Hızırbey

Hızırbey Haber Portalı

15:13, 26 Aralık 2024 Perşembe
ŞEVKAT TOKADI
ŞEVKAT TOKADI

ŞEVKAT TOKADI

“Mümin kul hasta olunca yahut sefere çıkınca, Allah’u Teâlâ (c.c) ona, sıhhatli, ya da mukim iken olan amellerinin misli kadar sevap yazmayı meleklerine emreder.”


ŞEVKAT TOKADI

Müminlerin hayatları boyunca karşılaştıkları her olay, her durum ve başlarına gelen her şey muhakkak bir hikmet üzere olur. Hiçbir şey tesadüfî değildir. Yaşadığımız her an kader-i İlahiye’ye göredir ve düşünebilenler ve akledebilenler için daima hayırlıdır.
İnsan zayıf olarak yaratılmıştır, birçok eksikliği vardır; Unutabilir, yanılabilir, gaflete düşebilir, hata yapabilir. Bunlar her ne kadar ilk bakışta kötü şeylermiş gibi gözükse de, inananlar için her şeyde bir hayır vardır ve bunu ancak görebilen bir göz görür. Bizim musibet sandığımız bir şey sonunda büyük bir hayra dönüşebilir. Bu yüzden, sabırla, tevekkülle Cenabı Allah'a (c.c) teslim olup kaderimizi seyretmeli ve her şeyden bir ders almayı bilmeliyiz.
Bediüzzaman'ın (k.s), karşılaştığı olaylarda hep Kuran-ı Kerim ile değerlendirmeye ve ona göre bir sonuç çıkarmaya dikkat ettiğini görüyoruz. Bir olay ile karşılaşıldığında "Bu da nerden çıktı? " değil de "Bunun hikmeti nedir? " demek gerekir.
Cenab-ı Allah'ın (c.c) müminler üzerinde sürekli koruması tecelli eder. Samimi ve vicdanlı, daima Allah'a (c.c) yönelip dönen müminler; Bazen yanlış bir yola sapabilirler veya yaptıklarını yeterli görüp daha fazlasını yapamayabilirler, ya da nefisleri adına bir hareket yapabilirler. İşte bu gibi durumlarda Cenab-ı Allah (c.c) hemen bir ikaz gönderir. Belki az şükrediyorsa, bir hastalık ile hem aczini, hem sağlığın nasıl bir nimet olduğunu anlamasını sağlar. Öyleyse her musibetin bir hikmeti vardır. Zahiren musibettir, batında hayırdır, hikmetlidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Allah’u Teâlâ (c.c) kime iyilik dilese, ona dert ve hastalık gönderir.”

“Mümin kul hasta olunca yahut sefere çıkınca, Allah’u Teâlâ (c.c) ona, sıhhatli, ya da mukim iken olan amellerinin misli kadar sevap yazmayı meleklerine emreder.”

“Mümine gelen bir dert, sıkıntı, hastalık ve üzüntü, onun küçük günahlarına kefarettir.”

“Sabahleyin, bir Müslüman hastayı ziyaret eden Müslüman’a, yetmiş bin melek, sabahtan akşama kadar mağfiret dilerler. Akşam hastayı ziyaret ederse, yetmiş bin melek onun için sabaha kadar mağfiret dilerler ve onun için Cennette bir bahçe olur.” Buyurmuşlar.

Ancak şu hususa çok dikkat etmemiz gerekir: Hastayı ziyaret etmek sünnettir ama hastanın yanında uzun oturmak bidat’tir.

Bediüzzaman (k.s) şefkat tokadı için "Hizmette halisane çalışanlara fütur geldiği vakit şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler. " diyor. Kendisi hakkında ise şöyle söylüyor:"Her ne vakit hizmette fütur verir, "neme lazım " deyip hususi, nef-sime ait işlerle meşgul olduğum zaman tokat yemişim. Hem de kanaatim geliyor ki ihmal-imden tokat yedim.Çünkü hangi maksadım beni iğfale sevk etmişse onun aksi ile tokat yedim... "

Allah’u Teâlâ Kuran’ı Kerimde şöyle buyuruyor: "O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz sizin (yararınız) için ondan razı olur. " (Zümer Suresi- 7)

Ayet-i kerime'de gördüğümüz gibi Cenab-ı Allah kulları yani kulluk görevlerini yapan müminler için küfre rıza göstermez. İşte bu yüzden şefkat tokatı, gaflete düşme, hata yapma veya nefsine uyma gibi yanlışlıklar içine giren ancak arınmaya niyetli olan müminler için bir ikaz ve doğruyu bulduran bir rahmettir. Şefkat tokatı, müminin hatasını anlaması, yanlışını düzeltmesi için bir vesiledir.Bu, Cenab-ı Allah'ın müminler üzerinde bir rahmetidir.

Ancak başa gelenin bir tokat olduğunu anlayabilmek gerekir, bunun için de gerekli olan kavrayış ve anlayış müminde vardır. Sonuçta yapılan yanlışı fark etmek vakit geçirmeden düzeltmek önemlidir. Fakat daha makbul olanı bir şefkat tokadı gelmesini beklemeden doğruyu bulabilmek ve onu yapmaktır.

www.serapakincioglu.com/kitaplar/nurayonelis/sa sevkattokadi. html - 9k -

BELÂLARIN MANEVÎ SEBEPLERİ:

prof. dr. Mahmud Esad Coşan (rh.a)

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Peygamber (sav) Efendimizden Sevban (r.a) tarafından rivayet edilmiş bir hâdis-i şerifle başlamak istiyorum. Üç hadis-i şerif okumak niyetindeyiz. Üçü de insanın başına gelen olayların manevî mahiyeti, esrarı, neden olduğuna dair manevî sebepleri anlatan hadis-i şerifler olduğu için seçtik bunları... Önce birinci hadis-i şerifin metnini okuyalım, "Bismillâhir-rahmânir-rahîm" diyerek:

a. Günahın Cezâsı veya İmtihan

370/12 (Mâ esâbe abden musîbetün femâ fevkahâ illâ bi-ihdâ hulleteyni bi-zenbin lem yekünillàhu liyağfira lehû illâ bi-tilkel musîbeh, ev bi-derecetin lem yekünillàhu liyebluğahû iyyâhâ illâ bi-tilkel-musîbeh) Sadaka rasûlullàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Bu hâdis-i şerifte; hani insanların, toplumların başına çeşitli olaylar geliyor, bunlar Allah'ın (c.c) takdiri, mukadderat... Alın yazısı diyoruz Türkçe olarak. Bunlar Allah'ın (c.c) yazdığı kader yazısı. Tabii biz hepimiz Müslümanlar olarak biliyoruz ki, dünya bir imtihan yeridir, Allah (c.c) bizi imtihan ediyor. "Nasıl kulluk edeceğiz, iyi miyiz, kötü müyüz? İyi mi davranacağız, kötü mü davranacağız?Allah'ın (c.c) rızasına uygun, güzel, faziletli, erdemli mi hareket edeceğiz; yoksa şaşırıp, sapıtıp, bozulup eğri büğrü mü hareket edeceğiz?" Diye Allah (c.c) imtihan ediyor.

