temizlenmek ve Seyr-i enfüsîde iyi ahlâk ile ahlâklanmak vardır.
Seyr-i Anillah-i Billâh: Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inme. Tasavvufta nihayete (maksada). Ulaşan velinin. Geri dönmesi. Ve mahlûkları. Bilmeğe kadar. İnmesi. Muhammed Baki-billah (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:
Seyr-i Anillah-i Billâh ve Seyr-i fil-eşya (velinin geri döndükten yani yol gösterip sonra eşyanın bilgilerine tekrar vâkıf olması) başkalarını irşâd edip kemale getirmek içindir.
Seyr-i Enfüsî: Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi, kötü huylardan temizlenen nefsin, iyi huylarla bezenmesi, süslenmesi.
Abdülkâdir-i Geylânî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: İnsan her şeyi, kendini sevdiği için sever. Çocuğunu, malını sevmek onlardan istifade edeceği içindir. Seyr-i Enfüsîde, insanı, Allah’u Teâlâ’nın sevgisi kaplıyarak, insan, kendini sevmekten kurtulduğu için evlat ve mal sevgisi de bununla beraber yok olur. O hâlde Seyr-i Enfüsî muhakkak lâzımdır.
Ebû Saîd-i Harrâz (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Seyr-i afakî (kendinin dışında ilerleme) insanı matlûbdan (aranılandan) uzaklaştırır;Seyr-i Enfüsî ise insanı, matluba kavuşturur.
Seyr-i Fil-Eşya: Tasavvufta nihayete kavuşan bir velinin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyanın bütün bilgilerine yeniden sahip olması.Muhammed Baki-billah (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Seyr-i fil-Eşya, davet makamını elde etmek içindir.Davet makamı, Peygamberlere mahsustur.
Seyr-i Fillah: Allah’u Teâlâ’nın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme. Allah’u Teâlâ’nın beğendiği ve razı olduğu şeylerde fani olma (yani O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri kendine sevgili olmak).
Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Allah’u Teâlâ’ya kavuşmakta zulmet perdelerinin kalkması için mahlûkların hepsini aşmak, yani Seyr-i Afakîyi ve Seyr-i Enfüsîyi tamamlamak lâzımdır. Nurdan perdelerin aradan kalkması için de Seyr-i Fillah gerekir. Seyr-i İlallah: Allah’u Teâlâ’ya doğru olan yolda ilerlemek, manevî ilimde durmadan yükselmek. Seyr-i Afakî (kötü hâllerden kurtulma) ve Seyr-i Enfüsî (iyi hâllerle süslenmeyi) içine alan Tasavvuf yolculuğu.
Abdülhakîm bin Mustafa (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:
Seyr-i İlallah ve Seyr-i Fillah yani Allah’u Teâlâ’nın beğendiği şeylerde fani olma hâsıl olmadıkça, tam ihlâs (her işini yalnız Allah’u Teâlâ’nın rızası için yapma) elde edilemez. Muhlislerin (ihlâs sahiplerinin) olgunluğuna kavuşulamaz.
Seyr-i Murâdî: Murâdların, seçilmişlerin Allah’u Teâlâ’nın lütfu ve ihsanı ile çekilerek kavuştukları yol.
Muhammed Behâeddîn-i Buhârî Nakşibendî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar:Tasavvuf yoluna girip ilerlemek, yol gösteren rehberi sevmeğe bağlıdır.Seyr-i Murâdî ile ve kuvvetle çekilerek vilâyetin (Evliyalığın) yüksek derecelerine kavuşturulan bu rehberin bakışları, kalb hastalıklarına (kalbin Allah’u Teâlâ’dan başka şeylere tutulmasına) şifadır.Onun teveccühü yani sevgisine kavuşmak, manevî hastalıkları giderir.
MURÂD: 1. İstenilen; arzu edilen şey.Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz Hâdis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz sefere çıkmak murâd ettiğinde kardeşlerine (veda edip) selâm versin.Zira Allah onların duaları sebebi ile o kimsenin hayrını artırır." (Hâdis-i şerif-İbn-i Mâce) "Allah, bir kula zilleti murâd ettiğinde, ona malını, binada, suda ve çamurda harcatır." (Hâdis-i şerif-Râmûz-ül-Ehâdîs) Hâdimî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: İlim öğrenmeli ve faydalı işler yapmalıdır. Ahlâkı bozan kitapları okumamalı, zararlı yayınlardan uzak durmalıdır. İyi huyların faydaları ve haramların zararları ve Cehennem'deki azapları hep hatırlanmalıdırMal, Mevki arkasında koşanlardan hiçbiri muradına kavuşamamıştır.Malı, Mevki yi hayır için arayan ve hayır işlerinde kullanan rahata huzura kavuşmuştur.
2. Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allah’u Teâlâ’nın yardım ve dilemesi ile yüksek makamlara kavuşanlar.(Seçilen çekilenler, istenenler) Tasavvuf yolunun salikleri, yolcuları.
İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Murâd olunanların başı ve sevilenlerin önderi Muhammed Aleyhisselâmdır.
Şihâbüddîn Sühreverdî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Tasavvuf yolunda bulunanlar ya Mürid olurlar, ya Murâd olurlar. Müridler; Allah’u Teâlâ’ya yakınlık derecelerine ulaşmak için riyazetler ve mücâhedeler çekerler (Nefsin isteklerinden kaçınıp istemediklerini yapmaya çalışırlar). Muradları ise; Nazlı, nazlı okşıyarak götürürler ve sıkıntı çektirmeden yakınlık derecelerine ulaştırırlar. Ali Sincârî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Murâd olanlar sevilirler, davetlidirler, çekilirler ve yükseltilirler. Onun için Murâdlar çok kıymetlidirler. Murâd olanların başı ve sevilenlerin önderi Muhammed Aleyhisselâmdır.Seyr ve Sülûk: Tasavvuf yolculuğu, Tasavvuf yolunda ilerlemek. İmam-ı Rabbanî (k.s) hazretleri bu konuyu şöyle açıklamışlar: Seyr ve Sülûktan maksat, nefsi kötü huylardan ve çirkin sıfatlardan temizlemektir.Bu çirkin sıfatların başı nefse düşkün olmak ve onun arzularına, isteklerine tutulmaktır.
<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
Rasûlullah Efendimiz’in (sav) Duası:
«Ya Rabbi bana kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni senin sevgine.Yaklaştıracakların sevgisini ihsan eyle ve kendi sevgini bana, hararetten, susuzluktan yananların soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl.» Hadis-i şerif. Âmin. İnşâallah
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rabbim bizi ve bütün ümmeti Muhammed'i kendisinden isteyen ve dileğine nail olan, nimetlere kavuşan ve kavuştukları nimetlere şükürden ayrılmayan, sağlam bir iman ile Zikreden bir kalb Ve hayatını sünneti seniyyeye ile rızayı ilahi ye göre sürdüren, son nefesinde iman ile ruhunu teslim eden kullarından eylesin. Âmin. İnşâallah ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Kaynak: Silsile-i Sâdât -33- ŞEYH MUHAMMED ES’AD ERBİLÎ
(Kuddise Sırruh) -40- Ahmet BERK. == Dini. Sözlükten. İstifade edilmiştir.