Bize göre hayat bir imtihan olduğuna göre, başımıza gelen olaylar da bu imtihanın çeşitli soruları olmuş oluyor. Bu soruların karşısında vereceğimiz cevaba göre, bu imtihanın sonucu belli olacak. Yani geçeceğiz veya kalacağız, başarılı veya başarısız olacağız.Mükâfat alacağız, ödül alacağız, ya da kötülük işleyen insanlar cezaya uğrayacak.Temenni ediyorum ki hiç biriniz cezaya, ikâba, azaba uğramasın...

Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor ki: (Mâ esâbe abden musîbetün femâ fevkahâ) "İnsanoğluna bir musibet veya bundan daha fazlası. Yani küçük bir şey veya daha büyük bir şey, tek bir olay ya da bir sürü olaylar isabet etti mi, --başım dertten kurtulmuyor, dediği gibi bazı insanların-- bunun manevî bir sebebi vardır." Neden insanın başına bu olay geldi?.. (İllâ bi-ihdâ hulleteyn) "İki sebepten olabilir bu olayın insanını başına gelmesi:

Bir sebep: (Bi-zenbin lem yekünillàhu liyâğfira lehû illâ bi-tilkel-musîbeh) Bir günah işlemiştir o günah sebebiyle başına bu musibet geliyordur." Ama Allah (c.c) yine kulunu dünyada musibete uğratarak, dünyada başına musibet vererek, işlediği günahın cezasını dünyada çektirip kurtarıyor. Yani bu musibet dolayısıyla, Allah (c.c) âhirette azab çekmekten, cehenneme düşmekten kurtaracak, işte bu dünyada çektiğiyle kalacak; yüzü çizildi, parmağı incindi, ayağı burkuldu veyahut daha başka bir sıkıntı... vs.

İlâhî kanunda iki defa cezalandırma yok; dünyada cezalandırırsa âhirette cezalandırmaz. Meselâ, hadd-i şer'î diyoruz, yani şeriatın verdiği cezâ... Diyelim bir insan bir suç işlemiş, onun karşısında şeriat bir ceza kaydetmiş, mahkeme yazmış bu cezayı, cezaya çarpılmış.Hem bu dünyada cezaya çarptırılıp, hem de aynı suçtan dolayı âhirette bir başka cezaya çarpılmak olmadığını, iki defa cezalandırılmadığını Peygamber Efendimiz (sav) bildiriyor.

Demek ki, insanın başına bu dünyada bir musibet gelirse bir günahına kefaret olacak. Allah (c.c) o günahının dünyada iken silinmesini sağlamak için, o musibeti başına musallat etmiştir de, bu musibet ondan başına gelmiştir, günahı affolacaktır. Tabii kendisi bir günah işlemiştir, ama bu dünyada böyle bir musibetle affolması bir kaç bakımdan iyi:

1. Âhirette ki cezalar, cehennem azabı, ikâbı çok fazla olduğundan dünya böyle gelip geçici bir şey, o iyi.

2. İnsan dünyada bir musibete uğrayınca aklını başına toplar. "Haa, ben Allah'ın (c.c) rızasına aykırı bir iş yaptım, Allah (c.c) başıma bir musibet verdi. Tövbe ya Rabbi, ben bir daha bu suçu artık işlemem!" diye, bir de akıllanmasına sebep olur.

Onun için bazı âlimler, böyle dünyada insanın başına gelen belâlara, musibetlere şefkat tokadı diyorlar. Yani terbiye tokatı. Allah (c.c) terbiye etmek için bir tokat vuruyor da, sonunda o suçu bir daha işlemeyecek, hayatı boyunca rahat edecek.Çocukları bazen böyle terbiye ederler ya, onun gibi...

Demek ki, insanın başına gelen musibetin bir sebebi, bir günah işlemiştir de Allah (c.c) o günahı ancak böyle bir musibet vererek sildiriyor. Kefaret oluyor, ondan dolayıdır.

Tabi buradan çıkacak olan, bizim alacağımız ders şudur: Günah işlemeyelim! İnsan bir günah işlerse bu dünyada bir musibete uğrar, âhirette de azaba uğrayabilir. Onun için günaha bulaşmamaya dikkat edelim!.. Hani, mayın tarlasına girip de mayına basmamak gibi, yolu dikkatli yürümek lâzım! Doğru yoldan yürümek lâzım, tehlikeli yollara, yanlış yollara sapmamak lâzım ki; Allah (c.c) o işlediği günahtan dolayı bir ceza, bir musibet, bir belâ vermesin; huzur içinde, asûde yaşasın, mutlu, bahtiyar olsun; kendisi de mutlu olsun, çevresi de mutlu olsun.

Demek ki günah işlememeliyiz. Müslüman günah işledi mi cezayı yer, ilahî bir tokat ensesine veya suratına patlatılır. Ondan sonra "Haa, ben bir edepsizlik ettim, hata işledim, bundan sonra işlemeyeyim." der. O da iyi... Demek ki, bir daha o günaha düşmeyecek, tövbe etmesine sebep olacak, bir de âhirette çekmeyecek. O bakımdan bir bakıma iyi.

Peki başka neden gelir insanını başına bir musîbet, bir belâ, bir sıkıntı?.. Onu da söylüyor Peygamber Efendimiz (sav):

(Ev biderecetin lem yekünillàhu liyebluğahû iyyâhâ illâ bitilkel-musîbeh) "Yahut da o sevgili kuluna bir manevî makam verilecektir, yüksek bir dereceye çıkaracaktır.Ancak böyle bir imtihandan geçip sabrettiği takdirde, o musibetin karşısında tavrının güzelliği dolayısıyla, o dereceye çıkması durumu vardır da, ondan o musibeti göndermiştir."

İşte Enbiyâullahın, yani Allah'ın (c.c) peygamberlerinin ve Evliyâullahın, yani Allah'ın (c.c) sevgili mübarek kullarının başına gelen dünyevî sıkıntılar bundandır. Yani Allah (c.c) onları seviyor, Allah'ın (c.c) sevgili kulu, mübarek kulu, kıymet verdiği kullar... Peygamberi görevlendirmiş, insanlara göndermiş, sevmiş, vazifelendirmiş; elbette iyi insanlar, amma başına musibetler geliyor, geliyor, derece yükseliyor. Yani zorlu imtihanlardan geçiyor, çok yüksek puanlar kazanıyor, kulların birincisi oluyor.

Hani üniversite imtihanına yüz binlerce gencimiz giriyor, birincileri ilan ediyorlar, herkes gıpta ediyor onlara, "Ne kadar üstün başarı sağladılar." diye... Ama o başarı kolay kazanılmaz.Uykusuz geceler geçirerek, uzun çalışmalar yaparak, başka insanların yapmadığı işleri yaparak, gayretleri sarf ederek, zahmetleri çekerek kazanılıyor.Demek ki Evliyâullahın, Allah'ın (c.c) sevgili kullarının, peygamberlerin derece kazanması da, o musibetlerin karşısındaki tavırlarından dolayıdır.

Bundan, Peygamber Efendimizin (sav) verdiği bu güzel bilgiden dolayı çıkacak ders ne olabilir: İnsanın başına bir musibet gelirse ya bir günahındandır, kendisinin kusurudur, ama o günahın cezası bitiyor işte burada; günahım var mı diye düşünsün, bir daha o günahı işlemesin.Ya da bir suçu, bildiği bir hatası olmadığı halde o musibet geliyor; demek ki, Allah (c.c) imtihan ediyor.  O zaman, imtihanın cevabını en güzel şekilde vermek için güzel davranmalı, sabretmeli, sabr-ı cemîl göstermeli, isyân etmemeli, feverân etmemeli, kızmamalı, bağırmamalı, ortalığı yakıp yıkmamalı, kasıp kavurmamalı!..

"Haa bak, bu kulumu imtihan ettim ama ne kadar güzel davrandı." diye, Allah (c.c) o zaman onun derecesini yükselttiği için, biz de böyle musibetler karşısında serinkanlılığımızı korumalıyız, sakin olmalıyız, dikkatli olmalıyız; imtihanı kazanmağa çalışmalıyız, kaybetmemeğe dikkat etmeliyiz.

Tabii avamın, yani İslâmî bilgileri çok olmayan insanların veya çocukların, ilk başta tecrübesi az, toy insanların düşündüğü nedir:

"--Allah bir insanı seviyorsa hiç başına musibet gelmez. O artık çok rahat bir şekilde yaşar."

Hayır, öyle değil... Allah'ın (c.c) en sevgili kulu Peygamber Efendimiz (sav), öteki peygamberler de sevdiği kullar, ama hepsi çok sıkıntılar çekmişler. Hazret-i İsa (a.s) mı düşünelim, hayatını, ne kadar sıkıntılar çektiğini düşünelim. Peygamberlerin hayatını okumalıyız.İlk önce hayatlarını öğrenmemiz gereken insanlar peygamberler...

Musa (a.s) mı düşünün, kendinizi o devre götürün, o olayların içine sokun, o olayların karşısında o mübarek peygamberlerin nasıl davrandığına bakın!.. Onların büyüklüğünü o zaman daha iyi anlarsınız. Yani bana tapınacaksınız diyen bir Firavun, kendisini tanrı, put yerine koyan Firavun; ordusu var, gücü var, kuvveti var... Karşı gelenlerin kollarını bacaklarını kesiyor, hurma dallarına asıyor filan É Böyle bir insanın karşısına görevli olarak gidip de, Allah'ın (c.c) emirlerini söylemek, yani: "--Sen put değilsin, mâbud değilsin, tapınılacak tarafın yok, benim gibi basit bir insansın, böyle yapman doğru değil! İnsanları kandırma, insanları kendine taptırma, beşere tapılmaz, yaradana ibadet edilir, senin bu yaptığın doğru değildir." Demek kolay değil.

Musa (a.s) kolay olmayan işi yaptı ve ne kadar sıkıntılara uğradı, ne kadar imtihanlar geçirdi, ölüm tehlikeleri geçirdi. Firavun'un ordusu arkasından kovaladı.

Daha gerilere, tarihin derinliklerine doğru gidersek, Nuh (a.s), İbrahim (a.s), diğer peygamberler... Onların hayatlarını düşünürsek, onlar da öyle, yani çok sıkıntılara uğramışlar.

Demek ki esas itibariyle dünya hayatı yani şu içinde yaşadığımız hayat, hepimizin buradaki hayatı karışık bir hayattır. İçinde musibetler de vardır, ferahlıklar da vardır; üzüntüler de vardır, sevinçler de vardır; yorgunluklar da vardır, eğlenmeler, dinlenmeler de vardır.Bunların hepsi imtihandır. Hayatın böyle olduğunu görüyoruz.

İsterseniz belgesel dizilere bakın, orda ormanlardaki hayatı görün! Hayvanların birbirleriyle hayat müdafaalarını savunmalarını ve mücadelelerini görün. Hayatın yapısı bu; yani yaşamak için mücadele etmek gerekiyor, bu mücadelede sıkıntılar oluyor, ama çalıştığın zaman elde edilen bir takım rahatlıklar ve başarılar da oluyor. Her canlı için bu böyle, hayat böyle.

Bu dünyada iyilikler ve kötülükler, yorgunluklarla dinlenmeler, sevinçlerle hüzünler bir arada oluyor. Âhirette cennette ebedî saadet olacak, cehennemde de ebedî azab olacak.Âhirette bu ikisi birbirinden ayrılacak, cennette elem keder olmayacak.

(Lâ yeravne fîhâ şemsen velâ zemherîrâ.) "Hatta aşırı güneş ve aşırı soğuk da olmayacak."Her şey tam karar, tam gönlünce olacak, mübarek insanların istediği gibi... Allah (c.c) memnun etmek murad ettiği için, insanlara en güzel şeyleri ihsan edecek. İnsanlara her şey güzel olacak. Cehennemde de her şey azab, her şey ikàb olacak.Allah’u Teâlâ cümlemizi Allah'ın rahmetine, rızasına nail olanlardan, erenlerden eylesin...Azabına uğrayanlardan eylemesin...

Demek ki bu hadis-i şerif bizi kuvvetlendiriyor, maneviyatımızı kuvvetlendiriyor. Yani başımıza bir musibet geldiği zaman, kendimizi kapıp koyuvermemeliyiz, sağlam durmalıyız.İmtihanı kazanmak gerektiğini düşünmeliyiz. Bu musibet bizim kusurumuzdan olabilir; kusurlarımızı düşünüp, o kusurlara bir daha düşmemeye çalışmalıyız.Ya da Allah (c.c) bize bir derece vermek için bu zorlu imtihana sokmuştur; arkasından üstün bir başarı ödülü gelecektir, yaldızlı diploma gelecektir. Tabii başarıyı da kaçırmamak için, elde etmek için de dikkat etmemiz gerektiğini anlıyoruz.

Muhterem kardeşlerim! Böylece bu hâdis-i şerifi not alın, riayet eyleyin! Hayatın zorluklarından yılmayın, hayatın imtihan olduğunu unutmayın, güzel şeyler yapmağa çalışın, kötü şeyler yapmamağa çalışın!..

Kötü şeylere ne diyoruz?.. Günah diyoruz. Allah (c.c) her şeyin iyisini, kötüsünü en iyi bildiği için, kötü şeyleri yapmamayı bize emretmiş ve bunlar dinde günah diye isimlendirmiş.Diyelim ki, içki:—Bazıları içkiye para da veriyor, zevk duyuyor, keyif duyuyor, ondan içiyor.

Ama içkinin o zevkinin arkasında sıhhati bozan, toplumu bozan, aileyi yıkan, trafik kazasına sebep olan, kavgalara, cinayetlere sebep olan tarafları olduğunu da biliyoruz.Demek ki, içkinin içilmemesi lâzım!..Aziz ve sevgili kardeşlerim! Onun için günahları işlememeye dikkat edeceğiz. Duvarda bir uzun liste olacak, "Bunlar günahtır, bunları yapmamak lâzım!" diye, bunu çoluk çocuk bilecek.Bir de kötü şeyler, günahlar yazıldığı gibi, iyi şeyler de yazılacak. "Bunlar sevaplı şeyler, bunları da yapmağa gayret etmeli!" diye bunlar da öğrenilecek.

b. Zekâtın Verilmeyişi

Gelelim ikinci bir hâdis-i şerife; yine sohbetin bütünlüğüne uygun olacak, bu konuda... Peygamber Efendimiz (sav), Ubade (r.a) nın rivayet ettiğine göre, Taberânî'nin ve İbn-i Asâkir'in rivayet ettiğine göre, buyurmuş ki:

374/2 (Mâ telefe mâlün fî berrin velâ bahrin illâ bi-men'iz-zekâh, feharrizû emvâliküm biz-zekâti ve dâvû merdàküm bis-sadakati vedfe anküm tavârikal-belâi bid-duâi feinned-duâi yenfeu mimmâ nezele ve mimmâ lem yenzil, mimmâ nezele yekşifühû vemâ lem yenzil yahbisühû) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl ev kemâ kàl.

Deminki hadis-i şerifte Allah'ın bazen insanlara bir günahtan dolayı musibet verdiğini söylemiştik. Bu hâdis-i şerifte de Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor ki:

(Mâ telefe mâlün fî berrin velâ bahrin illâ bi-men'iz-zekâh) "Müslüman’ın karada, denizde malı telef olmuşsa, bir mal ancak zekât verilmediğinden telef olur. Helâl mal telef olmaz.Denizde veya karada bir mal telef olmuşsa, ancak sahibi zekâtı vermediğinden, ceza olarak, ikàb olarak telef olmuştur." diyor Peygamber Efendimiz (sav).Demek ki hani bazı musibetlerin insana günahtan geldiğini söylemiştik. Günahlar iki çeşittir:

1. Kötü şeyleri yapmak o günahtır. Meselâ hırsızlık yapmak günahtır; çünkü birisinin malını alıyorsun... Adam yaralamak, öldürmek günahtır; çünkü birisinin malını, canını zedeliyorsun veya hayatını yok ediyorsun.

2. İyi şeyleri yapmamak da günahtır. Allah (c.c) emretmiş, iyi şeyleri yapmıyor bir Müslüman;O da günahtır.

—Ben hiç kötü bir iş yapmıyorum.

Hiç kötü iş yapmıyorsun ama iyi şeyleri de yapmayınca, o da günah oluyor.Bu hadis-i şeriften onu anlıyoruz.

O halde Müslüman vazifesini bilecek, farzları yerine getirecek. Zekâtını da verecek.(Fe harrizû emvâliküm biz-zekâh) "Zekâtınızı vererek mallarınızı koruyun! Mallarınıza telef gelmemesini istiyorsanız, zekât vazifenizi yapın!" Mallarınız temiz olsun, fukaranın hakkı içinde kalıp da kirlenmesin. Haklı, gasplı bir mal olmasın.

Demek ki, Müslüman günahları yapmayacak, bir de ibadetleri yapacak. İbadetler nelerdir?..En başta zikredilen ibadetlerden birisi namazdır, namazları kılacak.

—Müslüman mısın?

—Elhamdülillâh Müslüman’ım.

—O halde namaz kılıyor musun?

—İşte hocam kusura bakma...

Ben kusura bakmışım ne olacak, bakmamışım ne olacak? Allah (c.c) emrettiği için yapman lâzım. Yapmayınca suç oluyor, günah oluyor. Namazını kılacaksın. Bu cuma abdest alacaksın, gusül abdesti alacaksın, bundan sonra namazını kılmağa, eksiksiz devam edeceksin.Ömründe hiç namazı bırakmayan insanlar var, onları düşüneceksin. "Ben ne kadar tembelim, niye onlar gibi yapmamışım?" diyeceksin ve bundan sonra namazını kılacaksın.

Başka?.. Zekâtını vereceksin. İslâm mükemmel bir din. İslâm'da şahsî ibadetler olduğu gibi, kişinin şahsında kalmıyor İslâmî ibadetler, başkasına da iyilik yapmaya yönelik ibadetler var... Zekât da veriyorsun, malî bir ibadet; malını çıkartıyorsun, fukaranın hizmetine saçıyorsun, veriyorsun. Fakirlere, yoksullara, yetimlere, yolculara, yolda kalmışlara, mücahidlere vs. veriyorsun.Zekâtın verilmesi de önemli...

Efendim vermiyorum, atlattım, şu kadar zekât kasadan çıkmadı, cebimde kaldı.

O zaman malına bir yerde bir telef gelir. Araban çarpar, gemin batar, yangın çıkar, bir şey olur, mal telef olur.

--Neden?..

Zekâtı vermedin de ondan. Malının korunmasını istiyorsan, malının zekâtını vereceksin.

Başka hangi ibadetler var? Herkes biliyor. Hac var, umre var, cihad etmesi lâzım -- cihad da bir ibadet tabi, insanın malıyla, canıyla.--Âlimlerimiz kitap yazmışlar, "otuz iki farz" demişler, "elli dört farz" demişler, ilmihal kitaplarında bu ibadetler bildiriliyor. Onarı. Yapmak lâzım.

Peygamber Efendimiz (sav), "Mallarınızı zekât vererek koruyun! Telef olmamasını istiyorsanız, zekâtınızı verin de böylece malınız korunmuş olsun. Başka türlü, bekçi koyarsın bekçi çalar, tedbir alırsın yangın çıkar, bir şey olur. Daha aklımıza gelen gelmeyen, gazetelerde okuduğumuz şekillerde bir telefat olmamasını istiyorsan, zekâtını ver!" diyerek başlamışken, devam buyuruyor:

(Ve dâvû merdàküm bis-sadakati) "Hastalarınızı, onlar namına fukaraya sadaka verip öyle tedavi edin!"

Burada yine manevî bir hakikatle karşılaşıyoruz. Bir kula hastalığı veren Allah (c.c), şifayı veren de Allah (c.c), ilaca şifayı koyan da Allah (c.c), şifayı nasip eden de Allah (c.c)... Bazen ilaç da olsa, ameliyat da olsa, doktor da olsa, hastahane de olsa, hasta iyileşmeyebiliyor.Demek ki, Müslüman’ın Allah'ın (c.c) rızasını kazanması lâzım... Hasta olmuş, hasta namına gider fukaraya paraları verir, sadakaları verir. Onlar da "Allah senden razı olsun! Tam aç kalmıştım, açık kalmıştım, bu para imdadıma yetişti, çok makbule geçti." diye can ü gönülden dua eder, öbür taraftan da Allah (c.c) razı olduğu için şifasını verir, hastan iyi olur.

Onun için hastalarınızı sadaka vererek tedavi edin diye de devam ediyor. Bir şey daha ilâve ediyor:

c. Belâya Karşı Dua

(Vedfe anküm tavârikal-belâi bid-duâ) "Başınıza gelip çatan belâları da dua ile def edin, kaldırın!"

—İnsanın başına bir belâ gelmiş, dayanmış, şimdi bunu dua edip nasıl kaldıracağız?

Sen kaldırmayacaksın. Sen dua edeceksin âlemlerin rabbi Allah-u Teâlâ Hazretleri duanı kabul ederse, belâ kalkar. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz (sav):

(Fe inned-duâi yenfeu mimmâ nezele ve mimmâ lem yenzil) "Çünkü dua faydalıdır faydasız sanmayın, kesin faydası vardır, dua gelmiş belâya da faydalı olur, gelmemiş belâya da faydalı olur. (Mimmâ nezele yekşifuhû) İnsanın üzerinden gelmiş belâyı kaldırır. (Ve mâ lem yenzil yahbisuhû) Gelmemiş olan belâyı da durdurur." Gelecek ama Allah (c.c) durdurur.  Olacakken olmadı, gelecekken gelmedi, durdu. Duayı kabul ederse belâyı durdurur.Gelecek belâyı durdurur, gelmiş belâyı kaldırır. Demek ki, dua da edeceğiz.

Aziz ve muhterem kardeşlerim. Başka âlimlerden duymuşsunuzdur, kitaplarda okumuşsunuzdur:Dua önemlidir. Dua bir ibadettir. Namaz bir ibadet olduğu gibi, Kuran okumak, hatim indirmek ibadet olduğu gibi, zikir etmek, tesbih çekmek ibadet olduğu gibi, dua etmek de ibadettir.

--Şimdi ben bir yerde oturacağım, "Yâ Rabbî bana şunu ver, şunu ver, şunu ver!.." diye sıralayacağım ibadet mi bu?..

Evet, ibadet! Çünkü Allah'ın (c.c) varlığını biliyorsun, elini ona kaldırıyorsun, Allah’tan (c.c) istiyorsun. Allah (c.c) kendisine dua edilmesini sever. Ne kadar dua edilirse sever.Dua etmeyen kula, "Müstağni davranıyor, burnu büyük, yönünü bana dönmüyor, elini bana kaldırmıyor, benim varlığımı bilmiyor, benim dergâhıma yönelmiyor." diye kızar.

Onun için dua edeceğiz. Hayatta başımıza çeşitli haklı haksız belâlar gelebilir.O belâların def'i için dua edeceğiz. El açacağız.

Duanın makbul zamanları var, makbul mekânları var. Meselâ Kâbe'de dua, Peygamber Efendimizin (sav) mescidinde dua, Arafat'ta dua; bunlar makbul yerler. Seher vaktinde dua, namazla ikamet arasında dua, harb ederken, savaş başlarken, o esnada yapılan dua, yağmur yağarken dua makbuldür. Bunlar da duanın makbul zamanları...

Dua ile ilgili bilginizi arttırın ve duayı can ü gönülden yapın! Başınıza gelmiş özel belâları veyahut toplumsal belaları Allah (c.c) kaldırsın diye dua edersiniz. Allah (c.c) duaları kabul eder.Bazen böyle anlı, şanlı, rütbeli, itibarlı insanın değil de bir gariban yoksulun duasını kabul eder.               Bir çocuğun duasını kabul eder.

Onun için, yağmur yağmadığı zaman yağmur duasına çocukları da götürürler.Eskiden beri. Adet böyle. Çocuk ne? Masum, yani daha henüz mükellef değil, tatlı gül yanaklı bir çocuk... O da dua edince, Allah'ın (c.c) rahmeti cûşa geliyor. Allah (c.c) çocuklar hürmetine, zayıflar hürmetine duaları kabul ediyor. Bundan da istifade etmek lâzım!

Allah yaşıyorsa ömür versin, bizim Münih'te tanıdığımız bir Nureddin Nemengânî Hoca vardı; öldüyse Allah rahmet eylesin, ruhu şâd olsun, makamı âlâ olsun... Nemengân'lıydı. Kendisi demişti ki: "Bizim Türkistan'da binlerce dönüm arazisi olan zengin, varlıklı bir insan, tarlasını ekerken yanındaki yoksul kimsenin tarlasını da beraber ekerdi. 'Gel seninle ortaklık yapalım!' der, onun da tarlasını sürer, beraber ekerlerdi yoksulla... Neden? 'Yoksulun hürmetine Allah (c.c) bana da bereket verir.' diye düşünürdü."

Tabii bu. Türkistan önemli. Bir diyar. Türkeli Türkistan. Çok mübarek âlimler yetişmiş, çok evliya yetişmiş. Onlar dinin inceliklerini çok iyi biliyorlar. Çok zarif insanlar, edip insanlar, onları çok seviyorum.

Demek ki dua edelim, dualarımıza çocukları da "Âmin..." dedirtelim! Yaşlı, aksakallı büyüklerimizi de katalım, onları da Allah (c.c) sever, hürmet eder.Bir hadis-i şerifte geçmişti: Doksan yaşını geçti mi artık bir insan, yeryüzünde Allah'ın (c.c) imtiyazlı bir kulu oluyor. Dua etti mi, Allah (c.c) duasını kabul ediyor.Ak sakallı nurlu insanların da duasını almak lâzım!..

d. Allah (c.c) Bir Topluluğa Kızarsa:

Sonuncu hâdis-i şerife geliyorum. Üç hadis okuyacağım demiştim, iki tanesini okudum, sevgili dinleyiciler. Bu da ibn-i Abbas dan (r.a) rivayet edilmiş. Yine konumuzun içinde, bugünkü sohbetimizin ana konusuna uygun:

375/8 (Mâ sahitallàhu azze ve celle âlâ ümmetin illâ galâ sa'ruhâ ve eksede esvâkuhâ ve eksera fesâdühâ veşdette cevrü sültànihâ ve inde zâlike lâ yüzekkî ağniyâuhâ ve lâ yaiffu sültànühâ ve lâ yusallî fukarâühâ) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl ev kemâ kàl.

Bu üç hâdis-i şerifte de başımıza gelen olayların manevî sebeplerini gösteren konuları seçmiştik, onlar anlatılıyordu. Yani ilahî kanunlar, manevî kanunlar... Dünya hayatında başımıza gelen olayların bir fizikî kanunları var: Suyu tencereyi ocağın üstüne koyarsan, belli bir dereceye geldiği zaman şu olur, şu olur; bu fizikî kanunlar... Kimya kanunları var: Şu madde ile şunu katarsan şu olur; kimya kanunu...Bu kanunların hepsi Allah'ın (c.c) kanunlarıdır...

Kâinatı yaratan Allah (c.c) fizik kanunları koymuş, kimya kanunları koymuş, tabiat kanunları koymuş, hayat kanunları koymuş... İçtimaî yaşamın kanunlarını koymuş; erkekle hanım evlenecek, evlâtları olacak, nesiller devam edecek, bu da bir kanun. Nikâh bir ilahî kanun meselâ...Bunun gibi, manevî olayların manevî sebeplerini gösteren manevî kanunlar da var. Bu üç hadis-i şerif onları anlatıyor.

Peygamber Efendimiz (sav) bu manevî kanunlar hakkında çok ilginç bilgiler veriyor. Buyuruyor ki:

"Aziz ve celil olan Allah (c.c) bir ümmete kızdı mı, şunlar, şunlar, şunlar olur." Onları sayacak şimdi. Allah (c.c) bazı ümmetlere kızar, gazab eder. Neden? "Emrettim buyruğumu tutmuyorlar, yasakladım yasakları icra ediyorlar. Günah işlemeyin dedim, günah işliyorlar.Nimet verdim nimete şükretmiyorlar." diye Allah (c.c) kullarına kızar, gazab eder.

Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rahmeti çoktur, erhamür-râhimîndir ama, bir de azizün züntikàmdır; azizdir, izzet sahibidir ve intikam sahibidir. Yani zalimden mazlumun ahını alır, zalimi kahreder. Suçluyu dünyada, âhirette cezalandırır. Böyle insanları ve kavimleri cezalandırabilir.Bazen böyle bir ceza umumî olarak gelir.

Tarihe dönelim, meselâ İslâm âlemi, İslâm tarihi ibretlerle dolu... Peygamber Efendimiz (sav) bir avuç mübarek sahabesiyle nasıl başladı İslam'ı yaymağa?.. Bu İslâm nasıl kıta’lara yayıldı, nasıl deryaları geçti, kocaman okyanusları geçti, nerelere ulaştı?.. Ondan sonra da meselâ, bir Moğol istilâsı, faciası oldu. Moğollar geldiler, hilâfet merkezini bile yakıp yıktılar ve oradan akan nehirler kıpkırmızı aktı, insanları kestiler, kütüphaneleri yaktılar, suya attılar. Endülüs bir ara Müslüman’dı, yedi asır Müslüman yaşadı. Ondan sonra büyük katliamlarla Müslümanlar oradan silindiler, çıkarıldılar. Balkanlar bir İslâm yarımadasıydı, büyük bir yerdi, Endülüs kadar büyüktü; işte başımıza neler geldi?.. Bosna'da, Arnavutluk'ta, Kosova'da, Bulgaristan'da kardeşlerimize neler yaptılar?..

Allah-u Teàlâ Hazretleri, demek ki bazen ceza veriyor, kavimleri cezalandırıyor, Müslüman da olsa... Müslüman neden cezalanır? Önceki hâdis-i şeriflerden gördük, zekât vermediği zaman mala telef geliyor, bir günah işlediği zaman Allah (c.c) bir musibet gönderiyor. Onlardan oluyor.

Biz bunları niçin anlatıyoruz? Günahkârlar günah işlemekten vazgeçsin diye anlatıyoruz tabii.Allah (c.c) bir kavme gazab etti mi, artık aralarındaki bir kaç sâlihin, tek tük iyi insanın."Ya Rabbi yapma, affet, bağışla, bu musibet def olsun, gelmesin!" demesiyle belâ def olmuyor.Bir tufan gibi geliyor; silip, süpürüp götürebiliyor. Büyük cezalar gelebiliyor.

Yani bir şey var, Arapça kelimelerden kurulu bir söz var, bu sözde."Allah (c.c) ihmal etmez, imhâl eder." buyrulur. İhmal etmez, yani Allah (c.c) bir suç işlendiği zaman cezayı vermekte ihmalkâr davranmaz, imhâl eder.İmhâl ne demek, mühlet vermek demek... Yani mühlet verir.

—Niye mühlet veriyor da suçlu birden cezalanmıyor? Adam günahı işledi, niye başına ateş yağmıyor, niye adam kahrolmuyor?..

Allah'ın rahmetinden... Allah (c.c) suçluya da bir tövbe müddeti tanıyor."Bakalım tövbe edecek mi, hatasını anlayacak mı, pişman olacak mı, affet ya rabbi diyecek mi?" diye mühlet veriyor.

İhmal etmez, imhâl eder. İhmal’de H harfi önce, imhâl'de M harfi önce... Bir harfin değişmesiyle, iki harfin yer değiştirmesiyle mana değişiyor. Allah (c.c) ihmal etmez amma, imhâl eder, mühlet verir, cezalandırır. Onun için kavimler günahları işlemesin!

Şimdi ben bizim aziz ve sevgili ülkelerimize bakıyorum, Türkiye'ye bakıyorum, başka ülkelere bakıyorum. Bu ülkeler Müslüman ülkeleri, %99'u Müslüman... Neresi Müslüman?!. Müslüman olduğu nerden belli? Yemin et bakayım!

--Yemin edeyim pekiyi: Vallâhi billâhi Müslüman!..

Ama bu ne biçim Müslümanlık? Giyimi Müslüman’a benzemez, yemesi Müslüman’a benzemez, ticareti Müslüman’a benzemez, hareketi Müslüman’a benzemez, sözü Müslüman’a benzemez, özü Müslüman’a benzemez... Bir sürü günah; zina, fısk u fücur, faiz, ribâ bir sürü şey... Ne olacak? Allah (c.c) gazab eder.

Bu "Allah gazab eder." sözü iki kelimeyle kurulmuş bir cümle ama sonucu çok mühim. Allah (c.c) bir kavme gazab etti mi, başına neler gelir... Bir kaç sene önce hatırlıyorum, Güney Amerika'da bir yanardağ patlamıştı, kilometrekarelerce mesafelere­ yayılmıştı.İnsanlar nasıl helâk olmuştu, nasıl anında lâvlara tutulmuş, hayvanlar nasıl donmuş kalmıştı. İbretle seyrettik televizyonlarda... Allah'ın (c.c) gazabı hafife alınacak bir şey değildir.

Onun için günah işlememek lâzım, günah işlenmişse tövbe etmek lâzım!..

Bu hâdis-i şerifleri, bir ikaz vazifesi olsun diye söylüyoruz. Biliyorsunuz peygamberler (Aleyhis-salâvatü vet-teslîmât) kavimlerine ikazcı olarak geldiler. İkazcı kelimesinin Arapça'sı nezîr veya münzîr... Nezîr olarak geldiler. Bir de müjdeci olarak geldiler. "İyi kulluk yaparsanız cennete gireceksiniz." bu müjde. "Kötü kulluk yaparsanız, dünyada âhirette belâya uğrarsınız." bu da ihtar, ikaz, korkutmak, intibaha davet etmek gibi bir şey tabii... Bu peygamberlerin. Vazifesi.

Peki, bizim peygamberimiz Muhammed-i Mustafa (sav), (Aleyhi efdalüs-salevâti ve ekmelüt-tahiyyâtü vet-teslîmât) peygamberlerin serveri, âhir zaman peygamberi, son peygamber... Ondan sonra peygamber yok, Evliyâullah var; Allah'ın emirlerini onlar anlatacaklar.

O halde peygamberlerin, Evliyâullahın vazifesi nedir?.. Kavimler hata işlediği zaman hatalarını söylemektir. Çünkü peygamberlerin vazifesi bu idi. Onun için âlimlerin söylemesi lâzım."Ey kavmimiz, yanlış yapıyorsunuz, böyle yapmayın, Allah'a (c.c) asi olmayın! İbadetleri yapın, helâlleri işleyin, haramları terk edin, ibadetlerinizi îfa edin!.." diye bildirmesi lâzım ve bu bildirmekten yılmamak lâzım!..

—Ben çok söyledim bizim mahallede, bizim ahaliye, evde çok söyledim, köyde çok söyledim. Kimse beni dinlemedi, günaha devam ediyorlar."

Tamam, onun karşısında da âlimlerimiz şöyle diyor, ben de çok seviyorum bu sözü, katılıyorum:

—Eğer günahkâr, günah işlemekten yılmıyor, bıkmıyor, kötü bir şeyi yapmağa devam ediyorsa, o zaman sen onu ikaz etmekten niye bıkıyorsun? Sen iyi bir şey yapıyorsun, ikaz ettikçe sevap kazanıyorsun! O halde sen de bıkmayacaksın, sen de onu günahtan kurtarmağa, haramdan kurtarmağa çalışacaksın; ibadetini yaptırmağa çalışacaksın, sevaplı işlere çekmeğe çalışacaksın.

Bu kadar açıklamadan sonra İbn-i Abbas (r.a) nın okumuş olduğumuz hadis-i şerifini açıklayalım, sohbetimizi tamamlayalım sevgili kardeşlerim:

Aziz ve celil olan Allah (c.c), bir ümmete kızdığı, gazab ettiği zaman sonuçları olur. Toplumda görülür bu sonuçlar. Göstergeler kırmızı yanmağa başlar, alarm zilleri çalmağa başlar. Nedir bu alarm zilleri, göstergelerin işaretleri nereye dayanıyor, nelerdir göstergeler?..

(Mâ sahitallàhu azze ve celle âlâ ümmetin illâ galâ sa'ruhâ) O zaman ne olurmuş? (galâ sa'ruhâ) Peygamber Efendimiz (sav) diyor ki: "Önce pazarlarında fiyatlar yukarıya fırlar, pahalılaşır. Pahalılaşınca ne olur? Adamın parası mahdut olduğuna göre nimeti gidip de alamaz, yani hayat fakirleşir. Bak bereketsizlik oldu, fiyatlar arttı. Adamın yaşam düzeyi aşağı indi, bu sefer rahatı kaçtı. Eskiden sofrasında bal kaymak olurdu, şimdi tuz ekmek var. Onu bile bulamıyor, sıraya girip alıyor. Neden?.. Allah (c.c) o kavme kızdı. Fiyatlar fırladı, arasan bulunmuyor.

"Hocam bizim memlekette böyle şeyler yok!" demeyin. Bakın meselâ kuzey Irak'ta, Saddam'ın olaylarından sonra nice kıtlıklar oldu. Orta Asya'da Çeçenistan'da nice açlıklar çekiliyor. Hindistan'da, Bengladeş'de, Pakistan'da, Filipinler'de, Afrika'da, Somali'de É Orta Afrika ülkelerinde görüyoruz; birbirleriyle çarpışıyorlar, kabileler oradan oraya göçüyor. Yollarda ölüyor, yiyecek bulunmuyor. Yani olmuyor demeyin.Evet, bizim ülkemizde olmuyor, şükredin, çok şükür ki olmuyor; ibadet edin ki, Allah (c.c) gazab etmesin, mahrumiyete uğratmasın...

"Allah (c.c) bir kavme gazab etti mi, fiyatlar artar." Bu ne demek? Mallar pahallaşır, kişiler onu alamaz olur, hayat seviyesi düşer, yoksullar artar demek. Ceza oradan geliyor.

(Ve eksede esvâkuhâ) "Çarşı, pazarları kesâda uğrar, Allah (c.c) kesâda uğratır." Çarşının pazarın kesat olması ne demek?.. İşlerin iyi gitmemesi demek...Çarşıda pazarda bir şey yok, tam takır.

Biz Orta Asya ülkelerini geziye gittiğimiz zaman, şuradan dönüşümüzde kardeşlerimize, ev halkımıza hediye götürelim diye, çarşıya pazara çıktık, bir şey yok. Neden?.. Mal, üretim olmayınca; gittik, çarşıdan eli boş döndük. Bir şey almadan döndük. Hâlbuki bazı ülkelere gidiyoruz. Her şey var, bolluk, bereket, pazarlar kaynıyor, mallar çok... Bir şeyler alıyorsun, götürüyorsun, hediye veriyorsun. Demek ki ticaretler kesâda gider, fiyatlar artar.

(Ve eksera fesâduhâ) "Ülkenin fitnesi, fesadı artar." Fesad tabii bozgunculuk demek... Bozgunculuk çeşitli şekillerde olur.

Demek ki Fesad arttı mı, çok fena oluyor. Düzen oldu mu, iyi oluyor. Dirlik ve düzenlik, kanun ve nizam, güzel oluyor. Emniyet güzel oluyor.

Meselâ, Osmanlı zamanında bir vali bir yere tayin olmuş. Demiş ki:

"--Herkes kapısı açık yatacak."

Kendisine güveniyor, yani asayişi sağlayacak, güveniyor, tellâl çıkartmış: "Herkes kapısını açacak öyle yatacak, bir tenceresi çalınana devlet bir kazan verecek!" demiş; amma, bir de zabıta vazifelilerine emretmiş, kuş uçurtmamış. Böyle, böyle düzeltmiş.Yani asayiş. Güzel. Bir şey. İntizam düzen. Güzel. Bir şey.

"Allah (c.c) bir kavme kızdı mı, orası bozulur, Fesad olur. "Fesad Arapça bir kelime; bu devirdeki karşılığı, bozgunculuk veya anarşi... Anarşi dersek millet, "Haa, tamam anladım!" diyor.Fesadı belki anlamaz, belki başka türlü düşünür. Yani anarşi olur, her türlü işler bozulur.Ticaret de bozulur, fiyatlar da artar.

(Veştedde cevri sultànihâ) "Yöneticilerin zulmü artar." O da bir ceza... Peygamber Efendimiz (sav), "Allah bir kavme kızdı mı, yöneticilerin de zulmü artar." diyor. Hadi bakalım, sultan asayişi sağlamakla görevliydi, huzur ve sükûnu sağlayacaktı, dış düşmanlara karşı koruyacaktı, içte de bozgunculara karşı koruyacaktı; bu sefer kendisi zulüm etmeye başladı.O da bir ceza... Allah (c.c) o kavme gazab ettiği için sultanının cevri artar.

(Ve inde zâlike) "İşte böyle olunca, yani Allah gazab ettiği zaman bunlar görülür. (lâ yüzekki ağniyâuhâ) Zenginler zekât vermemeye başlar. (Ve lâ yaiffu sultànühâ) Sultanlar namuslu, dürüst olmamağa başlar, rüşvet alır, haksızlık yapar, cevreder; yani iffetli olmaz, temiz, namuslu, iffetli çalışmaz. (Ve lâ yüsalli fukarâühâ) Fakirleri de namaz kılmaz, dua etmez bir duruma düşer."

İlk başta Allah (c.c) gazab ediyor. Gazab ettikten sonra, toplumun göstergeleri kırmızıya dayanıyor, alarm zilleri çalmağa başlıyor, her şey bozuluyor. Ondan sonra, zenginler zekât vermiyor, fakirler namaz kılmıyor, sultanlar iffetli olmuyor, rüşvet vs. vs. her türlü berbatlık oluyor.

Aziz ve sevgili kardeşlerim, bu hadis-i şerifler çok önemli! Bunlara dikkat edelim, bunların gereğini yapalım!..

Onun için bu hadis-i şerifi okuyunca, "Gereği nedir?" diye de düşünüyoruz. Düşüncemizi de size söylüyoruz. Demek ki Allah (c.c) bir kavme gazab edince böyle, böyle olduğuna göre, bir kere şöyle düşünebiliriz:

--Bu göstergeler bizde var mı?..

Varsa, o zaman Allah (c.c) bize gazab etmiş demektir. Ne yapmamız lâzım? Allah'ın (c.c) gazabından kurtulmamız lâzım. Allah'ın (c.c) gazabından kurtulmak nasıl olur? Allah'ın (c.c) emrine tekrar dönmekle olur, emrini tutmakla olur. Haramlardan sakınmak, kaçınmakla olur. İbadetleri yapmakla olur, dua ile olur. İş böyle düzelir.

Allah'tan (c.c) insanı hiç bir şey kurtaramaz. Bir insanı cezalandırmak murad etti mi; cümle cihanın halkı yardıma gelse, onu Allah'ın (c.c) cezasından koruyamaz.Allah (c.c) bir insanı veya bir kavmi kurtarmak isterse; cümle cihan halkı üstüne saldırsa, zarar veremez, Allah (c.c) onu kurtarır. İbrahim (a.s) mı ateşten kurtardığı gibi.

O halde görülüyor ki sevgili kardeşlerim, bu işin manevî kanunu çok açıktır. Allah'ın (c.c) sevgili kulu olmağa çalışmak lâzım, Allah'ın (c.c) rızasını kazanmağa çalışmak lâzımdır. Allah'ın (c.c) sevgili kulu olunursa, işler düzeliyor. Allah'ın (c.c) kızdığı işler yapılınca, Allah (c.c) belâyı gönderiyor, musibeti gönderiyor, işler berbat oluyor, her şey bozuluyor.Zenginler zekât vermiyor, fakirler dua etmiyor, ibadet etmiyor, sultanlar cevr ü cefa ediyor, iffetli olmuyor, rüşvet alıyor, haksızlık ediyor... Filân.

Onun için gelin, bu mübarek gününde tövbe edelim. Bir daha günah işlememeğe azmü cezmü kasd eyleyelim. Bundan sonra da hakikaten, merdane verdiğimiz sözü tutalım, iyi insanlar olalım. Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi hem dünyada, hem âhirette, musibetlerden, belâlardan, azaplardan, ikâblardan korusun... Rahmetine erdirsin, aziz ve bahtiyar eylesin... Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin... Âmin İnşâallah.

Bi-hürmeti esmâihil-hüsnâ ve habîbihî muhammedinil-mustafâ sallallàhu teàlâ aleyhi ve âlâ âlihî ve selleme teslîmen kesîrâ...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

http://www.darulkitap.com/muhtelif/porfmahmudesadcosan/gazap/bela.html